Mad Max: Fury Road’u izlediğimizde içimiz içimize sığmadı. Bu sıradışı seyir deneyiminin bizde uyandırdıklarını klasik bir Bakınız kulisiyle sizlere aktarmak istedik.
Haktan Kaan İçel: Mad Max’in yeni filmi fragmanlara bakıldığında sanki ikinci filmin remake’i gibi izlenimlere neden olmuştu. Ancak filmi izledikten sonra bunun doğru olmadığını gördük. George Miller üçlemenin en sevilen filminin ikinci filmi olduğu algısından yola çıkarak buradaki tır aksiyon sahnelerini, üçüncü filmdeki kurgusal düzlemle harmanlayarak kendine has bir film yaratmayı başarmış. Tabii günümüzde Mad Max yapmanın neticesinde başrol oyuncusu Mel Gibson yerini Tom Hardy’e bırakarak oyuncu değişikliği gerçekleştirilmiş. Tom Hardy, Mel Gibson’ın Max’ine göre daha ciddi bir karakter olmuş. Daha az konuşan, hatta daha asi bir insan olmuş. Bunun nedeni belki de filmin başında yakalandıktan sonra uğradığı muameledir. Charlize Theron filmin bana kalırsa en başarılı cast seçimi olmuş. Adeta Max’ten rol çalıyor film boyunca. Post-apokaliptik bir dünyada geçen full aksiyonlu filmleri insanlar özlemiş olacak ki, Fury Road coşkuyla karşılandı. Ben filmin muhteşem olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Tamam Mad Max serisi içerisinde belki de en iyi film olmaya aday ama film bittiğinde aklımda yer eden filmin gazı dışında mest olmadım. Tabii bir yandan da bu bir bilimkurgu-aksiyon sentezi; çok da bir şeyler beklememem gerektiğini kendime öğütlüyorum. Böyle düşününce de filmin seyirciye istediğini verdiğini söyleyebilirim. Ama hikâye kısmı beni tatmin etmedi. Yoksa filmin başından sonuna kadar başka diyarlara sürüklenmek harika bir tecrübeydi. Bu yılın şu ana kadarki büyük bütçeli filmleri arasında, eksiklerine rağmen bir numarama yerleşen film bu gibi gözüküyor. Bu arada söylemeden edemeyeceğim, kum bulutu sahnesi nedense bana Water Diviner’daki kum fırtınası sahnesini hatırlattı.
Ömür Kuşluoğlu: Mad Max’in yeniden çekildiğini duyduğumda oldukça heyecanlanmıştım. Çocukluk yıllarımızda televizyonda denk gelip izlediğim günler aklıma gelmişti hemen; görmek için sabırsızlanmıştım. Lafı uzatmadan baştan söyleyeyim, beni oldukça memnun etti “Fury Road”. Post-apokaliptik düzen, kaos ve üstüne de baştan aşağı delirmiş bir insanoğlu üzerine kurulmuş bu düzenin ortasında kibarlığa, nezakete hele ki acıma duygularına hiç ama hiç yer yoktur. Filmin bu kadar hızlı şekilde açılması ve temposunu bir an olsun düşürmeden seyircisini o deliliğin içerisine sürüklemesi çok başarılıydı.
Bazı izleyiciler, özellikle Mad Max’e yabancı olan ve haliyle aradan uzun zaman geçtiği için unutan kısım, filmin bu denli hızlı akmasını, ön bir açılış yapmadan bu deli saçması dünyayı görmeyi garipsemiş olabilirler. Fakat Max karakterinin filmin hemen başında söylediği gibi “Dünya düştükten sonra kimin daha çılgın olduğunu bilmek zordu. Ben veya benim dışımda herkes.” Bu aslında bize kafadan bir fikir veriyor. Bir ülkeden, bölgeden veya bir siyasi savaştan bahsedilmiyor. Dünya düşmüş, insanlık dağılmış, ekolojik denge altüst olmuş. Çetelerin hüküm sürdüğü, günümüzün tek geçerli gücü olan paranın yerini almış brutal yetkinlik, kaydadeğer şekilde ölmeyi erdemli bir kurtuluş olarak niteleme gibi öğeler aslında adrese teslim referanslar.
