Güzel bir gece sonunda 7. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali ödülleri sahiplerini buldu
Birbirinden değerli filmleri üst üste izlediğimiz Suç ve Ceza Film Festivali, Atlas sinemasında geçtiğimiz gece gerçekleşen ödül töreniyle birlikte Altın Terazi yarışmasının ödüllerini sahiplerine teslim etti.
Jüri üyelerinin katılımıyla daha renkli bir geceye dönüşen tören, keyifli muhabbetler ve sıcak insanların bir araya gelmesiyle sinema namına başarılı bir organizasyon olarak akıllarda kaldı.
Barry Ward’un sahnedeki sempatik tavırları, ödül alan film ekiplerinin gözlerinden okunan heyecan ve festival katılımcılarının memnuniyeti simgeleyen tebessümleri Türkiye’de festival organizasyonlarının doğru yapılabileceğinin kanıtı gibiydi.
Sonuç olarak ödüller dağıtıldı, fotoğraflar çekildi. Gelecek seneye kadar Suç ve Ceza Film Festivali sona erdi.
Festivalde izlediğim iki yeni, bir eski filme dair görüşlerim ise kısa kısa şöyle özetlenebilir.
VOLT
Tarık Ehlai’in yönetmenliğini üstlendiği Volt, gelecekte bir ülke sınırındaki mültecilere müdehale eden bir polisin hikayesine odaklanıyor. Keskin renkteki ışık kullanımı, sınırlandırılan kadrajlar ve minimalist bir vicdan hikayesi diyebileceğimiz Volt, stilize tarzına rağmen VHS döneminin video filmlerini andıran yapısıyla pek de izleyiciyi kandıramıyor. Senaryosunda ciddi sıkıntılar barındıran yapım, mülteci krizine farklı bir bakış açısıyla bakıyor. Irkçı Alman polisleri, suçlu göçmenler ve yaptığı hata yüzünden eski sertliğini kaybeden bir polisin vicdan muhasebesi yaratıcı olmaktan uzak hikayeyle beslenince ortaya çok da matah bir iş çıkmamış. Hatta en baştaki “in future” ibaresi koyulmasa filmin tipik bir mülteci gerçekliği filmi olduğunu düşünebilirdik. Bu bağlamda distopya havası verilmesi çok da filmin akışına etki etmemiş.
ZWISCHEN DEN JAHREN
Lars Henning’in yönetmenliğini üstlendiği Zwischen den Jahren, Becker isimli eski bir motorcu çetesi üyesinin hapisten çıktıktan sonra yeni bir hayat kurmak istemesine odaklanıyor. Ancak Becker ne kadar işleri yoluna koysa da, geçmişin buhranından kurtulamaz. İşlediği günahın kalıntıları onu cezalandırmaya çalışır. Bir nevi iç hesaplaşmaya dönüşen hikayesiyle son yıllarda festivallerde keşfedebileceğimiz sürpriz hazinelerden biri olduğunu söyleyebilirim. Başroldeki Peter Kurth’un harika performansının yanı sıra şiddet, arınma ve pişmanlıklar üzerine film güçlü bir anlatı dili geliştiriyor. Güçlü bir dramatik çatı altında melankolik yapısıyla yürekleri parçalıyor.
…AND JUSTICE FOR ALL
1979 yapımı Norman Jewison filmi için hukuk dünyasının başucu filmi dersek yalan olmaz. Farklı davaların yan hikayeler şeklinde sunulduğu filmde, ana hikaye olarak tecavuz suçuyla yargılanan pek sevilmeyen bir hakimin davası merkeze oturuyor. Özellikle avukat psikolojisi üzerine söylemleri ve kanunların kağıt üstünde düzgün olmasına rağmen uygulanış açısından açıklarının olduğunu vurgulayan son derece cesur bir iş diyebiliriz. İşleyiş yapısı itibariyle avukat dünyasının Full Metal Jacket’ı olarak kabaca benzetebileceğimiz …and Justice for All, yine Al Pacino’nun genç de olsa oyunculuk namına döktürdüğü filmlerden biri olarak dikkati çekiyor.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.