Another Earth sinemanın kimi zaman kullandığı, üzerinde kafa yorduğu paralel dünyalar mevzusu ile ilgili düşünen ve bu kuram üzerinden, dram anlatan bir hikâyeyle çıkıyor seyircinin karşısına.
Her büyük trajedide olduğu gibi Another Earth de bir çarpışma / kesişmeyle başlıyor. Daha neredeyse ilk gençlik yıllarını yaşayan ve kendisini güzel bir geleceğin beklediği üniversite öğrencisi Claire bütün hayatının akışını değiştiren bir kazaya karışır. Aracıyla içinde bir müzik profesörünün ve ailesinin bulunduğu arabaya çarpar. Profesörün hamile eşi ve oğlu hayatlarını kaybederler. Claire ise uzun bir zaman hapishanede kalır. Kazanın olduğu gece gökbilimcilerin ve bütün dünyanın ilgisini çeken bir olayın da yaşandığı gece olmuştur. Aslında Claire de kazayı, bu gök olayını gözlemlerken bir an için dalgınlığa uğraması sonucu gerçekleştirmiştir. Ufuk çizgisinin hemen üzerinde mavi ışık yayan bir gök cismi belirmiştir. Claire’in hapishanede bulunduğu zaman içinde dünyaya oldukça yaklaşan bu gök cismi dünyanın kendisidir.
Kanımca Another Earth’ü kendisinden önce ve sonra da benzer temalarla çekilen ve çekilecek olan filmlerden ayıran onun, hikâyesinin atmosferinde yarattığı fantastik niteliği ile yine kendi hikâyesinin içinde oluşturduğu trajediye varan “gerçekçi” olaylar arasında kabul edilebilir bir denge oluşturabilmesi. Another Earth başından sonuna bir pişmanlığın hikâyesi aslında. Geriye dönüp yaptıkları hataları hiç yapmamış olmayı dileyen insanların iç burkan hikâyesi. Plato’nun düalizminin sinemadaki şiirsel bir yorumu. Filmdeki birçok sahnede ufuk çizgisinin hemen üzerinde beliren ve onunla göz göze geldikçe insanı gerçekten büyüleyen, güzelliğiyle arzı-ı endam eden “Dünya” adlı bu biricik gezegene bir an için dışarıdan bakmak seyircide bir çeşit “görme”, “fark etme” hâli yaratıyor ki bu da Another Earth’ün en önemli kozu. Onun özgün buluşu.
Film boyunca seyirci de filmin kahramanlarıyla birlikte kendine aynı soruyu sormaktan alıkoyamıyor. Eğer başka bir dünyada başka bir “ben”le karşılaşabilseydim, ona ne söyler, hangi tavsiyelerde bulunurdum ve o diğer “ben”e verdiğim tüm tavsiyeler bu hayatlarımızı ne derecede değiştirirdi? Film bu imkânsız olasılığın alegorisini yaratırken aslında bir yandan da yaşamın ve dünyanın reelde biricikliğini vurguluyor. Çünkü aslında evrende yaşadığımız dünyanın tıpa tıpı başka bir dünya yok ve aslında biz’i biz yapan belki de doğrularımızdan çok yanlışlarımız. Mike Cahill’in yarattığı bu büyülü ve bir o kadar da trajik hikâye bir bakıma bizi bu kaçınılmaz gerçekle de yüzleştiriyor seyirciyi ve ortaya akılda yaşamlarınızda yaptığımız hatalara yakılmış hüzünlü bir ağıt kalıyor.