Film bize sonuçta bir hayat amacı aşılamıyor ya da varlığımızı keskin bir dram ile sorgulatmıyor fakat mutasyon, Valhalla çılgınlığı, off-road yarışlarını andıran kovalamacalar, kamyon arkasında davul çalıp, elektro gitar amplifikatöründen oluşmuş aracına kadar deliliğin tam gaz gittiği bir film oldu benim için. Bu kadar büyük bütçeye sahip olamayan filmlerin olduğunu da hatırlatıp, paranın hakkını ancak böyle verebilirlerdi diye de eklemek lazım. Oyuncular için de iki kelam etmek gerekirse, Tom Hardy iyiydi, nihayetinde sınırları belli bir karakterdi. Çok konuşmayan, düzeni bu haliyle kabul etmiş, bakışlarıyla etrafı süzen fakat içten içe herkes kadar delirmiş bir Mad Max’ti. Fakat Charlize Theron’un başarısı gözardı edilemeyecek derecede parladı filmde; karizması Max ile yarıştı. Eh, Nicholas Hoult’a da bir “aferin lan” demeden geçmek ayıp olur.
Sinan Doğrul: Ben Mad Max’in öngördüğü dünyaya doğru yol alan bir zamanda yaşadığımızı düşünüyorum. Mad Max’in ilk filminin çekilmesinin üzerinden otuz altı yıl geçmiş olmasına rağmen bugün hâlâ hatırlanıyor olmasının en önemli nedenlerinden biri de dünyanın hâli pür melalini kendine dert ediniyor olması. Geleceğe karamsar bakıyor ve çözüm konusunda çok da umutlu ve hatta ahlakçı bir yaklaşımı yok. Tankerin peşindeyken ağızlarına tuhaf bir sprey sıkıp kendilerini Valhalla’ya gönderecek hamleyi yapanları görünce aklıma Ortadoğu geldi haliyle. Sonra kestikleri kafaların videolarını bütün dünyaya yayan cehennem köpekleri de geldi. Hatta kim daha gerçek diye düşündüm bir ara. bugünkü ortadoğu mu yoksa şuan beyazperdede izlediğim tuhaf dünya mı? Ardından ayrı ayrı suyu silahı ve petrolü ellerinde tutan derebeylerinin gerçek dünyada kimlere örneğin ülkelere mi yok şirketlere mi karşılık gelmesi gerektiğini düşündüm. Mad Max’i hiçbir zaman düpedüz bir aksiyon filmi olarak düşünmemek gerek. Aksiyonun arkasında kurulmuş bir dünya algısı var ve bu algı da oldukça politik bir niteliğe haiz. Gösterim sezonunun giderek kuraklaştığı şu zamanlarda çöldeki vaha gibiydi bence.
Yıldıray Kibar: Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Son zamanlarda soluksuz izlediğim yegane film.
Mad Max post-apokaliptik denen netameyi ilk gördüğüm sinema filmiydi. Küçüktüm, teyzemlerde betamax video’da izlemiştim ve algılarım yerlebir olmuştu. Küçük bir çocuk için zamanında bir çöl olan görsel etkileşim dünyasında korku verici bir deneyim olmuştu. Mel Gibson öyle bir ikon haline geldi ki bu filmden sonra her filminde Mad Max’i gördüm. Braveheart, Signs demeden her filmde o deli bakışlarla karşılaştım.
Önceki filmler ve yeni gelen Fury Road arasında korelasyon kurmak için eski filmleri tekrar izlemem gerekiyor. Hikâye, kurgu, tasarım nasıl bir bileşik veya devam oluşturuyor ifade etmekte zorlanıyorum. Zihnimde eski filmlerden yer eden kodların (özellikle 2. film) çoğunlukla yeni filmde de geçerli olduğunu söyleyebilirim.
Dünyanın geldiği (gelebileceği) nokta tasviri, insanlığın geldiği (gelebileceği) duruma dair metaforlar hikâye bağlamında tutarlı ve sırıtmıyor. Geriye kalan kısım ise tam anlamıyla görsel bir şölen. Filmin açılışında başlayan ve Max’in çölde kumların içerisinde uyanmasına kadar süren aksiyon akışında soluğumun kesildiğini ve bittinde derin bir nefes aldığımı söylemeliyim. CGI menşeili günümüz süper kahraman aksiyonlarının üzerine gerçek bir aksiyon şöleni olduğunu bir yerlerde altını çizerek vurgulamam gerekiyor.
