American Gods: Faith or Newton?

Dünyadaki hayat çoğunlukla Eski Yunan tragedyalarına benzer. Acı ve karanlık bir mizah, insanların ve aslında onların zihinlerinde yarattıkları tanrıların birbirlerinin başına açtığı belalar, şehvet, para hırsı, tanrıların kafaya taktıkları ihtiraslar. Büyük bir ihtimalle eski yunan tragedyalarını yazan ozanlar, insanların yüzlerine söyleyemediklerini tanrılar üzerinden anlattılar. Kralların, valilerin, yönetici sınıfın kötü yönlerini tanrılara iliştirdiler. Açıklayamadıkları felaketleri, selleri, yangınları, kıtlık ve kuraklıkları tanrıların gazabı diye aktardılar. American Gods temel olarak konusunu bu zavallı davranış biçiminden alıyor.

İnsanoğlu kontrolü olmadığı felaketleri tanrılara yamamayı,
Kendi zayıflıklarını, ahlaksızlıklarını ve yüzsüzlüklerini tanrılarla kapatmayı,
Durmadan yeni tanrılar yaratarak, dinleri bozarak, dinlerden savaş nedenleri çıkararak tanrılar adına kan dökmeyi sever.

Bu satırlardan sakın dine hakaret çıkarmaya çalışma sayın okuyucu! Yazının bahsetmek istediği tanrının varlığıyla, dinlerin kutsallığıyla ilgili değil. Burada konumuz insanoğlunun inandığını söylediği, varlığını armağan ettiğini iddia ettiği tanrılar karşısındaki ikiyüzlülüğü… İnandığını söyleyen insanlar gerçekten inansaydı ve inandıklarına uygun yaşasaydı, dünyanın bugünkü halinde bulunmayacağı çok açık. Bir tanrıdan veya politik liderden, müzisyen ve futbol takımına kadar geniş bir yelpazeye inanan, onlardan kendi zavallı hayatları için medet uman insanoğlu Neil Gaiman’ın romanının da ana konusuydu.

American Gods, binlerce yıllık denklemi tersine çevirip kitabı okuyan herkesi teolojik tahlillere gark etmişti. Güçlü olan, iyi olan, bağışlayan biricik “insan” kahramanımız Shadow’du… Eski topraklarında artık efsane veya kökeni bilinmeyen gelenek halini almış, kendisine inanan gariban insancıkların peşinden Amerika’ya ayak basan tanrılar ise hilebaz, sadece kendini düşünen, çıkarcı ve kötücül resmedilmişti. Gaiman, yazının başında bahsettiğimiz eski yunan ozanları gibi insanoğlunun kötülüklerini tanrılara yansıtmıştı. Aslında birbirimizi boğazlamamızın nedeni para ve mevki hırsı, politik çıkarlar, sınırlı kaynaklar ve durmadan kalabalıklaşan dünya olsa da Gaiman, bu ahlaksız güdüleri tanrılara yansıtarak dünyanın aynaya bakmasını sağlamıştı.

Aynadaki aksimiz ise bize genelde aynı şeyi anlatıyor: Tanrılar, onlara inanan insanlar neyse odur… Gerçek din bu mu? diye her inanç sistemi konusunda sorulan klasik sorunun yanıtı, dinlerin ne anlattığından, ne emrettiğinden bağımsız olarak, şu anda tüm dünyada yaşadığımız, insanoğlunun kutsalını kendi çıkarlarına alet etmesidir. Tanrılar, Gaiman’ın kitabında anlattığı gibi inandıkça güçlenir. Onlara inanan insanların kötülükleriyle acımasız hale gelirler. Mr.Wednesday’in Shadow’la ilk karşılaştığında “Faith or Newton?” sorusunun yanıtı, tanrılar bunun farkına varmasa da “Faith is Newton”dır.

Kitaptan diziye gelirsek… Neil Gaiman’ın kitabı tanrılarla dolu bir evreni tek bir hikaye üzerinden anlatıyordu. Kitap, seri olarak devam edecek, her yıl bir kitapla okurların karşısına gelebilecek bir evrene temel yaratmış olsa da Neil Gaiman bu fikre takılıp kalacak bir yazar değil. Dizinin çekileceğini duyan hayranları Gaiman’ın kitabının konusunun genişletileceğini, sezonlar boyu devam edecek bir hikayeye evrileceğini hayal etseler de şu anda geri kalan 4 bölüm itibariyle kitapla birebir paralel giden bir konuyu izliyoruz. İlk bölümler kitabın hikayesinin 1 veya 1,5 sezona kadar uzatılabileceğini gösterdi.

Konu ve karakterlerle ilgili yorumların tamamen spoiler olacağını düşündüğümüzden ve özellikle bu diziyle ilgili spoiler’ların seriyi bulmaca çözerek izlemenin zevkini kaçıracağından daha fazla ayrıntıya girmiyoruz. Sadece diziyi “Hangi karakter hangi tanrı?” diye izlemek yerine, insanoğlunun tanrıyla olan sevgi-nefret ilişkisi üzerinden izlemenin de zevkini arttıracağını hatırlatmak istedik. Oyunculukları ve kitabın diziye aktarılması konusundaki notumuzu sezon sonunda vereceğiz.

Yorum Gönderin