Toplumun 1980 ihtilalı sonrası apolitikleşen ve deyim yerindeyse zombileşen bireylerini, filmleriyle irdeleyen Yeşim Ustaoğlu, Araf’ta manen ve madden biten türk gençliğini önümüze getiriyor.
Anne tarafından Safranbolulu olduğum için yolum Karabük’e çocukken düşmüştü. Her ne kadar Safranbolu, tarihi ve turistik bir anlam taşıdığı için gözümde değeri olan bir ilçemiz olsa da aynı şeyi güzel ama yalnız ülkemizin Z harfiyle başlayan tek şehri Zonguldak’tan kopup sonradan il olan Karabük için söylemek pek mümkün değil. Ülkemizin en eski demir çelik fabrikasına sahip olmak dışında herhangi bir özelliği ve denize kıyısı olmayan bu sevimsiz orta Karadeniz ili, kaotik ve antipatik bir havaya sahipti her zaman. Daha teknolojik arıtma sistemlerinin olmadığı, olsa da umursanmadığı yıllarda fabrikanın bacalarından yükselen ve uçuk pembeyi andıran kırmızı sisin verdiği kirlilik hala hatıratımda.
Yeşim Ustaoğlu’nun lokasyon seçme ustalığına kimsenin diyecek bir şeyi olduğunu zannetmiyorum. Güneşe Yolculuk’ta İstanbul’dan doğuya, Bulutları Beklerken’de Doğu Karadeniz’den Yunanistan ellerine uzanan Ustaoğlu Araf’ta; Karabük’te yol kenarında beklemiş.
Acun Türkiye’sinin tadı hiç yok
Filmin bir yol kenarı dinlenme tesisinde çalışan kahramanlarının çaresizliği Ustaoğlu’nun usta anlatımıyla zenginleşmiş. Esas kızımız Zehra (Neslihan Atagül), tesisin mutfak işleri ile ilgilenen biraz fazlaca güzel, bir Karabüklüye göre nispeten vizyonu geniş, dünyayı gezmek gibi bir türk evladı yakışmayan hayalleri olan bir taşra kızcağızı. Eğitimsizliğini filmin sonlarına doğru yazmaya çalıştığı bir mektuptaki kötü el yazısı ile fark ediyoruz. Apolitikleşmiş ve angutlaşmış gençliğin şanssız bir bireyi olarak toplumdaki yerini almaya çalışıyor. Esas oğlanımız Olgun (Barış Hacıhan) ise adı gibi olgun, halim selim, aklı başında olmaktan çok uzak. Dinlenme tesisinde çaycılık yapıyor. Televizyon’da Acun’un milyonlara umut dağıtan ve içeriğinde en ufak bir zekâ kırıntısı bile bulunmayan yarışmalarını izlemekten keyif alıyor. Bir Anadolu apaçisinin tüm özelliklerine sahip. Zibidi saç modellerine meyilli olmak, gündüz diskolarında apaçi müziği eşliği dans etmek, alkolik babası ile geçinememek, annesinin zulasından para tırtıklamak vb.
Özcan Deniz diyalogsuz şahane
Bu karakterlerin yanına film boyunca yalnız bir cümle eden kamyon şoförü Mahur’u canlandıran Özcan Deniz, kariyerinin en iyi performansını ortaya koyuyor. Bir Orta Anadolu Casanova’sının tüm özelliklerine sahip Mahur karakteri bana yine Karabük taraflarında tanıştığım başka bir kamyoncuyu hatırlattı. Yılın 11 ayını yollarda 1 ayını evinden geçiren bu kamyoncu tanışım, yol kenarındaki hayat kadınları ile beraber olurken meme uçlarını ısırıp kopardığından bahsetmişti köyün gençleri ile alkolün sınırların zorlandığı bir gece. Gayri ihtiyari, ‘neden yapıyorsun böyle bir şey?’ diye sorduğumda. İşaretimi bırakıyorum gibisinden sapkın bir cevap verip birasını diplemişti. Mahur, elbette böylesine sapkın bir karakter değil ama filmde yer alan düğün sahnesinde ettiği dans, psikolojisinin çok yerinde olmadığının bir göstergesi olarak öne çıkıyor.
Cast’a kasılmış ama iyi de yapılmış
Araf’ın oyuncu kadrosu baştan aşağı çok iyi. Yalan Dünya’daki tiplemesi ile popülaritesi artıran Nihal Yalçın, (ki filmin sonlarına doğru “Tour de Forcé” tanımlamasına yakışan bir seviyede oyunculuk sergilediği bir sahnesi var) umutsuz anne ve ev kadını tiplemesiyle yine kusursuza yakın bir performans sergileyen Yasemin Conka ve Olgun’un kankitosu Rıfat’ı canlandıran, gelecek vadeden genç yetenek Ilgaz Kocatürk, filmin oyuncu kadrosunun detaylı bir çalışma sonrası oluşturulduğunun kanıtı. Ustaoğlu’nun oyuncu yönetimini de övmemek elde değil. Kadrodaki sürpriz ise finalde ortaya çıkan Yalçın Çakır. Her ne kadar Jerry Springer Show’dan az daha seviyeli ve nispeten hallice olan programında donuk suratı ve ses tonuyla iyi bir oyuncu olur bu adamadan dedirtmese de kendisi sadece sunucu olarak değil oyuncu olarak da kameranın önünde fena değilmiş.
Araf, M.E.B. müfredatında yer alsın, öğretim amaçlı izletilsin
Özenle seçilmiş bir oyuncu kadrosu, filmin çok uluslu çekim ekibi (İngiliz asıllı Güney Afrika doğumlu görüntü yönetmeninden, Sırp editöre kadar işinin ehli insanlar bir araya getirilmiş) ve güzel bir senaryoya rağmen filmin akan-kokan bir iki ufak ayrıntısı bile var. Bu kadar kusur kadı kızında da olur diyerek bu eleştirileri kendime saklıyorum. Hatta daha ileri giderek, filmin Lise düzeyindeki öğrencilere eğitim filmi olarak izletilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta gün be gün muhafazakârlaşan devlet anlayışının bir çıktısı olarak daha da güçlü bir şekilde hortlayan imam hatiplerin tuvaletlerinde de düşük yapılacak. Çeşitli ebatlardaki ceninler çöp kutularına ve bina boşluklarına atılacak. Bu halk bu kadar eğitimsiz ve vurdumduymaz olduğu sürece daha çok göbek bağının ucunda sallanan pre-prematüre bebek havalandırma penceresinin mandalına takılacak.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.