Emin Alper’in bluTV için çektiği Alef, dini ve özellikle tasavvufi altyapısı güçlü bölümlerle başladı. İlk iki bölümde çözüm bekleyen ve merak uyandıran cinayetlerden çok, ülkemiz yapımlarında pek duyamayacağımız sözler dikkatimizi çekti.
İkinci bölümde Harun Reşid’in oğlu, ayrıksı halife Memun ve Mutezile hareketinin isminin geçmesinin pek de rastlantı olmadığını düşünüyoruz. Azil kökünden gelen Mutezile, azledilenler anlamına geliyor. Ortodoks sünni yaklaşım tabi “Siz istifa etmediniz biz sizi kovduk” demek için belki de o dönemde pek de “görevli” sayılmayacak insanları kovmuş ve yer yer de sapkın ilan etmiş. Biraz yakından baktığınızda ve dogmalara bağlı kalmadan okumalar yaptığınızda mutezilenin “akıl ve bilim yoluyla özgürleşen” insanlar olduğunu görüyorsunuz.
Alef’te ise muteziller farklı şekilde kendini gösteriyor. Devleti ve sistemi temsil eden insanlar dışında her karakter ayrıksı ve hayatın/sistemin önümüze koyduğu yollardan azledilmiş isimler. Ana karakterlerden Kemal Tekin, belki de yaşadığı acıların sonucunda “kemale ermiş” bir ruh gibi… Settar, isminin anlamı gibi devletin ve sistemin ayıplarını inadı ve hoyrat kişiliğiyle örtmeye çalışan bir protagonist portresi çiziyor. İlk bölümler itibariyle İstanbul’un hayatını normal sürdüren, kendilerine çizilen yolları takip eden insanlarının pek girmediği ve görmediği bölgelerinde dolanıyoruz. Hayatlarını farklı yollarla kazanan, düşünce biçimleri dogmalara pek uymayan insanlarla tanışıyoruz. Yüzlerce yıldır süren bir rum ortodoks geleneğini anımsıyor, Nijeryalı karakterle yaşadığımız toprakları kendi evlerinden kovulmuş, azledilmiş insanlarla paylaştığımızı hatırlıyoruz. Katledilen travestinin hayatında, günlük yaşantımız içinde belki de kafamızı başka yöne çevirip, görmekten kaçındığımız zorlukları hissediyoruz.
Gözlerimiz ve aklımız belki anlatılmak istenenden fazlasını arıyor ve bulmaya çalışıyor olsa da yönetmen koltuğunda Emin Alper’in bulunması bu okumaları şimdilik geçerli kılıyor kanaatindeyiz.
Alef’in altmetinleri dışında teknik altyapısıyla da incelediğimizde bir ustalık eseri ile karşı karşıya olduğumuzu söylememiz mümkün. Emin Alper, İstanbul’un karanlık ve klostrofobik ortamlarını, ışığı ve renkleri en iyi şekilde kullanarak önümüze sunuyor ve bizleri de atmosferin bir parçası yapıyor.
Diziyle ilgili gelecek bölümlerdeki beklentimiz ise safi bir seri katil öyküsü anlatmaya çalışıp, ilk iki bölümde başardıklarını çöpe atmaması olacak. Cinayeti çevreleyen gizem, ikinci bölümde ipuçları verilen öyküye göre büyük bir ihtimalle yine tasavvufa ve dini farklı yollarla yorumlayan insanlar arasındaki bir çekişmeye bağlanacak. Katilin, “sapkın” gördüğü isimleri cezalandırıyor olması mümkün, ya da kendisi de yayınlatmaya çalıştığı kitapta anlatıldığı gibi kendine akıl ve inanç dünyasında farklı bir tarikat/yol seçmiş bir isim olabilir.
Duvara çizilen ve diziye de ismini veren alef, arapçada elif, yunancada alfa bir harf olmaktan fazlasını ifade etmiş çağlar boyunca… Vahdeti, sevgiliyi, divan edebiyatında elif harfinin ucundaki kıvrım nedeniyle sevgilinin zülfünü anlatmış okuyanlara…
Emin Alper ve ekibinden Alef’in gelecek bölümlerinde biz izleyenlere daha çok okumak, öğrenmek, hissetmek için ayrıntılarla dolu bir yapım beklediğimizi belirterek sözü Yunus Emre’ye bırakalım…
Dört kitabın mânâsı
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır
Yiğirmi dokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Mânâsı ne demektir
Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.