Bir filmin kalibresi derdi olup olmadığıyla doğrudan ilişkilidir der dururum. Mad Max: Fury Road’ın alt metninde ciddi bir dert var. Görsel karnaval haline gelen aksiyon aslında bu temelin üzerine oturtulmuş. Yukarıda belirttiğim, dünyanın ve insanlığın gittiği yer bağlamında varoluş veya yeniden doğuşu tanıdık bir hikâye modülüne eklemliyor. Evden kaçış ve eve dönüş. Çemberi tamamlama: yolculuk. Kurtuluşun gitmek değil, gerçeği görmek (uyanış) ve geri dönmek olduğunu anlatıyor hikaye. Geriye kalan her şey, güçlü bir aksiyon filmini oluşturan estetik tasarım güzellemesi.
Araçların tasarımı, işlevleri, insanların kast sistemi içerisinde geldikleri deformasyon, inanç ekseninde oluşmuş kafa karışıklığı derken filmin iskeletini oluşturan her parça kendi hikayesini güçlü biçimde destekliyor. Çılgınlık max karakterinin çok üstüne çıkmış bir seviyede. Kör elektro gitarist muhteşem bir ikon olmuş.
George Miller’ın önceki filmlerin de başında olması tüm bu şaşaalı tasarımı çok daha tutarlı hale getirmiş denebilir. Otuz yıl önce olmayan rahatlığı, otuz altı yıl önce olan hikâyeye çok güzel bir biçimde yedirmiş. Otuz altı yıl önce olan ve sonrasında olmayan en önemli öğe Mel Gibson. Mad Max denince otuzlu yaşlarındaki insanların gözüne anında Mel Gibson’un saç baş dağınık, -daha önemlisi- dünyayla bağını yitirmiş bakışları geliyor. Aslında bu imaj ikinci filmden gelen bir data (Fury Road’un da ikinci film ekseninde olduğunu söylemekte fayda var). Tom Hardy şahsen oyunculuğuna güvendiğim bir aktör. Fakat ikonik bir Mad Max olamayacağı da aşikar. İşin altından ustalıkla kalkmış. Fakat zihinlerde savaşması gereken ikonik imaj çok güçlü, derinde ve kemikleşmiş denebilir. Rahatsız olmadım, beğendim ama çok fazla etkilenmedim bu yeni Max’ten. Tom Hardy’nin ötesinde Charlize Theron, Imperator Furiosa rolünde çok çok başarılı bir kompozisyon çiziyor. Yeni Mad Max’in tutarlılığının ve gücünün odak noktalarından birisi de Charlize Theron’un oyunculuğu denebilir. Nicholas Hoult’a da bir cümle yer açmak istiyorum. Beyni yıkanmış bir askerden, özgürlük savaşçısına dönüşümü inandırıcı ve gösterişsiz bir şekilde yansıtmış. Şukusunu verdim.
Başta söylediğimi tekrar edeyim: Pişman olmayacağınız, harika bir seyirlik. Mümkünse büyük perdede gidip görün ve filmin anaşist post-apokaliptik süratine kendinizi kaptırın.
Barış Toker: Mad Max serisiyle daha küçük bir çocukken televizyonda rastlayıp tanışmıştım. O zaman için gerçekten dehşet verici bir deneyimdi kendi adıma. Bu kadar acımasız bir gelecek tasviri kabuslarıma girmişti. Tabii şimdiki gibi senede üç-dört tane post-apokaliptik film ya da dizi çekilmiyordu. Ama şu an türün örnekleri sayıca çok olsa bile Mad Max serisinin sinema tarihi açısından çok önemli bir değeri vardır gözümde. Düşük bütçeli bir Avustralya filmi hem dünyada büyük bir hayran kitlesi edindi hem de bir yıldız çıkardı: Mel Gibson.
