Altı Ahlak Hikayesi (Eric Rohmer)

1.Monceau’nun Pastaneci Kızı (La boulangère de Monceau-1963)

Ahlak serisinin ilk filmi, Paris-Monceau’da geçen 23 dakikalık bir yapım. Başrolde, altı filmin de yapımcılığını üstlenen, kariyerinde yapımcılık ve oyunculuğun dışında yönetmenlik de olan Barbet Schroeder var.

Schroeder’in canlandırdığı ‘genç adam’ hukuk fakültesi öğrencisidir, arkadaşıyla aşındırdığı Paris sokaklarında sürekli karşılaştığı bir kıza(Sylvie) gönlünü kaptırmıştır; sonunda kızdan, kesin olmasa da bir randevu kopartır, ancak günler geçmesine rağmen ona yeniden rastlayamaz.Hikayenin ahlaki olanla ilintisi de burdan sonra belirir.

İnsanlar Kurabiye Değildir

Genç adam, gün içerisindeki rutine bağladığı arayışlarını sürdürürken, kurabiye almayı alışkanlık haline getirdiği pastanenin çalışanı, henüz on sekizindeki genç kızla flörtleşir. Amacı hem vakit geçirmek hem de Sylvie’den intikam almaktır. Ayrıca genç adamın, biri davranışında diğeri de beğenisinde saklı iki unsurda ‘pastaneci kız’a bakışının ipuçlarını yakalayabiliriz: İlki, kurabiyeyi sarmak için kullanılan kağıtları her seferinde sokağa atmasıdır ki, bu duyarlılık düzeyinin düşüklüğünün göstergesidir; keza aynı duyarsızlık pastaneci kız ile ilişkisinde de kendini gösterir. İkincisinde ise adam kurabiyeleri, diğer seri imalat kurabiyelerden farkı olmadığı için eleştiriyor; halbu ki adamın kızla ilgilenmesinin nedeni bir firmanın müşterilerine olan ilgi nedeninden pek de farklı değildir.

Sylvie ile tekrar karşılaşınca seçimini çabucak ondan yana yapar; ahlaki olanı seçtiğini söyler ve pastaneci kızla olan ilişkisini ise çapkınlık olarak değerlendirir. Oysa ki Sylvie o gün karşısına çıkmasaydı çapkınlığı yol almaya devam edecekti. Ayrıca genç adamın hukuk fakültesinde öğrenci olması, pastaneci kıza nazaran üst sınıftan bir kızı tercih etmesi, altı ay gibi kısa bir sürenin sonunda evlenmeleri şunu düşündürüyor bana: Ahlaki olan biraz da kabul görene ya da kabullenilmesi daha kolay olana yönelmenin diğer adıdır.

2.Suzanne’ın Kariyeri(La carrière de Suzanne-1963)

İkili ilişkilerin yanına üçüncü şahısları (hatta bazen dördüncü, beşinci…) da eklemlemeyi çok seven Eric Rohmer, burada da bir üçgen çiziyor: Bir çapkın (Guillaume), onun utangaç arkadaşı (Bertrand) ve  gönül eğlendirdiği Suzanne.

Hangimiz Kurban?

Guillaume ve Bertrand, farklı yapılara sahip iki yakın arkadaştır. Bertrand, çapkın arkadaşının  kendisini soktuğu zor durumlardan ötürü arkadaşına içten içe öfke büyütür. Son olarak da arkadaşının Suzanne ile girdiği ilişkiden dolayı hem kendisi hem de Suzanne için açmazlara düşer. Aslında ‘Suzanne’ın kariyeri’ ilk akla gelecek olan mesleki değil, Bertrand’ın gözünden -finali hariç- inişlerle dolu ahlaki bir kariyerdir. Nedeni ise arkadaşının tüm aşağılayıcı davranışlarına Suzanne’ın katlanıyor olmasıdır. Onun gözünde Suzanne, bir zavallı ve arkadaşının kurbanıdır.

Eric Rohmer’in problem edindiği mesele Bertrand’ın Suzanne’ı görüşünde saklıdır. Çünkü Bertrand’ın görünen hali de Suzanne’dan farklı değildir. O da dışarıdan bakıldığında Guillaume karşısında Suzanne’ın aldığı pozisyondadır. Ancak buna karşın Bertrand’ın her ne olursa olsun kendini yalıtılmış gibi görüp Suzanne’ı ise sadece kurban olarak addetmesi onun için ciddi bir problemdir. Zaten bu problemi yüzünden Suzanne’ın kendisine karşı yakınlaşma ve özünü ifade etme çabaları boşa gider.Gerçeği gördüğünde ise iş işten geçmiştir.

Kısacası: Bertrand’ın egosu, Bertrand’ı süperego mevkisinde taçlandırırken, Suzanne’ı da ‘id’ saflarında tutar ve böylelikle süperegosuyla uzlaştıramadığı alt benliğini bir başka benlik olan Suzanne yoluyla dışlar.

3.Koleksiyoncu Kadın(La collectionneuse-1967)

On yıldır tatil yapamayan, hayatın içinde yorulmuş ve yoğrulmuş Adrien, huzur ve sessizlik bulacağı inancıyla bir arkadaşının kendisiyle beraber başka bir arkadaşına daha bir süreliğine tahsis ettiği St. Tropez’deki yazlığa gider. Hesapta olmayan üçüncü bir şahsın da yazlıkta bulunması Adrien’in aradığı huzuru bulmasını zorlaştıracaktır; çünkü üçüncü kişi neredeyse önüne çıkan herkesle yatan Haydee’dir.

İnsan Koleksiyonu

Haydee’nin erkek koleksiyonunun bir parçası olmayı alçaltıcı bulduğundan ilkin onunla yatmak istemeyen, daha sonra ise onu kendi yöntemleriyle-bir tür alt ederek- elde etmek isteyen Adrien’in ikileminde yatıyor filmin ahlaki olan ilgisi: Haydee’yi istiyor, ancak en az zararla çıkmak istiyor ilişkiden, hatta yapabilirse hedefine huzur, yalnızlık, sessizlik koyduğu tatil planı kararından fazla sapmadan bu işi halletmek istiyor.İstiyor da istiyor yani… Fakat, oyunun farkında olan Haydee’nin gardını alması zaten handikaplı olan kararını uygulamasını daha da zora sokuyor.

Erdem yolunda yalnız yürümek gerektiğini bildiği halde bunu başaramayan Adrien, en sonunda onun koleksiyonuna dahil olmaktansa onu koleksiyonuna dahil etme fikrinden vazgeçmeyi başarabilse de başka bir şehirde olan sevgilisiyle ilgili içine kurt düştüğünden(kıskançlık) tatilini yarıda keser.Sonuçta, kabaca söylersek; Adrien’in sosyal rolleri iç dünyasının ihtiyaçlarına baskın çıkmıştır.

4.Maud’lardaki Gecem(Ma nuit chez Maud-1969)

Filmlerini felsefe kitapları ve felsefe diyalogları ile bezemeyi seven Eric Rohmer, Maud’lardaki Gecem’de bu eğilimini cömertçe sunuyor. Fransız filozofu ve matematikçisi Pascal’ın felsefesini film bittiğinde neredeyse hatmetmiş oluyorsunuz. Olgusal olarak filmin bir diğer ayağına da Hristiyanlık’ı (özelde katolik mezhebi) koyunca kahramanlarının  konumlarına iyice işlerlik kazandırıyor Eric Rohmer.

Koyu katolik Jean Louis, her pazar gittiği kilisede gördüğü sarışın bir kadına aşık olur. Kadının tam da aradığı eş olduğunu düşünür ve onunla evlenme planları kurar.Bu arada epeydir görmediği eski bir okul arkadaşına rastlar.Arkadaşı onu bir gece, Maud adlı dul kadının evine götürür. Jean Louis’nin Maud’da geçirdiği gece ve sonrasındaki gelişmelerin ekseninde film, kadın-erkek ilişkilerine, din, felsefe ve aile kurumu eklentisiyle sıkı bir sorgulama getirir.

Esas Olan Öteki Hayat, Gerisi Bayat mı?

Jean Louis, katolik olmasına katoliktir, fakat sıradan bir katolik zihniyetine sahip biri değildir. Onun dindarlığı, tanrının varlığını ya da yokluğunu ispata yönelik olmayan, tanrının varlığını olası olarak göz önüne aldığımızda kazanmanın sonsuz olacağını ileri süren ve felsefede ‘Pascal’ın Kumar Bahsi’ olarak geçen öğretiden beslenir. Sonsuz kazanım için iyi bir katolik olmak gerektiğini ve bunun için de uygun bir eş ve düzenli bir aile hayatının olması gerektiğini düşünen Jean Louis, elindeki kağıtları bu tercihinden yana oynar. Finalde, ailesiyle geçirdiği tatilde Maud’la yıllar sonra ilk kez karşılaşır ve anlarız ki yaptığı tercih ile ilgili şüpheleri devam etmektedir.

5.Claire’nin Dizi (Le genou de Claire-1970)

Evlenme arifesindeki Jerome, tatilini geçirmek için geldiği beldede kendisi gibi orta yaşlarında olan kadın yazar arkadaşı Aurora ile karşılaşır. Aurora, ev sahibinin kızı Laura’nın ilgisine karşılık vermesi için Jerome’u ikna eder; amacı, süreci gözlemleyip yazar kimliğine malzeme toplamaktır. Gönülsüz de olsa dostu için Laura ile ilgilenen Jerome, adı var kendi olmayan Claire’nin( Laura’nın üvey kız kardeşi) filmin ortalarına doğru kadraja girmesiyle  antenlerini ona çevirir.

Jerome ve Aurora, fırtınalı seferlerini tamamlamış, gemilerini limana çekmiş, artık hayata dışarıdan bakabilen iki özdeş ruhtur. Hayata dışarıdan bakabilmeleri onları sadece seyirci kılmaz; giriştikleri oyun bunun kanıtıdır.

Fethedilen Masumiyet

Uzun süredir kadınlara karşı saf arzu duyamayan Jerome için Claire, insan ayağı değmemiş bakir topraklar gibidir. Çok şey görmüş geçirmiş hayatında tecrübe edemediği bazı şeyler anlamını Claire’de bulmuştur sanki. Yüzünün belli belirsiz ifadesinde, vücut hatlarında ve en çok da ‘dizi’nde… İçindeki katıksız arzuyu uyandıran Claire’nin dizi, onun için keşfedilmemiş, el değmemiş bir alandır. Zaten, tecrübelerle dolu hayatında yeniden arzu duymaya başlaması Claire’nin dizinde bulduğu bu anlamdan dolayıdır. Duyduğu güçlü arzuya rağmen Jerome’un amacı kızı kalıcı olarak elde etmek değil, sadece ve sadece onun dizini okşayıp son bir tecrübeyle evlilik hayatına geçiş yapmak ve artık herşeyiyle kendisini karısına adamaktır. İlk bulduğu fırsatta amacını gerçekleştirmeye koyulur: Claire’in erkek arkadaşını başka bir kızla görür ve işin iç yüzünü bilmeden haberi Claire’ ulaştırır ve onun zayıf düştüğü bir anda sessizce isteğine ulaşır, yani dizini okşar. Artık Claire’nin dizi eskisi gibi değil, içine şüphe düşürülen Claire de eski Claire değildir. Masumiyet fethedilmiştir.

6.Öğleden Sonra Aşk (L’amour l’après-midi-1972)

Serinin son halkasında bir çocuklu (ikincisi de yolda) evli bir adamın aldatma ve sadakat arasında bir sarkaç gibi hareket edişine tanık oluyoruz.

Küçük burjuva hayatı yaşayan, eşine son derece bağlı Frederic, yoğun iş hayatından artakalan  vakitlerde hayallere dalar. Hayallerinde bambaşka bir Frederic ve başka başka kadınlar vardır.

Bir gün, ofisine eski bir arkadaşının eski sevgilisi çıkagelir. Chloe, Frederic’in temsil ettiği değerlerin tam karşısında olan özgürlüğüne düşkün bir kadındır. Git gide birbirlerine yakınlaşırlar. Chloe, Frederic’e ondan bir çocuk sahibi olmak istediğini söyler. Frederic eşiğine geldiği aldatmanın kapısından döner.

Bölünmüş Benlikler

Evlilik ve burjuva hayatından dolayı sınırları daralmış Frederic’in şizofreniyi anımsatan bölünmüş benliği iki farklı hayat, iki farklı kadın arasında gidip gelirken ahlaki yozlaşmaya maruz kalmamak için mücadele eder. Sonunda Chloe’den sıyrılmayı başarabilse de hiçbir zaman kendini bütün benliğiyle eşine adayamayacaktır. Çünkü; Eric Rohmer’ın çektiği röntgende insan denen sosyal hayvanın ancak bölünerek yaşamını devam ettirebildiğini görürüz.

Yorumlar

Bir cevap yazın