Bakınız 2012’ye Bakıyor: Yılın En Kötüleri, En Üzücü Olayları?

Yaşadığımız ülke ve hatta genel olarak sinema endüstrisi denen vahşi kapitalist yapılanma, sinemaya baktığımızda, sadece filmlere, yönetmenlere veya oyunculara “Kötü olmuş” dememizi engelliyor. Kötü performansların büyük bir bölümü bu endüstrinin ve yönetenlerin, sanatçıların işine fazla karışmasından, haketmeyenleri hak etmedikleri mevkilere getirmesinden kaynaklanıyor. Bu yüzden sadece film, yönetmen ve oyuncuları değil, sinemaya dönüp baktığımızda gözümüze çarpan tüm kötülükleri sıraladık.

Gültekin Turgut: Ghost Rider 2 ve Nicholas Cage, bu kadar kötü olma nedeni burada çekilmiş olması olabilir mi diye de düşünmüyor değilim. Her ödül alan sinemacı türkün güzel ve yalnız bir ülkeden söz etmeleri. Ama bu ülke ne yazık ki; yalnız olunamayacak kadar kalabalık, ayrıca AB’ye almasalar da 50 yıldır Nato’ya üye… Ve Anadolu da Alpler’de dağların arasında bir köy veya İzlanda’nın bir balıkçı kasabası değil. Sinemamız birilerine, bir şeylere, bir yerlere öykünmesi bittiğinde bir Türk sineması olacak elbette… İran’ın bir sineması var bizim hala bir sinemamız yok! Bu sadece 2012’nin değil, her yılın kötü haberi… Salonlar yıkılmaya, Karaoğlan yeniden ve yeniden çekilmeye devam edecek o yüzden…

Edip Can Rende: Bu sene, geçen seneye göre çok daha fazla kötü filmle karşılaştım, çoğu gişe filmi hayal kırıklığı yarattı. Bunların başını “The Dark Knight Rises” çekiyor. Etkileyici bir finalden çok uzaktı, her açıdan dökülüyordu “The Dark Knight Rises”. Onu “Alien”ın ‘prequel’i olarak tanıtılan ama ikinci sınıf bir filmden farkı olmayan “Prometheus”, üçlemenin bütün kodlarını aynen kullanan ve fark yaratmayan “Amazing Spider-Man”, Bahman Ghobadi’nin Nuri Bilge Ceylan’a öykündüğü “Rhino Season”, Fernando Meirelles’in dibe vurduğu “360”, John Hillcoat’ın “Lawless”ı, gene üçlemeden hikaye anlamında farkı olmayan bir diğer yeniden çevrim “The Bourne Legacy”, Woody Allen’ın “Midninght in Paris” ile elde ettiği başarıyı devam ettiremediği “To Rome With Love”, Tim Burton’ın “Dark Shadows”u, David Fincher’ın “Dragon Tattoo”su, Ferzan Özpetek’in “Magnifica presenza”sı, Robert Zemeckis’in “Flight”ı, Oliver Stone’un “Savages”ı, Lars von Trier’in pek bir şey yapmadığı “Melancholia”sı, Steven Spielberg’in “War Horse”u, Clint Eastwood’un “J. Edgar”ı ve “Trouble With the Curve”u, Cameron Crowe’un keşke sinemaya dönmeseydi dedirten enteresan filmi “We Bought A Zoo”su, “The Hunger Games” ve 60 yerli filmden 50’si senenin en kötü filmlerindendi. Bu filmlerden daha kötüleri çekilmedi mi? Çekildi ama ben o filmleri izlemedim. İzlediklerim arasında en kötüleri bunlar bana göre.

Ebru Çavdarlı: Benim en eğlendiğim iki film Edip’in en kötüler listesinde ama ona katıldığım konular da var. Tim Burton’ın dark shadows filmi kendi filmografisini de geçerek yılın en kötü filmleri arasına gerçekten iyi bir giriş yaptı. Denzel washington’ın Altın Küre’de en iyi erkek oyuncu adaylığı aldığı Flight filmi benim için tam bir işkence oldu. İkinci yarısından sonrasını bile izleyemedim.
Türk filmlerine değinmek bile istemiyorum vizyona giren, daha doğrusu fazla kopyayla vizyona giren filmlerin çoğu rezaletti. Aradaki iyiler zaten salon bulamadı.

İşin siyaset kısmına falan girecek olursak en rezil yıllardan birini yaşadık heralde. Siyasetimiz zamanını haremde değil, at üstüne geçiren ecdadımız oldu. AVM’ler her yeri sardı sinema salonu kalmadı. Hala konuşmaktan bir haer insanlar sinema eleştirmeni olarak köşe yazısı yazmaya devam etti.