Evet, Fury Road’da gözüm bayağı bayağı Mel Gibson aradı açıkçası. Belki de birkaç gün önce seriyi tekrar izlemiş olmam bunda etkili oldu. Mad Max ismini duyduğum an gözümde canlanan Mel Gibson olmuştur her zaman. Tom Hardy yeni neslin en sevdiğim oyuncularındandır ama işte göz alışkanlığı olunca kabullenmek zor oldu. Ama şu var ki, zaten bu film Max üzerine kurulmuş bir film değildi. Hani bi’ ara dedik ki Max olmasa bile film olurmuş. Bunu Max karakterinin zayıflığı ya da herhangi bir negatif anlamda söylemiyorum. Bilakis yan karakterlerin güçlü ve sağlam kurgulanması bu duruma sebep olmuş. Önceki serinin zayıf yanlarından biriydi bu aslında. Filmlerdeki diğer karakterler Max’i yolda tutmak için birer bahaneydi sanki sadece. Zaten Mel Gibson dışında seride tanınmış oyuncu olmadı pek (Tina Turner faciasını saymıyorum). Charlize Theron ve Nicholas Hoult’un karakterleri başlı başına birer karakter. Kendi hikâyeleri, kişilikleri, dönüşümleri var. İnandırıcılar, inandırıcı oynanmışlar. Kötü adamımız olarak karşımıza çıkan Hugh Keays-Byrne ise aradan geçen otuz beş yıla rağmen acımasızlık formundan hiçbir şey kaybetmemiş. Yüzünü pek göremesek de sesi ve gözleri bunları anlatmaya yeterli oldu.
Fury Road’u George Miller çekmese bu kadar sever miydik, pek sanmıyorum. Aksiyonun sadece CGI maharetine dayandığı günümüz aksiyon sinemasında ancak George Miller gibi “çılgın” bir adam bu kadar gerçekçi aksiyon sahneleri çekebilirdi. Otuz beş yıl önceki düşük bütçeli Mad Max’te bile zamanı için oldukça iyi aksiyon işi çıkarmıştı ki Fury Road’daki bütçesiyle böyle bir muazzam iş çıkarması (özellikle bağımsız sinemadan stüdyo filmlerine geçen yönetmenler), sinema dünyasında çoğu zaman geçerli olmayan bütçe-kalite üzerine kurulu doğru orantılı denklemin bazen geçerli olabileceğini gösterdi. Umarım yeniyetme aksiyon yönetmenleri de bir şeyler kaparlar ustadan.
Mad Max serisi soluksuz aksiyonu, abartı karakterleri, karizmatik kahramanı, enteresan araçları ve kıyafetleriyle aklımızdadır hep. Hikâye babında çok da önemli yer etmez kafamızda. Hatta B filmlerine yakın bile diyebiliriz bu yüzden. Fury Road’da ise hikayenin daha olgun ve radikal olduğunu görebiliyoruz. Aksiyonun ortasına güçlü kadın karakterleri koymak her yapımcıya kabul ettirilebilecek bir durum değil açıkçası. Bekaret kemerini atan ve damızlık olmayı reddeden kadınlar bu filmin asıl kahramanları, tırın üzerinde savaşan yaşlı kadınlar, mahvolmuş insanlara suyun vanasını açan süt anneler… Erkek egemenliğine ve şiddetine başkaldıran kadınlar. Ama en güzel yanıysa, bunun sığ bir feminist zeminde değil, erkek-kadın ortak çabası içerisinde gerçekleştirilmesi. Karşısında isyan edilen mevzunun temeli tamamen berbat bir erkek faşizmi ama bu uğurda yapılan savaşta çekilen cefanın da iki cinsiyet arasında el ele pay edilmesi, erkeklerin de er ya da geç kadının haklı isyanını anlayıp bu mücadele içerisinde elinden geleni yapması.
Mad Max: Fury Road, her kesimden izleyiciyi koltuğuna yapıştıracak muazzam bir seyirlik sunuyor bizlere. Önceki seriyi izleyenlere müzik kutusu, şehrin beyni olan cüce adam vb. şeylerle selam çakıyor ama Mad Max’le ilk kez tanışacakları da kafa karışıklığına itmeyen dehşetimsi bir dünyaya davet ediyor George Miller. Küçük ekranda harcamayın ve bu heyecanı mutlaa sinema salonunda yaşayın. Ayrıca gelen haberlere göre Tom Hardy üç film için imza atmış, şu ana kadar filmin gişesi de iyi. Yani önümüzdeki yıllar içerisinde muhtemelen yeni yan karakterlerle birlikte yine yollara düşeceğiz.