Bakınız Kulis: Lucy!


Bakınız yazarları olarak Lucy’nin basın gösterimine gittik, filmle ve gösterimle ilgili izlenimlerimizi yazdık.

Cem Çelik: Luc Besson her zaman havalı filmler yapmayı başarmıştır. Beşinci Element filminden sonra baktığımda elle tutulur hiçbir filmini göremediğim halde ve ‘izle, eğlen ve bir saat sonra unut’ cinsinden çerez filmler çekmesine rağmen yine de cool bir tavrı var filmlerinin ne hikmetse. Bunda tabii aksiyon sahnelerini iyi kullanmasının da katkısı var. Lucy de böyle bir film işte. Sıkılmadan izliyorsun, eğleniyorsun ve sinamadan çıktıktan sonra unutuyorsun.
Filmin güzel fikirleri de yok değil. Bu büyük fikirleri, filmin ortalarına doğru ağır sembolizm ve insanlığın hayvani doğasıyla ele alması filmin anlatımını güçlendirirken, sonlarına doğru olayı tanrıcılık mevzusuna kaydırması ise tam tersi filmin tüm bütünlüğünü yitirmesine sebep olmuş kanımca.
Yine de insan zihninin kullanılmayan potansiyeli hakkında derin felsefi sorular ile aksiyon sahnelerini birleştirmesi bence çok eğlenceliydi. Bessnon da bunu layığıyla yerine getirmiş bence. Çok ciddiye almayarak (ki bence yönetmen de bunu istiyor) izlendiğinde gayet eğlenceli, çıtır bir film bence.

lucy-scarletteJ

Haktan Kaan İçel: Filmin en garip yanı aslında bir aksiyon filmi izleyeceğiz diye gidip, felsefe, bilim gibi konulardan girip çıkıp, ben aynı zamanda Kore suç filmiyim demesi… Bununla kalmayıp gelecek-geçmişi bir dakikaya sığdırarak ben istesem her şeyi anlatırım tavrı biraz gereksiz olmuş bence. Hele ki bunca mevzuyu bir aksiyon filminin sınırlı zamanına sığdırma mevzusu Luc Besson’a nasip olur sadece. Çünkü adamın eski filmlerinden çok fazla tüketilebilecek kredisi var. Bu yüzden de kendi halinde bir deneme yapmış işte. Bu filmi insanlar kafaları güzelken izleseler çok tuhaf yerlere gidebilirler. Bu açıdan tehlikeli bile denilebilir.

Yekta Kurtcebe: Filmden çok, yaklaşık bir yıldır herhangi bir basın gösterimine katılmadığım için göremediğim sinema yazarılarını görmeme vesile olan Luc Besson öncelikle sağ olsun. Genel olarak sinema yazarlarımızın kilo aldığına şahit oldum. TRT 2 dönemlerinde platonik duygular beslediğim Alin Taşçıyan dışında kilo alanlara karşı bir burukluk hissetmedim. Sinema yazarlarımızın uzun yıllar Sith Lordluğunu yapan Atilla Dorsay’a karşı Emek Sineması direnişinden bu yana sempatimiz ve saygımız artmıştı. Zaten Atilla Dorsay’a ne kadar kızarsak kızalım hakkını vermemiz gerekiyor. Hayranı olduğumuz sinema sanatının muhteşem anlarına tanıklık, vakanüvislik yapmış biri. Benim için Louise De Funes ile kısa bir röportaj yapmış olması çok değerli örneğin. Kendisi Feriye Sineması’na basın gösterimine on dakika kala geldi. Ufak bi poğaçayla çayı gümletip salona geçti. Filmin ilk dakikaları başlarken muhtemelen tablet tarzı bir aletle not alan (salonda ışık saçan aletler biraz gereksiz) başka bir sinema yazarını, hükümdarvari bir ses tonu ile ‘Kapatacak mısınız o aletinizi’ diye uyardı. Balkonda oturduğumdan aleti göremedim ama Atilla Dorsay’ın sesi benim için yeterliydi. ‘Kapat kardeşim neyse o alet!!!’ Ne yazık ki film Dorsay’ın ses tonu kadar bile iyi değildi. Leon, Le Big Bleu ve akıllara kazınmış Metro filmleri ile gönlümüzde ayrı bir yeri olan Besson, yine yapmış konformistliğini. Fransızın özensizi hiç çekilmiyor. Scarlett Johannson’un güzelliği filmde garnitür olarak kullanılmış. Hikâye hatları fena olmasa da Luc Besson’un doldur boşalt tarzı yönetmenlik anlayışıyla yitip gidiyor. Aralarda anlatımı güçlendirmek için getty ve corbis’den bolca image ve video satın alınmış. O sıkıştırılmış bölümler oldukça sevimsiz. Haktan’ın hakkını vermek istiyorum. Güzel kafayla izlenince gayet memnun kalınacak fakat sonrasında kafada da bir şey kalmayacak olan bu filmi Besson’un madde etkisi altında çekmiş olduğuna inanıyor, iyi seyirler diliyorum.

