Son derece politik söylemlerle geçen 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali Kurak Günler’in 9 ödül kazanması ve beklenmedik şekilde Karanlık Gece’nin geceden en iyi filmi kazanarak galibiyetle dönmesiyle sona erdi. Bu yazıda tüm yarışma filmlerinin kısa değerlendirmesini bulabilirsiniz.
Bir Umut: Minimal oyunculuğu ile Funda Eskioğlu çok dozunda performans sergiliyor. Baran Şükrü Babacan son yılların en enteresan performanslarından birini veriyor. Ancak yönetmenin kadraj seçimleri ve kimyası tutmayan ana karakterleri filmde belirleyici unsur oluyor. Bir Umut’un senaryo ve görüntü yönetmenliğinde derin sorunları var. Özellikle filmdeki geniş planların azlığı filmin kendi içinde boğulmasına sebep oluyor. Filmde kurgunun film içinde savruk durması da bu durumun önemli etmenlerinden biri olarak değerlendirilebilir. Göze sokulan martı metaforları ve seyir zevkini etkileyecek gereksiz verilen detaylar filmin tahmin edilebilir ve yavan görünmesine sebep oluyor. Filmin harcanmış bir potansiyeli olduğu gerçeği ilk akla gelen hayalkırıklığı oluyor.
Hara: Beşinci filmini çeken bir yönetmenin hâlâ oyuncu yönetiminde sorunlar yaşaması enteresan bir durum denilebilir. Oyuncuların kendince kontrolsüz performansları filmin amatör görünmesine neden oluyor. Yapay oyunculukları, mesaj kaygılı işlemeyen senaryosu ve TV filminden hallice görsel yapısıyla Hara yarışmanın zayıf filmlerinden biri oluyor. Her noktası sorunlu bir film çıkıyor. Filmin vizyonda genel seyircinin gönlünü çelecek olmamış ama kabul edilebilir birkaç sahnesi var. Bu sahnelerle aradığını bulur mu tartışılır ama genel hatlarıyla filmin festivallerde neden yer aldığı kafalarda soru işareti bırakıyor.
Gidiş O Gidiş: Burak Çevik, B.Williams ve S. Bohdanowicz’ın yönetmenliğini üstelendiği Gidiş O Gidiş’te insan algıları üzerinden bağlantılar kuruluyor. Basit görsellerden derin anlamlar çıkartmaya çalışıyor. Kişisel bağları, hafıza ve mekan üzerinden anlamlandırıyor. Ancak bu video art çalışma herkese hitap edecek cinsten bir iş değil. Daha çok bienallerde yer alması belki de filmin hedef kitlesine daha çabuk ulaşmasını sağlayacaktır. Özellikle Altın Portakal gibi deneysel formatlara kapısı çok açık olmayan bir festivalin, böyle bir bölümden yoksunluğu filmin ulusal yarışma filmleri arasında kaybolmasına sebep olmuş.
Ayna Ayna: Ayna Ayna üç kadının yansımaları üzerinden hayata tutunma çabalarını, fırtına öncesi sessizlik halindeki İstanbul’u merkezine oturtturarak seyirciye aktarıyor. Vedat Özdemir’in görüntü çalışması takdiri hak ediyor. Tiyatro ve edebiyattan beslenen senaryo filmini zenginleştiriyor. Film şehrin geldiği duruma dair iyi tespitler yapıp, detaylarıyla gerçek İstanbul’u gösterip filmin bir oyuncusu haline getirmesi sonucunda mekanın genel filmin önüne geçtiğini kanıtlar düzeyde bir tablo çizilmiş. Belmin Söylemez oyuncularının performansını yükseltmek yerine, onları senaryonun yararına kullanarak kendince bir yol izlemiş. Böylece oyuncu performansları bireysel olarak olmasa bile yönetmen tercihleriyle sıkıntısız görünebiliyor. Tabii bu noktada izleyicide bir yanılgı oluşuyor. İyi oyunculuk; var olanın kurmacaya uygun yerleştirilmesi mi, yoksa oyuncunun performansının filmi üst kademeye geçirmesi mi doğru sorularını aklımıza yerleştiriyor. Genel hatlarıyla ulusal yarışmanın öne çıkan filmlerinden biri olmasına rağmen, genel sinemaya baktığımızda Ayna Ayna ortalama seviyelerde seyrediyor.
Bomboş: Onur Ünlü’nin tatilde sıkılıp çektiği filminde, yine absürt anların içinde dolaşması pek şaşırtmıyor. Sonuçta yönetmenin sineması kendi bakış açısında ilerleyen ve kendine has bir içerik üretiyor. Lakin yönetmenin filmografisindeki genel sorunları yineliyor ve bulduğu birkaç iyi sahne dışında bu başarıyı genele yayamıyor. Bomboş ileride trash klasiği olur mu bilinmez ama ismine yaraşır bir film olduğu kesin diyebiliriz. Akıllara zarar birkaç sahne dışında film yerli sinemanın akılda kalmayacak filmlerinden biri oluyor. Oyuncu kadrosu ise belli ki filmi çekerken eğlenmişler. Bu durum sadece oyuncuları ve yönetmeni eğlendiriyor gibi.

Kurak Günler: Tüylerim diken diken edecek düzeyde Türkiye gündeminin en sert politik bakış açılarından biri Kurak Günler’i muhteşem kılıyor. Türkiye’nin tüm pisliklerini bir filme sıkıştırıp yüzünüze sert bir tokat indiriyor. Filmin her anını soluksuzca izlerken, kullanılan metaforların ve yaratılan atmosferin etkisinden çıkamıyorsunuz. Her sahnesi film bittikten sonra bile aklınızda dolaşıyor. Selahaddin Paşalı ve Erol Babaoğlu performanslarıyla filmi üst noktaya taşımayı başarıyorlar. Bu film için Emin Alper’in ustalık eseri dersek yanılmayız. Kurak Günler bırakın ulusal yarışmayı, bu yılın en iyi filmlerinden biri olarak yıl sonu listelerinde yerini alacaktır. Film bitince hareketsiz yerinizde kalakalıyorsunuz. İçinde yaşadığımız gerçekliği fark edip çığlık atmak istiyorsunuz. Çok güçlü bir film ortaya çıkmış. Tabii filmin iyi noktalarına temas ettiğimiz gibi eksiklerini de belirtmemizde yarar var. Bunların başında Ekin Koç’un karakterinin saçlarını savurarak aniden ortaya çıkan kurtarıcı görünümlü hali ve kimi detaylardaki bu farklı şekilde yapılabilir miydi soruları kafaları kurcalayan noktalar oluyor. Yine de genele baktığımızda yerli sinemanın yıllar sonra bile hatırlayacağı çok değerli bir film ortaya çıkıyor. Hatta ödül töreninden sonra aklımıza şu soru geliyor: 9 ödül alan bir filmin en iyi filmi de kazanarak neden 10 ödül alamadığı…
Kar ve Ayı: Toronto sonrası bizi ümitlendiren Kar ve Ayı ne yazık ki hayal kırıklığı yaşatıyor. Bilinen bir sonucu film boyunca gizem öznesi olarak sunması bile ne kadar sorunlu bir senaryosu olduğunu gösteriyor. Merve Dizdar gibi yetenekli bir oyuncuyu kullanamamak da ayrıca büyük bir sorun olarak akıllarda geziniyor. Filmin çekildiği mekanın doğal güzelliklerinin film açısından avantaj sağladığı ve Florent Herry’nin görüntü yönetmenliğinde filmin belki de en iyisi olduğunu kabullenmek gerekiyor. Yabancı basın ile konuşmalarımızda bu konuda ortak paydada birleşiyoruz. Görsel olarak tatmin edici tarafları olsa da, hikayenin geliştirilmesi gerektiği gerçekliği filmin önüne geçiyor.

Iguana Tokyo: Kaan Müjdeci’nin sinema estetiğinden ödün vermediği oyunbaz bir film karşımıza çıkıyor. Yönetmenin biyografik geçmişinden esinlendiği detaylar, filmin senaryosunun temellerini oluşturuyor. Buna göre şekillendirilen kimi detaylar filmin belli ki kendi içinde oluşturduğu dünyada rüyavari bir adalet kurduğunu kanıtlar vaziyette denilebilir. Bu dünyanın içindeki sistem eleştirisi seyirciye pek geçmese de, ülkemizde pek yapılmayan noktalara parmak basması açısından değerli görülebilir. Japon kültüründen beslenerek bizi bilinçdışı bir yolculuğa çıkaran İguana Tokyo, oyuncularını bir satranç piyonu gibi kendi stratejisine göre kullanıyor. Bir ailenin kaosa dönüşen iç düzenini gerçeküstücü bir hınzırlıkla ele alıyor. Herkese göre değil ama kesinlikle orijinal bir film olduğu yadsınamaz.
L.C.V.: Lütfen Cevap Veriniz: Tiyatroya yakın duran metniyle LCV’nin yıldızı senarist Erdi Işık diyebiliriz. Metnindeki keskin uçlu taraflarını korkusuzca savururken, genel seyirci başta olmak üzere izleyicileri avucunun içine alıyor. Gaza basmış gibi giden son derece tempolu ilk bölüm takdiri hak ederken, hikayenin farklı mekana ihtiyaç duyması biraz seyirciye boğucu etki olarak geçiyor. Belki de farklı karakterlerle renklendirilebilecek hikaye, günümüzün gerçeklerinde belli ki bütçe sınırına takılmış gözüküyor. Kadro içinde Cem Yiğit Üzümoğlu filmin açık ara en göze çarpan performansını veriyor. Ancak onun büyük yüksek perdeden oyuna birkaç nüansla daha zenginleştirilebileceği aklımıza gelmiyor değil. Özellikle yabancı basınla konuştuğumda filmin LBGTI bireyleri daha güçlü kılması gerektiği hakkında kimi eleştiriler duysam da, herkesin kendi insanlarının verdiği tepkiler farklı olabilir. Bunu da göz önünde bulundurmanın en doğrusu olabileceğini belirtmek isterim.
Karanlık Gece: Özcan Alper yeni filminde toplumsal homofobi, linç kültürü, doğanın tahribi ve çürümeye başlayan düzen üzerine bir vicdan hikayesi sunuluyor. Karanlık Gece içerik olarak tatmin edici olsa da, yönetmenlik olarak bir Sonbahar seviyesine ulaşamıyor. Bunun nedenlerinden biri de, kurgunun senaryoya hizmet ederken hantal kalması denilebilir. Filmin vermek istediği mesajın biraz daha nihilist seviyelerde kalması filmin daha karanlık bir tona sarılmasına neden olmuş. Yan karakterlerin filme katkısı sınırlı kalmış. Ülkemizin adalet arayışında olan insanlar için bir bataklığa dönüştüğü gerçeğini resmetmesi açısından film değerli bir yerde konumlansa da, sinema anlamında biraz demode kalıyor. Doksanlarda büyük bir hite dönüşebilecek olan film, günümüz normlarında net bir tatmin hissi vermiyor. Yine de yönetmenin belki de Sonbahar’dan beri karşımıza çıkan en iyi işi denilebilir.
Son olarak sinema yazarlarının yıldız tablosu ile bu seneki ulusal yarışmanın beğeni sıralaması hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.
