50 m2: Burak Aksak’ın Mahalle Formülü

Burak Aksak, hepimizin Leyla ile Mecnun’dan tanıdığı bir senarist. Ancak onun yönetmenlik tarafını da biliyoruz. Daha çok ana akım sinemada kendine yer eden Burak Aksak, son olarak Netflix’te yayımlanan 50 m2 dizisi ile gündeme geldi. Oyuncu kadrosuyla göz dolduran bu dizinin karakterleri ve ele aldığı konuyu derinleştirmesi açısından diğer Türk yapımı Netflix içeriklerinden sıyrıldığını düşünüyorum. Bunun sebeplerini ise aşağıda tek tek sıralayacağım.

Yazının bu kısmı, bol bol keyif kaçıran bilgi (spoiler) içerir

50 m2 dizisinde, Burak Aksak’ı ilk kez tanıdığımız Leyla ile Mecnun’dan bolca iz görüyoruz. Mesela mahalle muhtarının adının Muhtar olması ve ailesinde nesiller boyunca muhtarlığın aktarılan bir meslek olması, Leyla ile Mecnun’u hatırlatıyor. Ayrıca dizide, daha önce Leyla ile Mecnun’da bencil ve açgözlü bakkal (Erdal Bakkal) rolünde gördüğümüz Cengiz Bozkurt’un ve ona destek veren kişilerin mahalle kültürünü korumak için çaba göstermesi de yine Leyla ile Mecnun’un izlerini taşıyor. 50 m2’de Leyla ile Mecnun’un ilişkisine benzer olarak Gölge (mahalledeki adıyla Adem Yılmaz) ile Dilara’nın sıcak ve samimi aşkı da bu senaryonun Burak Aksak’ın kaleminden çıktığına işaret ediyor.
Başka deyişle, 50 m2’yi senaristini bilmeden izleyenler bile dizinin senaristinin Burak Aksak olduğunu anlayacaktır. Ancak Burak Aksak, önceki işlerinden izler taşısa da bu dizide üzerine koyarak, kendini bir adım öteye taşıyarak “benim tarzım bu” demiş. Yani 50 m2, Burak Aksak’ın özgün bir kaleme sahip olduğunu kanıtlar nitelikte.

Burak Aksak’ın kaleminin ne kadar sağlam olduğunu dizideki karakterlerin ve olayların taşıdığı gerçeklikten de anlıyoruz. Yaşanan çok az olay için “neden bu karakter şimdi bunu yaptı ki” ya da “ne saçma sahne olmuş” diyoruz. Oysa özellikle Hakan Muhafız, Atiye gibi diğer Türk yapımı Netflix içeriklerinde “saçma” ifadesini kolayca kullanabiliyorduk. Fakat bu “çok az olaya” örnek olarak, Dilara karakterinden söz etmeden geçemeyeceğim. Dilara, dizide kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan ancak bir yandan hayallerinin ve kendi kurduğu pastaneye verdiği emeklerin -mahallenin baş belası Mesut yüzünden- yıkılması tehdidi ile karşı karşıya kalan biri. Fakat buna rağmen, tanımadığı biri olan Adem’in -babasının isteğiyle de olsa- evine gelmesi ve hatta kardeşine kavga etmeyi öğretmesi onu yeterince rahatsız etmiyor. Dilara, ilk etapta Adem’e kızıyor fakat ona alışma sürecinin biraz daha uzun sürmesi, belki Dilara karakterinin daha sağlam ve tutarlı olması açısından iyi olacaktı. Ancak yine de Dilara’nın Adem’i affetme sürecinin çok göze batmadığını, aşırı absürt ve alakasız durmadığını da söylemeliyim.

Bu noktada, dizideki “mahalleli”nin bir kısmının (muhtar, Dilara, Turan- zaman zaman Turan ve Dilara bu sınıfın dışında kalsa da muhtar tam bir “mahalleli”) “saf, gözleri kapalı bir şekilde iyi ve sorgulamadan herkese kucak açan” bir tarzı olduğu şeklinde bir yorum ortaya çıkıyor. Diziyi bu açıdan olumsuz eleştirmek mümkün. Zira, Burak Aksak’ın benzer bir temayı ele aldığı Leyla ile Mecnun dizisinde de temiz, saf ve her şeye kucak açan bir mahalleli grubu görmüştük. Ancak oradaki “saf mahalleli”nin yaşadığı yer, 50 m2’deki kadar bozuk bir mahalle ortamı değildi. Oysaki, 50 m2’de temiz ve saf mahalleli sınıfında olan kişiler, yıllardır her türlü belanın olduğu ve rahat nefes alamadıkları bir ortamda yaşıyorlar. Dolayısıyla sırf bu yüzden bile mahallelinin Gölge’nin gerçekten kim olduğunu daha çok sorgulaması ve ona her şeylerini verircesine yardım etmemeleri gerekirdi. Yine de dizideki bu detayın özellikle bazı gri karakterler sayesinde kurtarılmaya çalışıldığını söyleyebiliriz.

50 M2’deki Gri Karakterler

Örneğin Civan ve Yakup, dizideki en önemli iki gri karakter. Hatta dizinin sonlarına doğru evini satma fikrine sıcak baktığı için Civan’ın babası Turan’ı da bu sınıfa koyabiliriz. Özellikle Civan ve Yakup, ne yapacağı belli olmayan, mahalledeki “yabancı” kişiye -Adem Yılmaz sandıkları Gölge’ye- diğerleri kadar yakınlık beslememesi açısından önemli karakterler. Bu karakterlerdeki griliğin içi boş bir griden çok doygun bir renk tonuna sahip olduğunu da söylemek mümkün.

Mesela Yakup, sevdiği kadın ile yani Dilara ile arasında bir duvar olarak gördüğü ve kuşkuyla baktığı Adem’in gerçek kimliğini öğrenmek için araştırma yapıyor. Öte yandan Civan ise, kendisini döven kişiyi yani Mesut’u, “patronu” Servet Bey’e gammazlamıyor, onun yerine kendisini döven kişinin Adem olduğunu söylüyor. Nitekim daha sonra Civan’ın bu şekilde davranmasının sebebinin “güç kazanma isteği” olduğunu görüyoruz. Bu noktada Civan’ın gri bir karakter olduğunu söyleyebiliriz. İlk etapta “beceriksiz, özgüvensiz” görünen bu karakter, daha sonra kendini göstermek, diğerlerine sözünü geçirmek ve geçmişinden kurtulmak için her şeyi yapar hale geliyor. Hatta babasını bile öldürüyor kendi elleriyle. Dolayısıyla bu noktada, dizinin şayet 2. sezonu çekilirse, Civan’ın güçlenmiş bir şekilde Adem ile karşı karşıya geleceğini söyleyebiliriz. Başka deyişle, 2. sezonda Adem’i daha zorlu bir mücadelenin beklediğini öngörebiliriz.

Türkiye’de Kentsel Dönüşüm Gerçeği ya da Yalanı

Dizinin konusu Adem’in kimliğini bulması ve geçmişinin peşine düşmesi gibi görünüyor. Ancak alt metinde Türkiye’nin kentsel dönüşüm gerçeği ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalan bir mahalle kültürü de yer alıyor. Bu anlamda dizi için sosyolojik ve siyasi bir okuma da yapmak mümkün. Örneğin Servet Nadir’in küçük bir mahalle üzerinden rant yapması, yabancı yatırımcılara peşkeş çekmesi ve buna karşılık “mahalleli”nin sonucunda neler olacağını gerçekten bilmediği bir evrağa imza atmak zorunda kalarak “kaderlerine teslim olmaları” hepimize tanıdık gelen bir sahne. Hatta Servet’in ofisinde yer alan Murat Germen’in eseri Muta-morfoz isimli fotoğraf da hem dizideki kentsel dönüşüm vurgusunu hem de Servet’in bu yalanın bir parçası olduğu tezini destekler nitelikte. Tüm bu kentsel dönüşüm yalanının alt tabakasında ise bir kimlik sorunun ele alınması, senaryoyu daha güçlü bir konuma taşıyor.

