Sinemanın boyuttan ziyade katmana ihtiyacı olduğunu düşünsem de, Avatar uzunca bir süredir beni yüksek dozda heyecanlandırıyordu. Fragmanı zaten filmin başını – kıçını vererek dikkatlerimizi teknolojisine ve yarattığı dünyaya çeviriyordu. Ben de tav olan güruha dahil olmuş şekilde, film gösterime girer girmez seyretmek için üç boyutlu dünyamdan üç saat ayırarak üç boyutlu Avatar’a gittim.Filmin daha onuncu dakikasına gelmeden üçüncü bir boyutun sinemaya nasıl bir derinlik getirdiğini sorgulamaya başlamıştım. Gördüğüm derinlik hissi bende fazla bir karşılık bulamadı. Bunun anlatıma ya da büyülü fener olgusuna nasıl hizmet edeceği konusu ise şahsımda ancak huzursuz bir yanıt bulabildi. Kararımı verdim: ben iki-boyutlu ve geri-kafalı bir sinefildim. Onuncu dakika sonrasında kendimi alışıldık James Cameron dünyasına bırakmaya çalıştım. Zaten hiçbir James Cameron filmi yoktur ki, kendini bırakan seyircisini alıp sürüklemesin. Ben de salondaki herkes kadar sürüklendim Pandora kıyılarına.
Seyirlik ve rengarenk bir üç saat sonrasında “bu filmi muhakkak IMAX, 3D seyredin” yaygaralarını hatırladım. Aynı filmi iki boyutlu seyretseydim benim için ne değişirdi? Sinemada devrim olarak lanse edilen Avatar hangi devrimin habercisiydi? Pek çoğunun aksine benim hissettiğim bir devrimden ziyade bir savaştı: korsana karşı açılan bir savaş!
Gölge aleminin fenomenleri Karagöz’le Hacivat, güldürüklü temaşalarını üç boyutlu yapsalardı daha mı fazla gülerdik? Ya da Picasso, fenomen tablosu Guernica’yı üç boyutlu yapabilseydi, bizi daha mı derinden etkilerdi? Estetik anlamda bizi biraz daha içine çekiyor oluşu ya da görsel derinliği daha gerçekçi verebiliyor oluşu o kadar da anlamlı değil. Zira gerçeklik algımız iki boyutlu filmde olduğundan daha derin bir yanılgıya girmiyor. Kısacası bu filmle birlikte 3D olgusunun sadece korsana karşı açılmış bir savaş olduğu önyargım daha da sabitleşti.
Avatar hakkında yazılmış her yazı gibi üçüncü boyutta bu kadar takıldıktan sonra filmin ikinci boyutuna, yani filmin kendisine gelelim. Hikayeden bahsetmeden önce James Cameron’ın hayalgücü ve titizliğine saygıda kusur etmediğimizden emin olmak için Pandora alemindeki övgüye değer yaratılardan bahsedelim. Saç kuyruğundaki organik-usb bağlantılar gerçekten çok etkileyiciydi. Pandora’nın hayvanatları ise büyük bir titizlikle yaratılmış; izleyicide en ufak bir tereddüt yaratmıyordu. Koca bir network olan ve her şeyin birliğinden dem vuran Ruhlar ağacı (Na’vicede Utral Aymokriyä) ise filmin bir diğer takdire şayan noktasıydı. Modern dünyanın rasyonel aleminden, Na’vi alemine geçişte Jake’le birlikte tanıştığımız olguların hemen hepsi detaylı ve özenliydi. Fakat hikayenin akışı aynı özeni taşıyamıyordu.
Şahsen Hollywood sinemasına karşı değilim. Bilakis güzel filmler çıktığında da – ki son yıllarda şaşırtıcı sayıda çıkıyor – afiyetle seyrederim. Fakat aynı hikayeyi tekrar tekrar seyretmekten sıkılıyorum; elimde değil. Tamam, alsın film bizi götürsün; iki saat hiçbir şey düşünmeyelim. Sevdiği masalı her gece dinlemek isteyen çocuklara saygı, sevgi ve şevkatle yaklaşsam da, uyutulmak için aynı masalı dinlemeye ihtiyacımız olduğunu düşünmüyorum. Üç boyutlu olan Avatar’ın anlatım dili de üç boyutlu olsa belki böyle yergiyle bahsetmezdim. İki boyutlu klişeyi üç boyutlu çekince klişe klişeliğinden hiçbir şey kaybetmiyor.
Pocahontas’tan çok da farklı evrilemeyen hikayede, Jake’in O’nların arasına başta artniyetle girmesi; sonra onları tanıdıkça O tarafa yaklaşması; o dünyanın oryantalist bir söylemle daha güzel olduğunu farketmesi; Neytiri’ye aşık olması ve bu aşkın karşılık bulması; savaş başladığında Neytiri’nin “You knew it!” yani “Bunun olacağını biliyordun!” diye haykırması ve Jake’e küsmesi… gerçekten, daha sayabilirim. Ama saymak yerine buradan James Cameron’a seslenmeyi tercih ediyorum: Ey koca James Cameron! Yönetmen olmuşsun ama adam olamamışsın.
Yok, bu biraz ağır oldu. Şöyle diyelim: Terminatör’e can veren Cameron, dramatik kurgu denince finalde albayla Jake’i birebir dövüştürmeyi mi anlıyorsun?
Yazıyı daha fazla kişiselleştirmeden toparlamaya çalışayım. Seyirlik ve rengarenk bir film olduğunu kabul ettiğim; üçüncü boyutuyla pek ilgilenmediğim; yıllardır tanıdığımız bir senaryoyla karşımıza çıkan Avatar, gişede de beklenilen rekorları kıramadığı için ben de üzerine daha fazla varmıyorum. Seyredenlerin sevincine iştirak edemesem de, seyretmeyenlerin de gitmelerinde bir sakınca görmüyorum.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.