7. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali Günlükleri – 2

Festivalin bu yıl için planladığı etkinlikler çok verimli geçti. Beş önemli festival program kordinatörüyle yapılan söyleşide, film festivallerinin filmleri kabul süreçleri konuşuldu. Bu süreçte festivallerin kendi ülkelerindeki seyircinin isteklerine göre programlarını oluşturdukları ortaya çıktı. Bilhassa Rotterdam daha deneysel işlere kapı açarken, Moskova Film festivali iyi film ve filmin ülke içindeki dağıtımının özellikle seçimler için büyük bir etmen olduğunu belirtti.

Öte yandan Brillante Mendoza ve Kim Ki Duk’un masterclass’ları da deneyimleri öğrenmek için harika bir fırsattı. Mendoza’nın ülke içi dağıtımında boğulmaktansa uluslararası bir yönetmen olmayı tercih etmesinin, kendi ülkesine daha çok katkı sunduğunu söyledi. Ayrıca yönetmenin ülkesindeki suç dünyasına yakın kaynaklarının olmasının sinemasını gerçek kıldığını belirtti.

Kim Ki Duk söylesisi ise son derece eğlenceli ve samimi bir ortamda geçti. Kim Ki Duk esprili kişiliği ve samimi bir şekilde verdiği cevaplarla sinemasının kodlarını katılımcılara sundu. Çok önemli filmlerin perde arkasını dinlemek yeterince ilginçken, Duk’un hayat hikayesinin de son derece ilginç olması dikkatlerden kaçmadı. Kim Ki Duk’un Arirang Tepeleri şarkısıyla bitirdiği Masterclass unutulmaz bir deneyim olarak festivalin artı hanesine yazıldı.

Festivalde izlediğim filmler de devam etti.

HOMEWARD

Zvyagintsev’in ilk filmi The Return’un denklemleri değiştirilmiş versiyonu diyebileceğimiz Homeward, trajik bir olayın sonrasında baba – oğlun birbirlerini tanıma hikayesine dönüşen bir yol filmi olarak tanımlanabilir. Kırım Tatarlarına özgü öğeleriyle etnik açıdan Tatarca’nın Türkçe’ye benzemesi açısından film sırasında altyazıya bakmadan filmi anlamak mümkündü. Baba – oğul arasındaki etkileşimin Ukrayna’nın sert iklimiyle benzeştiği ilişki filmin dokunaklı finaliyle etkileyici olmayı başarıyordu. Yılın başarılı Ukrayna filmlerinden biri diyebiliriz. İzleyenlere keyif verdi.

HUMAN, SPACE, TIME AND HUMAN

Televizyonumuzun meşhur dizilerinden 5. Boyut ve Serdar Akar’ın filmlerinin sentezi diyebileceğimiz yeni Kim Ki Duk filmi, Eski Ahit’ten Nuh Tufanı’nı alarak kendine has bir yorumla seyircisine sunuyor. Gerçek Kesit oyunculuklarını aratan performanslarla, yönetmenin kariyer dibi oluyordu. Buna rağmen suçlu zevk unsurlarının bolca filmde yer almasından kaynaklı olarak izlerken sıkılmıyordunuz. Film o kadar kötü ki, o kadar iyi anlayışıyla izlendiğinde olayların şoke edici etkisi, bir anlamda daha fazla ne kadar uçarılıklara başvuralabilir noktasını sorguluyordu. Yönetmenin masterclass’ı sırasında “İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve Yeniden İlkbahar” filmine anti tez olarak bu filmi çektiğini söyledi. “Diğer film ne kadar insanların içindeki iyiliği çıkarabileceğinizi söylüyorsa, bu film de kötü insanların içimizde olduğunu anlatıyordu” diye açıklamıştı.

OLEG

Avrupa’daki göçmen sorununa “tutsaklık” teması üzerinden bakan Oleg, bir yandan gerçek anlamdaki tutsaklığa vurgu yaparken, öte yandan karakterin coğrafi tutsaklığına vurgu yapıyordu. Tek amacı iş bulup eve para göndermek olan bir adamın, belalı adamlara mahkum olması her anında can sıkıcı bir deneyime dönüşüyordu. Ancak filmin finalinde en kolaycı yolu tercih ederek seyircisini pek şaşırtamayn bir işe dönüşüyordu. Yine de işçi filmleri bakımından eli yüzü düzgün bir işti.

AFTER THE WEDDING

Remake olarak baktığımızda orijinalinin kafalarda soru işareti bırakmayan hikayesi, bu uyarlamada zorlama bir noktaya çekilmiş. Çatışmayı yaratan iki karakter olduğunda filmin şüphelere yer bırakmayan manevraları, aynı karakterlerin kadına dönüştürülmesiyle kafalarda soru işaret bırakan denklemlere dönüşmüşler. Bunun neticesinde de karakterlerin motivasyonları ve niyetlerine pek inanamıyorsunuz.  Özellikle casting olarak baya başarısız seçimler söz konusu denilebilir. Ama öncülünü unutursak ortalama bir dram kabul edip mutlu da olabiliriz. Çünkü film zorlama senaryosuna rağmen iyi performanslar görebileceğiniz ama kendini geliştiremeyen bir remake…

TIEMPO DESPUES

Absürt bir gelecek tasviri sunan yapım, türlü garip buluşlarına rağmen hâlâ günümüz kast problemleriyle uğraşması nedeniyle pek inandırıcı olamıyor. Kendine has mizahını kabullenirsek sosyolojik göndermeleri ve enerjik yapısıyla keyif alınabileceğini düşünüyorum. Filmdeki konuyu anlatmak için illa 7000 yıl sonraya gitmeye gerek yoktu. O kadar sene gidiliyorsa da, daha fütüristik tasarımlar görmememiz için neden yoktu. Ağızla yapılan ses efekti gibi ışınlanma numaralarını maalesef biz ülkemizde GORA filmleriyle aştık gibi görüyorum. Bu filmin absürt tarafı dışında ele avuca sığan bir özelliği olmadığını da itiraf etmek gerekiyor.

THE SPECIALS

The Specials hassas bir konu üzerinden ajitasyona kaçmadan duruma olumlu yanından bakan pozitif bir filmdi. Meslek dizilerini hatırlatan kurgusal yapısıyla seyir zevki olarak akıcı bir ilerleyişe sahip olması belki de elindeki en büyük kozdu. Ancak Vincent Cassel’in filmdeki aşk hayatı hikayenin dağılmasına vesile oluyordu. Filmin geneline bakıldığında sosyal sorumluluğu merkezine alan bir kamu spotundan hallice bir içeriğe sahipti. Filmin hikaye kurmasındaki dağınıklık ise filmin daha üst mertebedeki filmlere ulaşmasını engelleyen en önemli unsurdu. Ama izlerken duygusal anlar yaşayabilirsiniz. Hatta karakterlerin hallerine acıyabilirsiniz. Ancak bu durumun filmin sorunlarını görmezden gelmeye yeteceğini sanmıyorum.

 

Yorumlar

Bir cevap yazın