Yazımızı bu kadar kötü bir laf esprisiyle açmamızın nedeni, düzeyi çok düşük olan bu esprinin belki de ilk kez tam yerini bulmasından kaynaklanıyor. Hatta kötü esprinin yarattığı etkiyi bir de türküyü hatırlatarak sürdürelim dilerseniz:
Manda yuva yapmış söğüt dalına,
Yavrusunu sinek kapmış, gördün mü?
Amanini Yandım…
Amanini, Amanini, Amanini Yandım…
Bedava mı sandın,
Para verip aldım!!!
Tiridine tiridine tiridine bandım!
Hangi yöreden olduğunu kestiremediğimiz bu güzide türkümüz, hiçbir anlamı, derinliği olmamasına rağmen, yazan ozanın büyük hayal gücü sayesinde belki de yüzyıllardır yaşamını sürdürüyor. “Hadi bakalım, şimdi bu türküyü Avatar’a nasıl bağlayacak?” diye sormaya başladıysanız yanıtını hemen vereyim. Avatar bir yana, yıllardır izlediğim her 3-D animasyonda, türküyü dinlerken yaşadığım hissi yaşıyorum:
Hepsi büyük bir hayal gücünün eseri belki ama anlam ve derinlik bulamıyorum.
Bu kadar filme toptan sallamak, hepsini aynı kefeye koymak tabi ki zor iş, altında kalıverir insan bu iddianın… Cümlenin ardından, hemen empati yaparak ve anlam ve derinlik eksikliğinin nedenlerini çok iyi anladığımı da söyleyerek, kendimi kurtarayım.
3-D animasyonlar şu anda bir film yapmanın en yavaş yolu olarak göze çarpıyorlar. “Live Action” yani bildiğimiz kamerayla çekilen filmler post-prodüksiyon dahil 2-3 ayda bitecek duruma geldi. Aynı 2-3 ay bir 3-D animasyonda hikayeyi anlatan storyboard’ların çizimine bile yetmiyor. İzlediğiniz her 3-D animasyon, en az 4-5 yıllık bir hazırlık sürecinin eseri.
Bir 3-D animasyon senaristi, bilgisayarının başına oturup, senaryoyu yazmaya başladığında birçok kısıtlamayla karşı karşıya kalıyor. İlk olarak, yazdığı eserin en az 3-4 yıl sonra vizyona gireceğini bilmeli. Yani senaryoya koyacağı gündeme bağlı her konu, film vizyona girdiğinde güncelliğini çoktan kaybetmiş olacak. İzlediğiniz her 3-D animasyonun zamanın ruhundan çok az izler taşıması bu yüzden.
Sevgili senaristimiz ayrıca bilmeli ki, yazdığı senaryoda revizyon şansı hemen hemen hiç yok. Yönetmenler normal filmler çekerken, sette bile senaryoyu değiştirebilirken, 3-D’de bu tür revizyonlar filmin 4-5 yılı bulan hazırlık sürecine 5-6 ay daha eklenmesi demek. Bu yüzden olabildiğince suya-sabuna dokunmayan konular yazmalı. Ya da başarısı daha önce kanıtlanmış hikaye kalıplarının üzerinden yürümeli.
James Cameron, her ne kadar büyük bir finansal güce ve dünyanın en iyi ekiplerinden birine sahip olsa da, bu kurallardan uzak değil. Avatar’ın konseptinin 1997’de yazıldığı ve üzerinde çok az değişiklik yapıldığı söyleniyor. Bu 12 yılda 11 Eylül, ABD’nin Irak işgali ve dünyayı kökünden değiştiren birçok olay yaşandığı için insanların senaryoyu çok derin bulmamaları normal. Ve hatta birebir esinlenme olmadığı sürece Avatar’ın hikayesinin, daha önce denenmiş ve oscar’ları toplamış Dances with Wolves ve Little Big Man’e benzemesi de çok şaşılacak bir durum değil. 12 yıl ve 500 milyon dolar harcanan bir filmin batmamak için daha önce başarılı olmuş bir konu ve senaryo yapısı üzerinden yürümesi normal bulunmalı. Cameron’ın 200 milyon dolar harcayıp, 2 milyar dolar kazandığı Titanic’te de filme gidenlerin hepsi, sonunda geminin batacağını zaten biliyordu. James Cameron’ın diğerlerinden farkının elindeki malzemeyi başka hiçbir yönetmenin gösteremeyeceği şekilde önünüze sermek olduğunu bilmeniz gerekiyor.
Kısacası rahat olun ve görsel şölenin keyfini çıkarın demekten başka yapılabilecek bir şey zaten yok. Zaten Cameron, “Senaryo bu kadar mı sıradan olur, suya sabuna dokunmaz” diyenlere, türküyü bilseydi eminim şu nakaratla yanıt verirdi.
Tiridine tiridine tiridine bandım,
BEDAVA MI SANDIN, PARA VERİP ALDIM…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.