Cem Çelik: Bu arada ben güzel kafayla izlemiş olsaydım filmin sonunun 2001: A Space Odyssey’e bağlanacağını zannederdim.lucy1

Haktan Kaan İçel: Zaten sinema yazarlarının çoğunlukla üzerinde durdukları nokta, daha çok suçlama da denilebilir, Luc Besson’u Kubrickçilik oynamakla suçlamışlar. Ancak popcorn kafasıyla Kubrick olamazsınız, biraz daha derin düşünmek lazım fikri hakim insanlarda. Ozancan dışında full seven biri çıkmadı zaten. Ben eğlendim falan ama beklentim aksiyona yüklenmeleriydi. Aniden salak kız hapları bedenine bıraktırınca IQ’sunun yükselip Tanrıcılık oynaması bana kalırsa karakterin değişimi-gelişimi bakımından yararlı olsa da, Scarlett’ın karakterinin sığlığı yüzünden çok ileri gidemiyor işte.
Bir de Morgan Freeman’ı neden sürekli bilge adam karakterinde oynatırırsınız be kardeşim. Ben onun yerinde olsam çok sıkılırdım. Karakter profili önemlidir oyuncular için. Choi Min-sik ise bence yine kült bir karakter yaratmış. Gözünüzü seveyim, adam başlı başına yürüyen karizma, hiçbir şey yapmasa iyi oynar o adam.

Ozancan Demirışık: Öncelikle o Kubrick suçlamalarını mantıklı bulmadığımı söyleyeyim. Besson eğlencelik bir film çekmiş; bu film içerisinde birtakım felsefi konulara değindiği, bir neandertal falan gösterdiği için Kubrickçilik oynadığını düşünmek bana abesle iştigal geliyor. Cem’in filmle ilgili yorumu mesela bana gayet makul geldi. Yönetmenin zaten filmi kendini ciddiye almadan oluşturduğu fikrine kesinlikle katılıyorum. Yekta’yı biraz sert buldum, haklı tarafları da var, bence çok da haklı olmayan tarafları da var. Haktan’ın söylediği “full sevme” meselesine gelince…. Elbette film dört dörtlük demiyorum fakat yapılan eleştiriler de biraz ağır geliyor bana. Açıkçası Besson, Scarlett’ı süper insan konumuna soktuğu bol aksiyonlu bir film çekmek istemiş ve bence bunu gayet de güzel başarmış. Scarlett’ın onu bunu süper güçleriyle dövmesini izlemek nasıl zevkli olmasın? Benzer bir konuyu işleyen Limitless, Lucy’nin yanında çok kasvetli ve sıkıcı kalıyor mesela. Lucy’yi yarın öbür gün seve seve tekrar izlerim, en azından eğlenceli vakit geçiririm ama Limitless’ın bir dakikasını bile tekrar izleyeceğimi zannetmiyorum. Lucy o kadar da derin, ciddiye alınacak bir film değil, evet, ama bence amacı o da değil. Vaat ettiklerini sunduğuna inanıyorum. Besson’ın filmde izlediğimizden farklı bir şey amaçladığını zannetmiyorum, o yüzden de bence öyle büyük bir başarısızlık söz konusu değil. Ha filmle ilgili şikâyetlerim yok mu, tabii ki var. Morgan Freeman’ın karakteri neredeyse hiç oturmamış, Besson’ın klasik mafya karakteri Min-sik Choi’nin başarılı performansına rağmen artık bayağı eskidiği için pe bir şey ifade etmiyor (tabii aksiyon sahnelerinde çok işe yarayan bir karakter, o ayrı.) vesaire. Ve evet bilimsel açıdan da felsefi açıdan çok mantık arz etmeyen birtakım fikirler yok değil ama Luc Besson “bunlar tüm dünya çapında geçerli kanunlardır” demiyor ki, kendince bulduğu cevapları filme yedirmiş sadece. Uzun sözün kısası, ben Lucy’yi entelektüel yönümden çok sinemaya eğlenmeye giden çocuksu yanımla sevdim, pişman da değilim.


Leave a Reply