Türk auteur yönetmenler arasında filmografisi geniş olup halen üretmeye devam eden, Tumblr usulü paylaşımlar yapan sinema sayfası adminlerinin muhtemelen adını bile duymadığı, duyurmadığı bir yönetmen var; Ümit Ünal. Şahsen kendisiyle rastlantı eseri tanışıp birkaç filmini izledim. İzlediklerim ağırlıklı bir tarz oluşturmamış olsalar da kalitesini hissettirebiliyor. Bir Türk filminden şu aşamada bekleyeceğim ilk şey, kalite zaten. Yine de Ümit Ünal filmografisi denince akla bazı etmenler geliyor; tek mekan, gerçeklikten kopuş, gerilim, büyü vs. Şimdi de en son çıkan, vizyon tarihi belirsiz, İKSV film yarışmasının parlayan ve belki de en dikkat çeken eserinden bahsedeceğim; “Aşk, Büyü, Vs.”
Oldukça tatlı bir ismi var bence. Mekan olarak Burgazada tercih edilmiş. Ada kültüründen son derece beslenen, adalar kadar “kadın” bir film. Sürekli adanın yokuşlarını çıkan karakterlerimizi izlerken bazen biz de nefes nefese kalıyoruz. Film, çocukluğunu adada geçirmiş birbirine aşık 2 kızın, ayrı geçirdikleri yıllar sonrası sarsıntılı buluşmalarını anlatıyor. Daha önce lezbiyenliği “Nar” filminde de işlemiş Ümit Ünal, bu konunun üzerine gitmeye meraklı gibi görünüyor. 2 kadının üzerine oynayan filmimizde hırçın karakter Selen Uçer’i “Anlat İstanbul” filminden tanıyoruz. Ona Ece Dizdar eşlik ediyor.
Film bazı açılardan kafa açıyor, pazar arabasıyla yolda yürüyen bir kadına unuttuğu eşcinsel ilişkisini kabul ettirmek orijinal ve cesur bir yaklaşım bence. Tolstoy’un da dediği gibi “Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar: Ya bir insan yolculuğa çıkar; ya da şehre bir yabancı gelir.” Gerçekten de bu şehre aşkıyla hırsı bir olmuş tutkulu bir kadın geliyor. Bu gazla, “Ay acaba ne olacak?”larla bitiveriyor ardından. Meramını başından belli eden filmlere bayılıyorum. Beni ne kadar hızlı içine alırsa o kadar iyi, dikkat dağınıklığı yaşayan biriyseniz ortasından başlayan filmlerde işiniz zor…
Tarz bakımından Ünal’ın filmleri genelde gerilimdir, bu sefer de bir ortadoğu ülkesinde yaşayan eşcinsel karakterlerin hayatları boyunca yaşadıkları gerilimden beslenerek kuruyor filmin omurgasını. Bir de büyü mevzu var… Spiritüel/fantastik yanını koruması sürprizlere açık bir keyif sağlıyor. Film daha uzatılabilirdi, bitince kafamda senaryolar yazmaya bile başladım. Bunu filmin eksisi olarak kabul etsem de ortada ucu açıktan çok damakta kalmışlık var.
Pek çok açıdan Portrait Of A Lady In Fire adlı başyapıta benzettiğim film bazı noktalardan artılara bazı noktalardan da eksilere sahip. Ümit Ünal bir şeyler denemiş, bence olmuş. Yönetmeni ısrarla takibinizi sürdürün derim. Zira ülkemizde sayıları oldukça az bir gruptan… Sosyal medyada Ünal’ın ülkenin Haneke’si olduğuna dair yazılar bile var.. Yönetmenin sinematik evrenine girmek isteyenlere de “Anlat İstanbul” ‘u tavsiye ediyorum.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.