Bakınız Kulis: Dark ve Düşündürdükleri

Dark, yayınlanan yüzlerce dizi arasından senaryo kurgusunun mükemmelliğiyle sıyrılan, kolay rastanılmayacak bir dizi. Bakınız yazarları olarak kısaca yorumladık.

Sinan Güven: Dark’ın ilk sezonu 2017 Aralık ayında yayınlanmıştı fakat 2019’daki ikinci sezonu ile daha popüler bir hale geldi. Netflix popülerliğini arttırmak için ilginç yerel tanıtım kampanyalarına başladı çeşitli platformlarda. 2020’de başlayacak 3. sezonla izleyici sayısı epey artacak gibi görünüyor.
Diziye başladığımda ilk hissettiğim karanlık bir gerilim oldu, doksanların efsane dizisi Twin Peaks’i hatırlattı bana. Olay örgüsü oturmaya başladıkça bu karanlık yerini gizemli bir olaylar zincirine bırakıyor. Başta bu geçişi garipsemiştim ama bu tarz karmaşık bağlantıların çok iyi kurulduğu dizileri düşündüğümde bilgi yükleyen ilk bölümlerde sabrı olmayan ve izlemiş dostları tarafından devam etme baskısı görmeyen izleyicilerin bir kısmının diziden koptuğunu hatırladım, Dark buna izin vermiyor.
Spoiler vermeden anlatması zor bir dizi, fakat şunu söylemek lazım ki 1. sezonda sizi hayrete düşürecek olaylar sadece başlangıç. Yazarlar hatasız bağlantılar kurmuşlar ve her bölümde izleyiciyi sarsmayı başarıyorlar. Tavsiyem en baştan kendi diyagramınızı oluşturmaya başlamanız, bir noktadan sonra isimler ve zamanlar karışmaya başlayınca keşke diyeceğinize garanti verebilirim.
Dizinin yaratıcısı, yazar ve yönetmeni İsviçreli Baran bo Odar, daha önce de insanı ve temel arzuları sorgulayan yapımlara imza atmıştı. Görsel olarak iyi bir iş çıkarılmış, her bölümün değişmez sıralı bir kurgusu var, bu sıkıcı olmaktan öte zaten karmaşık olan olaylar içinde boğuşurken izleyiciye bir konfor sağlıyor. Gerilimi ve hüznü besleyen müzik seçimi de isabetli.

Fırat Türkoğlu: Dark, Adem’den girip Nuh’tan çıkan, tanrıyı ve şeytanı aynı anda oynayan karakterleri bulunan, uzay-zaman paradokslarını tane tane anlatan bir dizi… Hermetizmi gizli sembollerle değil, bizzat takipçilerinin kutsal saydığı zümrüt tabletten cümlelerle aktaran bir yapım… Ve fakat buna rağmen bir ailenin özelini, en insani duyguları, aşkı, ayrılığı, kardeşliği, arkadaşlığı çok yalın bir şekilde aktarabiliyor. Jonas’ın Martha’ya olan aşkını, yaşadığı çıkmazları, Mikkel’in başına geleni kabullenişini, Hannah’nın duygusal kırılmalarla beslenen pervasızlığını anlatabiliyor.
Bir yandan Bootstrap Paradox’u anlatırken, bir yandan aldatılan bir eşin kıskançlık krizini hissettirmek günümüzde herhangi bir dizinin kolay kolay yapabileceği birşey değil. Günümüzde belirli hedef kitlelerin belirli hassasiyetlerine dokunarak rating peşinde koşan, ya aksiyona, ya duygusallığa, ya entellektüel kitlenin beynini kaşımaya yönelen yapımların arasında her şey dahil bir menü sunuyor önümüze…
Üstünde dans ettiği esas zemini “zaman” olarak belirleyen ve seyirciyi de dansın bir parçası yapan Dark, bazen Martha gibi yoğun duyguların esiri yapıyor, bazen de randevuları durmadan ertelenen fransız delegasyonuna çeviriyor izleyeni…
5 ayrı zamanda, 20’ye yakın karakterle, karışık kurguyla, senaryoda hiç mantık hatası yapmadan bir diziyi yürütmek kolay iş değil, senaryo yazımı ve kurgusunu, atmosfer yaratmaktaki ustalığını alman mühendislik harikası olarak nitelemek yanlış olmaz…
Böyle iki sezon seyredince “üçüncü sezonda dağılmazlar umarım” cümlesi de mecburen kuruluyor.

Turgay Kaplan: Zamanı fenomenal ağırlığıyla ele almayı tercih eden Dark, bunun için çeşitli referanslara başvuruyor. Pierre Bayard, aslında geçmişteki bir yazarın gelecekteki bir yazardan intihalde bulunduğunu var sayar. Çünkü geleceğin geçmişe küçük bir kapı araladığını geçmişteki yazarın da ordan görebildiği kadarını eserine nakşettiğini orda olan şeyin tamamının gelecekteki o zaman geldiğinde ortaya çıktığını ileri sürer. Dark da bazen buna benzer sularda gezdiriyor zaman mefhumunu bazen de daha insan odaklı zamanlarda ise Hegel’in “zamanın geri dönüşlülüğü” düşüncesindeki gibi geçmişin geleceği oluşturduğu kadar geleceğin de geçmişi şekillendirdiği bir dünya yaratımına soyunuyor. Söz konusu fenomenal düşünceleri, olguları insan hikayeleriyle bütünleşik bir yapıda sunmayı başararak daha etkili kılmayı başarıyor. Mesela bir zamanlar Jonas olan Adam’ın, Jonas’a sarfettiği “nasıl kendisine dönüştüğü” ile ilgili gizemli atıflarının derinliği tıpkı yine Hegel’in her şey olup bittiğinde alacakaranlıkta uçan baykuşunun felsefi derinliği arasında kurulan eşgüdüm gibi…
Son bir söz: Dizide sık sık geçen hatta yapının iskeletini oluşturan Nietzsche’nin “bengi dönüşlülüğü”nün kahramanlar üzerinde yarattığı öncelikle çaresizlik sonrasında da kabullenme duygularının daha vurgulayıcı olması gerektiğini düşünüyorum ki bengi dönüşlülük bir anlam kazansın.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın