Bu yıl izlediğim filmlerin yorumlarını burada kısaca bulabilirsiniz.
TOPAL ŞÜKRAN’IN MACERALARI: Onur Ünlü arabesk bir melodramı yine kendine has karmaşa içinde absürtleştiriyor. Biraz uzakdoğu filmlerinden, biraz Hollywood’tan parçaları gerçek kesit hikayesine uyarlıyor. Film görsel olarak yer yer sarhoş edici olması ve filmdeki ses tasarımı açıkçası takdir edilmesi gereken noktalar diyebiliriz. Ancak Onur Ünlü yine freni patlamış bir kamyon gibi filmin kontrolünü yitiriyor. Karşısına aldığı klişe senaryoyu olabildiğince ters köşelerle seyirciye sunmaya çalışan bir yapım olmasına rağmen, Ünlü filmlerinde bu iş abartıya kaçıyor. Örneğin çok sevdiğiniz bir yemeği çok fazla yediğinizde artık yeni şeyler yemek istersiniz. Ünlü sineması da biraz böyle. Hep aynı numaraları yapmasından kaynaklı olarak sunduğu yenilikler bilinçli seyircileri etkilemiyor. Ama kendi hayranları için filmi yapıyorsa elbet çok mutlu olan kişiler çıkacaktır. Ama kendi komününde yaşadığı sürece sadece kendini mutlu eden filmler ortaya çıkaracak gibi gözüküyor. Sinemada oyun sevenler için bir alternatif görünüyor.
SOLUK: Kendini tekrar eden döngü, hastalıktan eriyip giden bir adamın kayboluşunun hikayesi… Her hikaye anlatılmaya değer midir sorusunu seyirciye sordurtan Soluk, yönetmenin yenilikçi dokunuşlarda bulunmaması sonucunda seyir zevki olmayan vasat bir işe dönüşüyor.Örneğin filmdeki bakıcı karakterinin bir nevi Azrail metaforu gibi sunulması ve yaratılan suni gerilimi ne yazık ki filmin genelinde mantık kazanmıyor. Aslı İnandık’ın youtube videosundaymış gibi filme ekstra katkı sağlamayan oyunculuğu ve Uğur Polat’ın teatral performansıyla seyir zevki inanılmaz düşük bir işa evriliyor. Filmdeki yan karakterlerin filme herhangi bir katkıdan çok kalabalık yaratması ise ayrı bir zaman kaybı ne yazık ki… Savaş Dinçel’in hayatından esinlenilmiş gibi festival çevresinde dedikodular dönüyor. Ancak filmi izlerken bu durumun herhangi bir kırıntısına rastlayamıyoruz. Albenisi olmayan bir proje olarak da doğal olarak unutulacaktır.
THREE SUMMERS: Brezilya’daki politik çalkantıların etkilerini zengin bir ailenin hizmetçisi üzerinden anlatan Three Summers, üç noelde anlattığı hikayesinde dokunaklı anlar yakalamayı başarıyor. Her yılın farklı durumlara ve anlamlara evrilişi filmin katmanlı senaryosu sayesinde başarılı oluyor. Second Mother’dan tanıdığımız filmin başrolü Regina Case doğal tavırları ve rolündeki kusursuz enerjiyle filmi tek başına sürüklemeyi başarıyor. Dolaylı yoldan politik ve Geride kalanların psikolojisini yansıtması açısından küçük ama etkileyici bir film olmuş. Kahya ve yaşlı adam arasındaki ilişki ise eşine az rastlanır bir şekilde duygusal bağ kurmanızı sağlıyor.
BOZKIR: Yarışmanın son filmi Bozkır yine albenisi olmayan bir konuyu, sınırlı bir bakış açısıyla izleyiciye vizyon yoksunu bir şekilde sunan filmlerden biri olarak betimleyebiliriz. Donuk performansları ve genel hatlarıyla vasatın altı bir iş ortaya çıkmış. Filmin merkezindeki konuyu 10 dakikalık kısa bir belgeselle anlatsa belki de daha anlamlı bir işe imza atılmış olurdu. Ancak filmin konusu kısır ve uzun metraj olarak beyazperdeyi taşayamayacak nitelikte karşımıza çıkıyor. Belli ki yarışma kontenjanı doldurulmuş. İlk planda gösterilen tüm filmin özeti, filmin devamını gereksiz kılıyor. Bir de sesin görüntüden önce geldiği yıldırımı da ilk defa bu filmde görme şansı elde ettik.
OMAR VE BİZ: Türkiye ve dünyanın yüzleştiği en büyük sorunlardan biri olan mülteci krizini, yabancı düşmanlığı üzerinden anlatmaya çalışan Omar ve Biz, senaryo olarak ilk akla gelen yolu karşımıza sunduğu için filmden pek de yenilikçi bir bakış açısı göremiyoruz. Filmde yaratılan katarsisin inandırıcılıktan yoksun olması ve oyunculuk performanslarının yetersizliği nedeniyle filmin kamu spotu gibi görünmesine vesile oluyor. Filmin göze parmak denilecek finaline ise söyleyecek söz bulamıyorum. Görsel olarak temiz işçilik çalışması da filmi kurtaramıyor.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.