Kariyerine TV filmleriyle başlayan ardından ilk uzun metrajını The Penthouse’la çeken Peter Collinson, 1969’da sinema tarihinin en önemli suç (heist) filmlerinden biri olan orijinal The Italian Job’u yönetti. Bir klasiğe imza atmasından hemen bir yıl sonra ise You Can’t Win Them All isimli farklı ve çarpıcı bir senaryoyu çekmek için Türkiye’deydi.
Ustalık dönemini yaşayan Tony Curtis, daha 2 yıl önce Sergio Leone ile Once Upon A Time in the West’i çekmiş olan Charles Bronson, François Truffaut’nun Shoot The Piano Player’ından tanıdığımız Michele Mercier, Peter Collinson’ın kendilerine gönderdiği senaryoyu okuyup kabul eden önemli isimler oldular.
Senaryonun sinema tarihimiz açısından önemi 1922’de Anadolu’da geçiyor olması, Kurtuluş Savaşı yıllarına değinmesi ve filmin karakterleri arasında Mustafa Kemal Atatürk’ün de bulunmasıydı. Senaryoya göre iki eski amerikan askeri Adam Dyer ve Josh Corey, Osman Bey isimli bir zenginin oluşturduğu paralı asker grubuna katılıyor. Asker grubu Osman Bey’in üç kızı ve altınlarını Balıkesir’den İzmir’e taşımakla görevli. Filmde “The General” olarak adlandırılan, altınlara Kurtuluş Savaşı adına el koymak isteyen Atatürk’ü de Patrick Magee oynuyor. Magee’nin de bizzat Samuel Beckett tarafından tiyatroya kazandırıldığını, en iyi Shakespeare oyuncularından biri sayıldığını, Stanley Kubrick’le de A Clockwork Orange ve Barry Lyndon’da beraber çalıştığını hatırlatalım.
Peter Collinson, kısa bir araştırmanın ardından filmde Türk askerlerini oynayan karakterleri de Fikret Hakan ve Salih Güney olarak belirlemiş ve çekimlere başlamış. Hikayenin geri kalanını yazarımız Simge Üngör’ün dayısı Aydın Ilgaz’dan dinleyelim. Ilgaz, bu tarihi filmde küçük bir rol aldı ve bir Hollywood filminin nasıl çekildiğine daha 1969 yılında yakından tanık oldu. Filmin daha sonra “Çağrı” filminde de yapımcı olarak yer alacak yardımcı yapımcı/yönetmen asistanı Harold Buck’la yaşadıklarını anlattı.
Film kimin filmiydi?
Columbia Film şirketi’nin prodüksiyonu idi.
Film neden Türkiye’de çekiliyordu? Kim çekiyordu?
Sanırım, sanırım diyorum çünkü senaryoyu okumadan anlamak çok zor. Galiba Konu Kurtuluş Savaşı içerisinde Osmanlıya ait altının kargaşadan istifade çalınmasıyla ilgiliydi.
Hangi seneydi?
1969 yaz aylarındaydı…
Bu filmin çekileceği haberi size nasıl geldi?
O zamanlar İzmir Judo ve İhtisas Kulübü adında bir kulübünün kurucu üyesi ve sporcusuydum. İzmir Atatürk Kapalı spor salonunda antrenman yapıyorduk. Bir antrenman sırasında kulüp yöneticimiz bu filmden bahsetti. Tehlikeli işler için sporcu arandığını, 100 TL yevmiye ile çalışacağımızı söyledi. Açıkçası 100 TL. Büyük para, düşünmeden evet dedik.
Siz tek başınıza mı başvurdunuz?
Hayır, boksör arkadaşlar dahil 10-15 kişi vardık.
Sizin oyunculuk gibi bir hayaliniz/hedefiniz var mıydı?
Açıkçası yoktu. EÜ. İBF’de talebe olduğum için ilk hedefim bir an önce mezun olup askere gitmekti.
Babanız filmde oynayacağınızı duyunca ne dedi?
Aslında çok disiplinli hatta sert diyebileceğimiz bir adamdı rahmetli. Ama nedense bu olaya karşı çıkmadı.
Siz öğrenci miydiniz o yıllarda?
Evet EÜ. İktisadi bilimler fakültesinde öğrenciydim.
Para kazanabildiniz mi?
Angajmanımız 15 gün sürdü ancak film çekim sahneleri sanırım 10-11 gündü. Selçuk Çamlık İstasyonu ve Alsancak Limanı’nda. Ve toplamda 1000 TL. civarında bir para kazanmıştık.
Filme seçilme süreciniz nasıl oldu?
Adaylar olarak o zamanın en modern oteli, Efes Oteli’nde (Columbia Film otelin hemen hemen yarıdan fazlasını kapatmıştı) yapımcı Harold Buck adında bir Amerikalı ile görüştük. Ne yapmamız gerektiğini anlattı. İşin komik yanı yarım yamalakta olsa İngilizce bilen tek kişi ben olduğum için hem figüranlık hem de tercümanlık yaptım.
İlk set gününü hatırlıyor musunuz? Nasıldı?
Hep beraber Efes Oteli önünde bir minibüse binip Selçuk’a gittik. Orada büyük bir baraka içine girip giyeceğimiz elbiseleri alıp giyindik. Birden Kurtuluş Savaşı askerleri haline dönüştük. Kendi elbiselerimizi de bize verilen dolaplara koyduk. Sonra tekrar minibüse binip Aydın çıkışında Çamlık istasyonu denen eski bir istasyona geldik.
Filmdeki sahneleriniz nerede çekildi? Bu sürede nerede kaldınız?
Selçuk’ta çekilen sahneler sırasında Kuştur Tatil köyünde kaldık. Yaklaşık 10 gün sürdü. Çok komiğimize gitti tabii , “Artistlere Aittir” diye ayrılan yemek salonunda yemeklerimizi yedik. İlk gün yemek salonuna girince garsonlar bizi kenar köşe bir yere oturtmak istedi; bende “Kardeşim bizde artistiz” dedim ve ayrılan yere oturduk. Bu konu açıldığında “Bizde artistiz” lafına çok güleriz…
Toplam set ne kadar sürüyordu?
Türkiye toplamı sanırım 3-5 ay sürdü. İzmir bölümü sanırım 2 ay kadar sürdü.
Toplam kaç sahnede oynadınız?
Tam olarak hatırlamıyorum. Aynı sahneler tekrar tekrar oynanıyordu. İlk defasında prova yapılıyordu. Kim nerede koşacak nerede atlayacak, nereye düşecek ve ölecek vs. Bu sahneler o zaman ilk defa gördüğüm el kamerası ile çekilip seyrediliyor ve hatalar düzeltiliyordu. Mesela bir defasında trene taarruz sahnesinde bizim atla hücum eden köylülerden biri ağzında bir Amerikalıdan aldığı Kent sigarası ile göründüğü için sahne tekrar edilmişti. Gülmekten ölmüştük. Tabii çok da yoruluyorduk. Set arasında su dahi vermediler, bende gidip yapımcı Harold’a “Neden su vermiyorsunuz? Öldük susuzluktan” dediğimde, “Savaş sahnesi daha inandırıcı olsun” diye yanıt verdi. Ama bize çaktırmadan birer bardak soğuk su vermişti.
Alsancak limanı çekimlerinde sadece ben ve bir iki arkadaşım oynamıştı. Oradaki görevimiz, limandaki gemiye saldırmaktı. Benim işim ise üst güvertenin dışından bir alta sarkıp inmek ve vardevela üzerindeyken vurularak gemiden suya atlamaktı. Tabii su yerine oluklu mukavva karton kutular üzerine serili yatakların üzerine… İlk provada yanlış anladığım için kendimi gemiden aşağı atmıştım. Herhalde 3-4 m falandı yükseklik. Ve Harold abimiz bana çok bozulmuştu. “Sana atlar gibi yap, atla demedim” demişti. Aklıma geldikçe buna da gülerim. Aslında makineli tüfekle yapılan atışlar bir yatağa doğru yapılarak çekiliyor. Trendeki yanma sahneleri için gres yağı gibi bir şey sürülüyor, bu yakılıyor. Yanması bitince trende en ufak bir yanık olmuyor. Attan düşenler ise, yerde yayılmış saman ve üzerine örtülmüş toprak üzerine düşüyorlardı…
Sadece sizin sahneleriniz olduğunda mı sete gidiyordunuz?
Evet. Aslında çekimlere bakarak ne olduğunu anlamak mümkün değil.
Harold Buck oyunculara iyi davranıyor muydu?
Evet çok insancıl komik ve iyi bir adamdı. Çok tahammüllü bir adamdı diyebilirim.
O senelerde İngilizce bilen sayısı çok değildi sanırım. İngilizce mi anlaşıyorsunuz?
Evet. Ben Amerikan Kültür Derneği İngilizce kurslarına katılmıştım. 10. sınıfa kadar yükselmiştim; bu bakımdan derdimi anlatabiliyordum. Dolayısı ile gurubun tercümanlığı görevini üstlenmiştim. Ancak dershane İngilizcesi ile meslek lisanı farklı olduğu için teknik lafları anlamakta zorlanıyordum açıkçası.
