Her Evlilik Mutlu Görünür
Film başlangıcında sıradan bir evliliğin portresi karşımıza sunuluyor gibi bir izlenim yaratılmış. Mary’nin kocasının dinlediği bir Bollywood şarkısının yüksek notalarına eşlik ettiğini görürken, günlük yaşamın en büyük derdi olan “Bugün ne yiyeceğiz?” sorusu karı kocanın en büyük sorunu gibi karşımıza çıkarılıyor. Eşiyle mutlu bir kadının nazik gülümsemesini fark ediyoruz. Ancak kocanın kaybıyla yaşanan şok durumu, filmin tamamına yayılarak bizi bir buhranın içine atıyor.
Dikkat çekici ilk sahnenin ardından önümüze kederli bir kadın sunuluyor. Onu teselli eden kişilerin arasında kendi akrabalarının olmayışı, kafamızda soru işaretlerinin oluşmasına neden oluyor. Belli ki ailesi bu duruma yabancı biriyle evlenmesinden kaynaklı olarak mesafeli yaklaşmış. Bu sebeple Mary’nin kocasından başka tutunabileceği bir kişinin olmadığını fark ediyoruz.
Bu durum da Mary’nin yas sürecine girmesiyle beraber yasın aşamalarını hissetmesine vesile oluyor. Ölümün getirdiği şok, bu durumu inkar etme, kendine yaşam adına bir neden arama, yüzleşme ve depresyon… Yaşanan bu süreçlerin filmin finalinde arınmayla sonuçlanması, hikayenin omurgasının planlı bir şekilde düzgün ilerlemesine vesile oluyor.
Yas Sürecinde Bir Kadın…
Ana karakterimiz Mary, kocasının öteki yaşamını keşfetmesiyle beraber kendini bir gizem hikayesinin içinde buluyor. Kendi içinde yas döneminin getirdiği genel hüzün, bu merak unsurlarıyla dolu keşif macerasına dönüşüyor. Kocasının bilmediği taraflarını keşfederek, kendince bir yüzleşme sürecine adım atıyor. Kocasının yasak ilişkisinden çocuğunun olması ve başka bir kadının varlığıyla aslında yıllardır birlikte olduğu adamı yeterince tanıyamadığını fark ediyor. Varoluşçu sorgulamalarının bir sonuca ulaşmayacağını bildiği için, normal şartlarda düşman gibi görünen karşıt bireyleri tanımayı tercih ediyor. Ne de olsa onların da kendisi gibi kocasının yaşantısının birer parçası olduğunu kabul etmesi gerekiyor.
Film bu noktadan sonra bir kadın dayanışması ve geçmişin ruhlarıyla yüzleşme hikayesine dönüşüyor. Her olayın insana farklı kapılar açabileceği mevzusu filmin ana fikri olarak filmin merkezinde yer buluyor. Yönetmen Aleem Khan kusursuz görsel imgeler yaratarak insan psikolojisinin derin noktalarına temas ediyor. Sessizliğin resmini de yapıyor diyebiliriz. Çünkü sözlerin olmadığı görsel anlatım bölümlerinde yas sürecinin insanı savuran etkisini birebir deneyimleme şansı buluyoruz.
Filmin başrol oyuncusu Joanna Scanlan’in çelişkilerle dolu bir kadını kusursuz canlandırması, üst düzey bir performans olarak yorumlanabilir. Karakterinin kör noktalarını büyük bir doğallıkla seyirciye aktarırken bir an bile şüphe uyandırmıyor. Diğer oyuncularla birlikte mutlak uyumu yakalarken incelikli nüansların yakalanması filmin artı hanesine yazılıyor.
Kültürel Doneler ve Batının Kibri
Ölen kocanın Pakistanlı olması ise filmin en büyük ikilemini ortaya çıkartıyor. Batı kültürünün doğuya mesafeli yaklaşımı ve sadece iyi taraflarını benimsemesi, filmdeki kibrin gün yüzüne çıkmasına vesile oluyor. Mary’nin karakteri Müslümanlığa geçmesinden dolayı Pakistan kültürünü benimseyen bir anlayıştayken, sevgili konumundaki Fransız Geneviève Mary’inin müslüman olmasından dolayı küçümsüyor. Çünkü karşısında gördüğü kişi sadece örtülü ve dininden ibaret bir kadına dönüşüyor. Halbuki kocasının vazgeçemediği biricik karısı olduğu gerçeği, kibrin ölümden sonra değersizleştiğinin en büyük gösterisidir diyebiliriz.
Sonuç olarak Khan sessizliğin içinde yakıcı ve derinlikli bir filme imza atıyor. Yönetmen ilk filminde oluşturduğu ikilemleri başarılı bir şekilde senaryosunda şekillendirirken, sinematografisinden ödün vermeyerek gelecek için umut veriyor. Ölümün ardından geride kalan insanların travmalarının tek taraflı olmadığının altını çizen After Love, yaşama tutunmak üzerine detaylardan büyük anlamlar çıkarıyor.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.