Edip Can Rende: Ebru değinmiş, ben de belirteyim yeri gelmişken. Kötü bulduğum filmlerin bazı bölümleri gerçekten eğlendiriciydi. Prometheus’un o mükemmel doğum/kürtaj sahnesinde gerilmeyen var mıdır acaba veya Flight’ın o uçak kazasında heyecanlanmayan veya Bane’in bir kaç sekansından etkilenmeyen veya Bourne Legacy’de Aaron’ın kötü karakterleri dövdüğü sekansta eğlenmeyen? Kötü bulduğum bu filmlerde eğlenmediğimi söylemiyorum veya bu filmlerin her anını başarısız bulduğumu iddia etmiyorum. Ama genelde senaryolarına baktığımızda etkileyici bölümler, sekanslar olsa da genelde bu işlerin kötü olduklarını söylüyorum. Lafı uzatmayayım, sene içerisinde düzenlediğimiz kulislerde bunların “neden”lerine ayrıntılı bir şekilde değinmiştik (bkz: Prometheus, Tim Burton, The Dark Knight Rises kulisleri)

Yunus Erbaş: Siyaset ve RTÜK kısmında yapacak fazla bir yorum yok. Kendilerine aitmiş gibi türk izleyicilerini yönlendirmeye devam ederlerse bir arpa boyu yol alamayacak türk televizyonları… Daha 90 dakika kuralı, aptalca sansürler varken ve Kurtlar Vadisi gibi berbat bir yapım hala en çok izlenen dizi olduğu sürece televizyon izlememeye devam edeceğim.
Star Wars’un haklarının Disney’e geçmesi daha da felaketi yeni bir üçlemenin duyurulması, Tony Scott’un intihar etmesi, Pixar’ın büyüsünü kaybetmesi, senaryo bakımından çuvallaması ve Disney’in etkisi altında kalması da yılın kötü gelişmeleri.

Ümit Açık: Extremely Loud and Incredibly Close baya kötü bi uyarlamaydı. O kitabı sevmiştim oysa…

Cem Çelik: Dark Shadows, Amazing Spider-Man ve çok sevdiğim Woody Allen’ın To Rome With Love’u beni büyük bir hüsrana uğrattı.

Ömür Kuşluoğlu: Belli bir statünün üstüne bakınca Dark Shadows bence yılın en kötü filmiydi. Çok sıkıldım ve filmi izlerken artık düşünmeye başladım: “Herhalde sözleşme gereği bu filmi çekmek zorunda kaldılar, yoksa tazminat ödeyeceklerdi büyük ihtimalle, yapmış olmak için yapılmış bir film” diye kendimi avuttum. İkinci olarak zaten ölü doğmuş bir proje olan The Bourne Legacy geliyor. Berbat senaryo, alelade çekilmiş aksiyon sahneleri, boşlukta kalmış onlarca noktadan sonra sadece Bourne’un ekmeğini yemek amaçlı yapıldığı ortada olan bir film. Yani ufak bir kovalamaca sahnesi Bourne’un kompleksliğine sığdırılmaya çalışılmış. Onun dışında fazla irdelemeden Cabin in the Woods ve Expendables 2 diğer kötü adaylarım.
The Words
Ozancan Demirışık: “The Words” hayli gereksiz ve basiretsiz bir filmdi; neresinden tutulsa dökülüyordu. “Eternal Sunshine of the Spotless Mind” gibi bir başyapıta imza atmış Michel Gondry’nin Filmekimi’nde gösterilen son filmi “The We and the I”ı da ciddi anlamda olmamış bir filmdi. Zaten festival dışında adı bile geçmedi. Yine Filmekimi’nde gösterilen “7 Days in Havana” da çok yönetmenli filmler arasında mayası tutmamışlardandı.

Haktan Kaan İçel: Nicholas Cage, Words, Avengers’ın senaryosu, Piranha 3DD, Jack and Jill, Adam Sandler, Tony Scott’ın intiharı, Charlie Sheen skandalı, Fetih 1461, Hülya Avşar jüri başkanlığı, zenne’ye karşı saldırılar, Star Wars’un haklarına sahip Lucas Arts’ın Disney satılması can sıkıcı olaylardı benim için, sanki aniden “hikmet ağabeyin esnaf lokantasının” McDonald’s’a dönüşmesi gibiydi. A Thousand Words, Rihanna’nın sinemaya dahil olması…