Film setinden biraz bahsedebilir misiniz?
Çok organize bir sistem olduğunu söyleyebilirim; çok da disiplinli. Yönetmen tek hakim. O ne derse o oluyor. Aynı anda 2-3 film makinası aynı sahne için çalışıyor, bu arada üst baş düzelten veya rejisörün direktifine göre figüranlara şekil verenler var. Öğlen yemeği için kafeterya vardı. (Tabii yemekler Kızılay gibi dağıtılıyor. Herkes sıraya giriyor yemek için. Dikkatimi çeken ise yemek yönetici dahil herkes için aynı; kişiye özel yemek yoktu)
Kimin oyun sırası varsa o saatte orada oluyor. Bir defasında Tony Curtis karakalemle resim defteri üzerine benim resmimi (Asker kıyafeti ile) yaptı. Ve “Turkish soldier” diyerek bana göstermişti. Her enteresan olayın resmini yapıyordu.
Bütün sahneler aslında efektlerden oluşuyor. Tüfekler, sünger veya tahta, tehlikeli (patlama vs.) sahneler kimsenin olmadığı alanlarda çekiliyor. Her halde sonra montajı yapılıyor.
Aslında çok zevkli ve gerçekten çok yorucu bir iş. Bu bakımdan Türkiye’de en beğenmediğimiz veya tenkit ettiğimiz çekimler bile çok ciddi emekler istediğini fark ettim. Ve aslında bir tüketim malzemesi ile uğraşıyorsunuz. Yaprak sarması gibi, yapmak için saatlerce uğraşısınız, sonra sofrada 5 dakikada biter.
Bu arada Harold Buck imzalı birde bonservis mektubu almıştım. Hala saklarım.
Bu resim hangi sahneden?
Tüfekleri trene Selçuk Çamlık istasyonunda hücum ederken vermişlerdi. Uzaktan gerçek gibi görünen tüfeklerin süngerden yapıldığını görünce çok gırgır geçmiştik kendi aramızda… Yanan trenin de üzerine gres yağı gibi bir şey sürdüler, yaktılar. Sonra yanması bitince eksi haline döndü, hiçbir şey olmadı vagonlara… Yaşarken çok şaşırmıştım film üç kağıtlarına… Attan düşenlerin de beline ip bağlıyorlardı, adam atın üzerinde dörtnala giderken de ipi çekince saman üzeri kumlu yere düşüp kalkıyorlardı… Bu resimdeki İzmir Limanı’nda geminin güvertesinden rol icabı vurulup denize düşme işini yapan çapulcu bendenizim. Çok komik. 40 yıl sonra kendime ait sahneyi gördüm.
Bu arada güverteden atladığım yer deniz değil, oluklu mukavvadan kutuların üzeri…
Bu sahnenin en komik yanı yapımcı Harold Buck, bana prova için vurulduktan sonra bir iki adım geriye doğru sendeleyerek gel ve ikinci güverteden denize düşüyormuş gibi yap dedi. ben de tercüme hatası yaptım, atla dedi sandım ve dediği gibi sendeleyerek geri geri gelip güvertede korkuluğundan kendimi aşağıya attım..Sonra benim yüzümden bütün kırılan mukavva kutular değişmişti. Birde güzel fırça yemiştim.
Ünlüler nasıldı? Sizinle muhatap oluyorlar mıydı?
Charles Bronson gerçekten çok suratsız biriydi. 6 çocuğu ile Efes otelinin altını üstüne getirmişlerdi. Ama Tony Curtis çok içten, samimi alçak gönüllü birisiydi. Kara kalem resim yapıyordu set aralarında.
Filmi görme şansınız olmadı mı?
Hayır. Türkiye’ye getirilmesi yasaklandı. Aynı sahnelerde beraber oynadığımız Eftal Tamay adındaki arkadaşım sonradan Amerika’ya gitti ve şimdi oranın vatandaşı. Ona sormuştum seyrettin mi diye “Evet seyrettim ama bizim 10 gün uğraştığımız sahneleri bilmeme rağmen kendimi zor fark ettim ve 2 dakikada geçip gitti” demişti.
Neden Türkiye’de yasaklanmıştı?
Tam bilemiyorum ama sanırım filmde, vatan hainliği yapan avanta alan subaylar vs. olduğu için diye duymuştum.
Filmden kazandıklarınızı ne yaptınız?
Ee.. gençlik vardı o zaman, 22 yaşındaydım. Kemali afiyetle yemiştim herhalde.. Sanırım bir BlueJean almıştım hepsi bu…
Yasaklı Atatürk Filmi – You Can’t Win ‘Em All’ | Alkışlarla Yaşıyorum
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.