Yaklaşık iki ay boyunca her Cuma hakkında yazılar yazdığım Alef dizisinin sonuna geldik. Bu yazımızda Alef dizisinin 8. Bölümünü yani birinci sezonun finalini değerlendireceğiz. Dizi hakkında BluTV bir açıklama yapmasa dahi, geçtiğimiz günlerde İKSV’nin Youtube kanalına katılan dizinin yönetmeni Emin Alper, dizinin ikinci sezonunun olabileceğini ama kendisinin yer almayacağını açıkladı. Bu haberi verdiğimize göre dizinin genel bir incelemesine geçebiliriz.
Tarikatlar arasındaki sürtüşmeleri, ötekileştirilmiş ve yokmuş gibi davranılan tarikatları, seri katil hikayesi ile birleştirip, bir intikam öyküsü üzerinden anlatmak şahane bir fikir. Lakin dizinin izlediğimiz sekiz bölümüyle, potansiyeli birbiriyle tam anlamıyla uyuşmadı. Görüntü yönetimi, müzikler ve genel yönetmenlik becerisi için gayet iyi bir yapım olan Alef, yüzeysel anlatılan tarikatlar, kötü diyaloglar ve vasat oyunculuklarıyla beklenileni veremedi.
Toplamda sekiz bölüm süren dizide, geçen haftalarda da bahsettiğimiz gibi vasat bölümlerin oluşu, senaryonun aksak bir şekilde ilerlemesi ve daha da önemlisi anlatmak istediği hikayeden hep bir yarım ağızla bahsetmesi, seyircinin dizinin içine tam manasıyla girmesini zorlaştırdı.
Güneş ve Celal üzerinden Mevlana ve Şems’in ilişkisine değinen bu yapım, temeline aldığı konu itibariyle ilgi çekici duruyor. Lakin varış noktasına giderken, hangi yollardan geçtiğimiz ve bu yollarda nelerle karşılaştığımız önemli. Dizinin finali, geride kalan diğer bölümlere göre daha başarılıydı. Peki karşımıza çıkan görüntüde, sekizinci bölüm mü çok iyiydi yoksa diğer bölümler mi vasat altıydı? Bana kalırsa diğer bölümlerin vasat altı oluşu, bu bölümü yüceltti. Dizinin tüm bölümleri, sekizinci bölümün kalitesinde olabilseydi, şu an da bambaşka şeyler konuşuyor olabilirdik.
Sekizinci bölümün derinlemesine incelemesine geçecek olursak, cinayetleri işleyen kişiyi öğrendik. Alef dizisi hakkındaki diğer yazılarımı okuduysanız, katilin Yaşar’ın eski eşi olabileceğini söylemiştim. Lakin içinde bulunduğumuz durum itibariyle katilin kim olduğunun önemi kaldı mı? Bence kalmadı. Katilin motivasyonu daha önemli bir hâl aldı. Celal’in yani Yaşar’ın eski eşinin, cinayetleri işleme sebebini ve bu süreci genel olarak beğensem de Celal’in karakter yapısına uymayan bir olaydan bahsedeceğim.
Temelinde tarikat öğretisini bulunan Celal, aşık olduğu insanı kaybetmesinden dolayı bir intikam almayı hedefliyor. Eşcinsel bir ilişki yaşamasından dolayı Celal’in eşi ile arası açılıyor, sevdiği adam hem ailesinden hem de tarikattan uzaklaşmak durumunda kalıyor. Sırf eşcinsel olduğu için ötekileştirilen ve dışlanan Güneş, intihar ederek yaşamına son veriyor. Bunun üzerine intikam duygusuyla yanıp tutuşan Celal ise ilk iş olarak, bir transseksüel olan Mustafa Diri’yi öldürüyor. Sırf öteki olduğu için sevdiğinden uzak kalmak zorunda bırakılan Celal, nasıl olur da toplumdan ötekileştirilmiş bir başkasının canına kıyabilir? Dizi bize tam anlamıyla Mustafa Diri’nin katilinin Celal olduğunu söylemiyor ama geriye de başka biri kalmıyor. Rahmi Görener’i, Nusret Işık’ı ve Abdullah Ceren’i tarikatla yaşadıkları kötü tecrübelerinden ötürü öldüren Celal’in, kendisi gibi toplum ve tarikat tarafından ötekileştirilmiş Mustafa Diri’yi öldürebileceğini sanmıyorum. Ayrıca dergâhın satış işleminin sadece bir imzayla gerçekleşebilmesi de mantıksız geldi.
Bölümün sonlarına doğru Kemal sayesinde birçok olay aydınlanıyor. Celal’in, Settar ile kendisini köprüden atması ve bu durumun Kemal üzerinde birtakım patolojilerin oluşması adına kurduğu plan gayet güzel. O sahneler yönetmenlik açısından da gayet iyi duruyor. Ancak Celal, Settar ile birlikte kendisini köprüden aşağı atmak ve Kemal’in o anda olanları tekneden izlemesi için kurduğu düzenek bana pek mantıklı gelmedi. Settar’ı, tekneye çarpan bir gemiyle öldürmek istemiyorsa, neden Settar’ı tekneye taşıdı ki? Sadece telefonu yanına alsaydı ve tekneyi istediği konuma getirmesinin ardından, tekneden ayrılsaydı daha mantıklı olmaz mıydı? Settar gibi cüsseli birini oradan oraya tek başına taşımak zor olmuştur diye düşünüyorum.
Genel olarak dizi benim beklentilerimin altında kaldı. Hem de bu beklentileri, dizi kendisi yaratmışken. Birbirleriyle içli dışlı olan bu kadar karakter varken, böyle vasat bir senaryonun ortaya çıkması beni tatmin etmedi.
Daha derinlikli bir tarikat hikayesiyle, başarılı oyunculuklarıyla ve özenle yazılmış diyaloglarıyla, dizi çok daha iyi bir yapım olabilirdi.
Dizinin ikinci sezonu olacak gibi duruyor. Muhtemel ikinci sezon ile birlikte elimizde, üç kişinin hayalini gören bir komiser kaldı. Bu sezondaki vasat performansıyla, dizinin ikinci sezonunu Kenan İmirzalıoğlu’nun canlandırdığı Kemal karakteri üzerine kurmak yanlış olur gibime geliyor. Benim naçizane önerim, BluTV’nin başka bir özel yapım işi olan ve pek iyi bitirilememiş Bozkır dizisinde rol alan Ekin Koç’un, Nuri Pamir karakteriyle Kemal’in yeni ortağı olarak geri dönmesiidir. BluTV, hem kendi içinde bir evren kurmuş hem de Bozkır dizisini beğenen izleyicilere, Nuri Pamir’i tekrardan görme fırsatı yaratmış olur.
Uzun bir yazı serisinin ardından bu seriyi şu an için noktalıyoruz. Bir başka yazıda görüşmek üzere.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.