Suat Demirel: Bu konuda yazmadan evvel Edip’in ne yazdığına baktım, gönlümü soğuttu yazdıkları. Birçok açıdan katılıyorum kendisine.
Benim için en büyük hüsran elbetteki The Dark Knight ve Prometheus filmlerinde oldu. İkisini de izlemek için çok yol katetmek ve bir sürü badire atlatmak zorunda kaldım. Hele Prometheus’u izleyebilmek için koşmam, ona rağmen yetişememem ve sonunda inatla 20 km daha yaparak başka bir yerde izlemem gerekti. Tamamen bu filmleri çöpe atmıyorum elbette ama beklenti karşılığımı alamadım.
Beklentim olmadığı halde salonda sıkıldığım, bitse de gitsek diye dualar okuduğum film The Amazing Spider-Man oldu. Son yılların en gereksiz seri resetleyicisiydi. Keşke devamı gelmese. “Ne kadar kötü olabilir ki?” dedikten sonra boyumun ölçüsünü veren Battleship ve Sen Kimsin’e diyecek laf bulamıyorum zira suç bendeymiş “O kadar kötü olabilirlermiş!”.
Sene zaten seri resetleyicileri ve seri sonlarından geçilmedi. Bunlardan bir diğer kötü iş Total Recall. Nispeten mantıklı ve amaçlı bir filmden nasıl bir embesil yapım çıkar görmüş oldum.
Man On a Ledge’in çok şey vaat edermiş gibi yapıp hiçbir şey vermeyen yapısı, Jeff Who Lives at Home isminde bir filmin yapılıp Jeff harici herkesi anlatması, Like Someone in Love’in güzel vaatlerinin boş çıkması diğer kötülerdi.
Bazı kişilerin hem kitabı hem de filmi aynı anda beğenerek beni şaşırttığı Cloud Atlas’ın, aslen bana göre kitabın ruhunu öldürüp bambaşka ucube bir şey ortaya çıkarması çok üzücüydü. Aynı şey bir bakıma Life of Pi içinde geçerli. Bundan sonra okuduğum kitabın filmini en az birkaç sene geçmeden izlememe kararı almama neden olacak kadar rahatsız etti bu durum beni.
Animasyonların düşük kalitede yer alması diğer bir can sıkıcı durumdu. Gerçekten kaliteli bir animasyon izleyemedik. İleride de durumun iyiden ziyade kötüye gideceğine dair çeşitli emareler var.
İyi her filmin festival filmi olarak görülüp, sıkıcıdır kesin önyargısıyla yayınlanacak salon bulamaması, sinema salonlarındaki ve dağıtım alanındaki tekelleşme ve en kötüsü bir bakıma festivallerin tekelleşmesi senenin iç karartıcı diğer şeyleriydi.

Ebru Çavdarlı: Animasyonlar demişken o bölgeye gireyim. Brave başarılı olacakken senaryo zayıf kalmış. Aynısını frankenweenie için söyleyebilirim. Tim Burton toparlanmış gibi, karakterler, teknik, mekanlar, herşey çok yerli yerinde ama senaryo öyle zayıf kalmış ki filmi gölgeliyor.

ÜZÜCÜ OLAYLAR

Edip Can Rende: Theo Angelopoulos’un ölümü şüphesiz yılın en üzücü haberlerindendi. Yaşasaydı daha uzun yıllar sağlam filmler çekeceği bir gerçekti. Sinema önemli bir ismi kaybetti. Ama benim için daha üzücü olanı vefat eden sinemacılardan çok ülkemizde sinemanın da iktidarın hakimiyeti altına alınmaya çalışılması. Kapatılan, kapatılmaktan başka şans tanınmayan “gerçek sinemalar”ın bu kapatılma haberleri çok üzücü. İleride bugünlere bakıldığında şüphesiz art arda yitip giden sinemacılar anılacaktır, onlarla birlikte iktidarın sinemayı daha da geriye götürmeye ve piyasanın hakimiyetine bırakılması da hatırlanacaktır. Kültür Bakanlığı’nın sansürleri, muhalif filmleri yurtdışında dahi sansürlemeleri ve bu filmlerin yurtdışında da gösterilmemeleri için yurtdışında düzenlenen festivallere ültimatom verilmesi, Karaoğlan gibi filmler çekecek kişilere daha fazla destek sağlanacağının belirtilip Karaoğlan gibi filmlerle alakası olmayan yönetmenleri dışlamaları, sinemayı gişe filmlerinden ibaret haline getirmeleri ve daha onlarcası ile hatırlanacak 2012 yerli sineması.

Ebru Çavdarlı: Angelopoulos’un ani ölümü gerçekten sinema dünyasını sarstı. Türk sinemasını da aynı ölçü de Seyfi Teoman’ın ölümü. Sinema salonlarının yerle bir oluşu da hatırlanması, dikkat edilmesi, unutulmaması gereken olaylardan. RTÜK’ün Homer Simpson’a dinle dalga geçtiği gerekçesiyle ceza kesmesi, ülkenin nasıl bir konuma geldiğini gösteren ufak bir örnek.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın