Konunun aslı, hiç Superman öyküm yok. Benim için karaktere erişebileceğim hiçbir nokta yok. Eğer gerçekten onun hakkında düşünürlerse, kimse için yok.
Kendisinden Superman çizgiromanı yazması istenen Steven T. Seagle
It’s a bird!
“Kafamda özgün bir düşünce var mı?”. İşte her yazarın korkuyla kendisine yönelttiği ölümcül soru. Adaptation filminin başında Charlie Kaufman (ister filmin senaristi hüviyetinde bir giriş olarak ele alın, ister film içindeki senarist karakter olarak ele alın -ki filmde bahsedilen bu alanlar öyle iç içe geçiyor ki önemini yitiriyor bu ele alış) düşünceden düşünceye atlamaya bu soruyla başlıyor. Aslında, bu sorunun akabinde konudan konuya atlaması ve bu konularda inanılmaz bir yaratıcılık sergilemesi bile sorunun naçizane yanıtı. Nevrotik, sinik ve sosyopat bir sayıklama, hezeyan… Filmin Being John Malkovich’in setinde geçen ilk sahnesinde Kaufman’ dan kameranın görüş alanından çıkması isteniyor. O da kalkıyor stüdyoyu terk ediyor. Sanki kurgusal yapıtında bittabi kendisine rol biçmesini doğru bulmuyormuşcasına! Zaten yapıtına kendisini dâhil etmenin affedilmez ve hastalıklı bir hata olduğunu da filmin ilerleyen evrelerinde belirtiyor. Belki yazının akıcılığına ve içselleştiriciliğine ters ama çorba olan bu girişten sonra ben de bu soruyu –kendime- sormak zorundayım; “kafamda özgün bir düşünce var mı?”.
Charlie Kaufman gibi nev-i şahsına münhasır bir senaristin yazdığı film olması yetmiyormuş gibi kendini de kattığı hatta başrol yaptığı bir filmi ele alacaksanız “yazar tıkanmasına” hazır olmalısınız. Öncelikle sizin de zeki bir şeyler yazmanız gerekir. Gerekir çünkü kuralları başkaları koymuyor; siz koyuyorsunuz. Aynı Kaufman’ ın belirtmek istediği gibi bu insanın üstünde daha da büyük bir baskı yaratıyor. Sonuçta, paradoksal bir şekilde baskı mı tıkanmayı, yoksa tıkanma mı baskıyı tetikliyor/ arttırıyor fark edemeyecek düzeye gelene kadar kendinizi zorlarsınız. Sonra… yazamazsınız işte.
Adaptation Susan Orlean’ın kitabı Orkide Hırsızı’nı film senaryosu olarak uyarlaması (adaptation) istenen Charlie’yle ilgili. Ama Susan’ınla da ilgili aynı zamanda. Yani hem Susan’ ın öyküsü (kitap), hem Charlie’nin öyküsü (özgün senaryo, yaratıcılık süreci) hem de ikisinin kesiştiği kurgusal alan var filmde. Birbirini tetikleyen olaylar, gelişen karakterler, perdeye yansıtılan iç dünyalar, psikolojik analiz ve anlamlandırma var bu filmde. Kısaca Kaufman’ ın uyarlamasında istediği her şey var. Ama filme dahil etmek istemediği cinsellik (dozu oldukça az), silahlar ve araba kovalamaca sahneleri de var. Bir bakıma kendiyle dalga geçiyor Kaufman bunları filme koyarak.
Film içerik dışında öyle güçlü oyunculuklara da sahip ki kurulan dünyaya girişte seyirci hiç zorlanmıyor. Usta oyuncular Meryl Streep ve Chris Cooper’ın dozajında performansları filme akıcılık katıyor. Filmin ruhunu bulmasıysa tamamen Nicolas Cage’in Charlie Kaufman performansıyla gerçekleşiyor. Gerek fiziksel, gerekse zihinsel olarak Charlie ve ikiz kardeşi Donald’ı canlandıran Nicolas Cage döktürüyor. Bir elde Charlie’nin çektiği yaratıcılık sancısını, tıkanmasını ve bu durumun ruh haline yansımasını çok güzel perdeye yansıtırken, bir yandan da tersi bir duruma doğru yol alan Donald’ı da canlandırarak Cage gövde gösterisi yapıyor.
Donald’dan bahis açılmışken… Gerçekte böyle biri, Charlie Kaufman’ın bir ikizi yok. Gayet makul olarak kendisi, hikayeye derinlik katılması (hatta Donald’ın yazdığı senaryonun kahramanının çift kişilikli olması bile bu derinliği yansıtıyor) ve Charlie’nin kişiliğinin açılımlarının yakalanması için konulmuş. Yani siyah üstündeki beyazın daha beyaz olması gibi bir durum var ortada. Üstelik bu yapı ve ele alışla zıt karakterler birbirinden öğreniyor, etkileşime geçiyorlar (Charlie- Donald ikilisinde olduğu kadar şehirden gelen Susan – doğayla iç içe ve kafasına buyruk yaşayan John ikilisinde de bu öğrenme, etkileşimde bulunma süreci var).
Adaptation içsel dinamiklerinin yapısıyla olsun, öykü ve öykünün ortaya çıkma sürecini birleştiren anlatımıyla olsun Steven T. Seagle’ın Superman öyküsü “It’s a Bird!” çizgiromanına benziyor. Bu eserin kahramanı da yazarın ta kendisi. Steven, aynı Charlie gibi büyük bir teklif alıyor; kendisinden bir Superman öyküsü yazması isteniyor. İşte bu yazım sürecine odaklanan öykü arka plana “kusursuz, süper adamı” atarak ön planda insani kusurları ve korkuları işliyor. Adaptation’da ise Donald’ın varlığı ve Susan ile John’un hikâyesi diğerlerine arka plan oluşturuyor. Hazır It’s a Bird! gibi bir nirengi noktasıyla Adaptation’ın sanatsal dünyadaki yerini belirlemişken bir de sinemadan bir nirengi noktası seçerek bu yeri sinema sanatı dahilinde özelleştirelim; tabii ki akla ilk gelen örnek Barton Fink olacaktır. Yakın zamanda b sitede de incelenen Barton Fink, Coen Kardeşlerin dehalarının ürünü. Bildiğiniz üzere o da yaratım sürecini, yaratıcı kişinin sıradanla ilişkisini sorguluyordu. Tabii ki ele aldığı konular oldukça geniş bir duygu ve deneyim skalası sunuyor ama Adaptation’la gezindikleri ortak sulara baktığımızda yaratım süreci ve kaygıyı görüyoruz. Yaratıcı bir kişinin toplumdan yer yer nasıl kopuk ama yansıttığı toplumu ele alabilmesi içinde ne kadar o topluma bağımlı olduğunu gözler önüne seren iki yapıt olaylara sahip oldukları “yaratıcılar” nedeniyle farklı açılardan yaklaşıyor pek tabi. Adaptation ana akıma daha yakın olarak öyküye ağırlık verirken, Barton Fink ana karakterin ruhsal ağırlığını film boyunca taşıyarak alternatif varlığını da tescilliyor. Nasıl ki Donald Mckee’den edindiği bilgileri Charlie’yle paylaşırken türler kırması bir filmin başarısından söz ediyorsa Adaptation da bunu yapıyor ve komedi – dram vasfına gerilim, romantizm gibi özellikleri de katıyor. Öyle ki sonlara doğru hapishaneden kaçış düsturuna göndermelerin olduğu bir sahne bile mevcut.
Charlie Kaufman yazdığı senaryolarla ufuk açmaya, farklı olanı ama orada olanı göstermeye devam ediyor. İster yaratıcılık densin, isterse ayrıntılar için gözü açık tutmak farkında olmadığımız birçok durumu göstererek farklı olmayı başarıyor. Bu sebepledir ki farklı olana ihtiyaç duyan endüstride (pardon, bu kelimeyi kullanmamam gerekiyordu) her daim yer bulacak ama ondan da önemlisi, ana akım sinemadan bıkıp da alternatifin ağırlığında ve dinginliğinde kaybolmak istemeyenleri cezbedeceği de gayet ortada.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.