Muta Morfoz fotoğrafı, Servet Nadir’in ofisine asılmış.

Öte yandan dizideki ana karakter olan Adem de iyi kurgulanmış. Adem, gerek etrafında olup bitenlerden gerek kendi geçmişinden beslenerek içi doldurulmuş bir karakter. Örneğin onun yaşadığı olaylara verdiği gerek duygusal gerek davranışsal tepkiler sayesinde neden bir kiralık katil olduğunu, çocukluk travmasının bugününü nasıl etkilediğini, Servet’in onu kirli işlerine alet etmesinden neden kurtulmak istediğini ve neden bir anda tesadüfen içine düştüğü mahalle için mücadele etmeye başladığını anlıyoruz. Kısaca Gölge’nin “Adem Yılmaz” olma sürecinin başarılı bir şekilde işlendiğini söylemek mümkün.

Gölge’nin geçmişinin dizinin yeni bölümlerinde hikayenin gelişimi açısından epey malzeme taşıdığını da söyleyebiliriz. Örneğin ikinci sezonda Gölge’nin hala hayatta olduğunu öğrendiği annesi hakkında daha çok bilgi toplamaya çalışacağını çıkarsayabiliriz.

Diziyi bitirdiğimde bu saydığım düşüncelere kapılsam da ilk bölümünü bu kadar başarılı bulduğumu söyleyemeyeceğim. Çünkü ilk bölümündeki bazı sığ espriler (Servet ve Gölge arasında geçen “kimlik” esprisi vb) ve olayların ne olduğuna anlam veremediğimiz şekilde çok hızlı akması, diziye karşı ilk başta bir önyargı oluşturmama sebep oldu. Fakat ikinci bölüm itibarıyla hikaye açılmaya ve bambaşka bir yöne doğru evrilmeye başladı. Karakterlerin dönüşümünü gördükçe bir sonraki adımı merak etmeye başladım. Üstelik verdiği sosyolojik mesajlar da diziyi izlenir kılıyordu.

50 M2 vs Bir Başkadır

50 m2’yi izlerken istemsizce Netflix’te yayımlanan ve sosyolojik izler taşıyan bir diğer dizi “Bir Başkadır”ı düşündüm. Bir Başkadır, özellikle sosyal medyada çok konuşuldu ve çok övgü aldı. Ancak itiraf etmeliyim ki, Bir Başkadır’daki karakterler -her ne kadar herkesin söylediği gibi- ilk etapta “bizim içimizden biriymiş” gibi görünse de dizinin karakterlerle ve zamanla ilgili bazı net sorunları olduğunu düşünüyorum.

Örneğin geleneksel bir karakter olmasına rağmen Yasin’in kız kardeşi Meryem’in çalışmasına izin vermesi, imamın kızı Hayrünnisa’nın başını açarak gezmesine aniden, evden çıkarken kapı önünde müsaade etmesi ciddi bir sorun. Bunlar, karakterlerin yeterince gerçekçi olmadıklarını gösteriyor. Öte yandan Hilmi’nin (Meryem’e aşık olan karakter) uzun uzun bilimsel konulardan söz etmesi de dizinin amacına hizmet eder bir işlevi olmadığı için göze batıyor. Ayrıca dizinin tam olarak hangi zamanda geçtiği de bir yanılgı yaratıyor. Dizideki nostaljik ögelerin aşırı kullanımı, dizinin günümüzde mi yoksa başka bir zamanda mı geçtiği karmaşasını gündeme getiriyor. Ancak 50 m2’nin -toplumsal sorunlara yer veren bir dizi olması itibarıyla kıyasladığım- Bir Başkadır’a göre bir adım ileriye gittiğini ve daha tutarlı ve gerçekçi karakterler ve olay örgüsü ile daha gerçekçi bir hikaye yarattığı kanaatindeyim.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın