Bakınız yazarları olarak Mustang’ı izledikten sonra birlikte görüşlerimizi paylaşmak istedik.
Barış Toker: Bu kadar curcunadan sonra nihayet Mustang’i izleyebildik. Eğer bu coğrafyadan uzak, yabancı orta-üst sınıf bir seyirci olsaydım gerçekten etkilenirdim. Ama gelgelelim bu ülkenin bir seyircisi olarak yemiyorum, yiyemiyorum. Diyaloglar rahatsız edici derecede yapmacık, karakterler çok karikatürize ve resmen tırmaladı beynimi. Filmi bir sinema eseri olarak ayakta tutan en önemli unsuru tempolu kurgusu ve hareketli sinematografisinin sinerjisi. Bunun hakkını verelim. 90 dakika boyunca dikkat çekici ve hareketli mizansenler var. Müzik kullanımı da bu kurguya paralel iyi oturmuş. Ama tekrar içeriğe bakarsak eğer, bu tabiri kullanmak istemiyorum ama ucuz buldum. Kafada enteresan bir Türkiye yaratılıp bir bölgeye yerleştirilmiş. Bu hikaye Doğu’ya oturtulup çekilse bir derece daha inandırıcı olabilirdi ama o zaman da ne o 5 kızın “hoppidi” enerjisini ne de filmin yabancı seyirciye yönelik ilgisi tutturalabilirdi, Ortadoğu filmi olurdu. Bu da pek işine gelmezdi yönetmenin. Şu çok net belli ki filmin hedef kitlesi biz değiliz, zaten biz yerli seyircilerin film hakkındaki görüşlerimizin yönetmenin umrunda bile olduğunu sanmıyorum. Arada birkaç saniye “direngezi” yazısı gösterip arka fona B. Arınç zırıltısı koyup bizleri de unutmamış gerçi Allah razı olsun. Ama şu çok net ki bazı bilindikler üzerinden yurtdışında ödül avlasın diye yapılmış bir film. Yolu açık olsun. Kötü film diyemem asla, olayın kurallarını güzel anlamış ve uygulamış ama benim için samimiyetsiz bir film bu. Tavsiyem şudur ki Akademi üyelerine filmin kopyasını yolladıklarında Türkiye’deki kadın cinayetleri ve tecavüzleriyle alakalı haberleri de kolajlayıp bir albüm yaparak yanında yollasınlar ki çok istedikleri oscar ödülü şansları daha da artar
Ebru Çavdarlı: Benim için film o kadar dağınık ki yazacağım yazı da bir o kadar dağınık olacak muhtemelen. Pat diye mevzuya girip, hızlı hızlı geçip, aralara eleştirilerimi katıp kaçıcam. Senaryo o kadar kötü ki neresinden tutsak elimizde kalıyor, sil baştan oturup tekrar yazılsa benim için anca öyle bir şeyler ifade edecek. Bu kadar rahatsız etmesinden ötürü de Barış gibi kötü film diyemem diyemiyorum. Olayın kurallarını ne kadar iyi uygulasa da bu artısı bile bir işe yaramıyor benim gözümde.
Ben filme Avrupa’dan bir izleyici gibi bakamıyorum bu yüzden de gerçekten anlattığı hikayedeki karton karakterleri yemiyorum. Avrupa’dan bir seyirici gibi baksam da oyunculukların ne kadar kötü olduğunu da söylerdim, filmin ne kadar kopuk olduğunu da.
Öyle apar topar başlıyor, hikayeye öyle bodoslama dalıyor ki, aynı hızlı da atlaya atlaya bütün hikayeyi yediriyor. Araya da Türkiye gerçekleri serpiştiriliyor. Diyaloglar zaten felaket. O gezi göndermesi beni muazzam rahatsız etti. Bana hiç samimi gelmiyor, göz boyamanın ötesine geçemiyor. Olmamış, oturmamış, bu filmde yeri yok.
Karakterlere gelecek olursak o kadar boş, o kadar karton ki. Bu kadar rahatsız edince film haliyle tüm herşey gözüme batmaya başlıyor. Öncelikle o 5 kız kardeş Karadeniz’in bir köyünde doğup büyümüş olamazlar.Üzgünüm ama oturmuyor. Metropolde yaşadıktan sonra zorunlu olarak o kente gitmek zorunda kalan kardeşler olabilirler ancak.
Bundan sonraki detaylar çok ufak aslında ama battı mı batıyor işte. Karadeniz’de kimsenin şiveli konuşmaması, düğünde çalan şarkının yöresel düğünle alakası olmaması, kızları muhafazakar giyim tarzına sokmaya çalışırken ki saçmalıklar. Bunların hepsi bana çok yapay geliyor. O yüzden hiç bir olumlu gözle bakamıyorum. Bu zamana kadar da çok ağır eleştirdiğim filmlerin yönetmenlerinden özür diliyorum.
Nick Cave ve Warren Ellis’ten şarkıların telif haklarını alacak kadar sağlam bir desteği var ama filmin. Alıp yürüyebilir oscar töreninde de. Ama ben böyle bir filmi aday adayı göstermediğimiz için memnunum. Bu film ile eğer bir ödül alsaydık Nuri Bilge Ceylan yerine oturur ben ağlardım.
Düğünde çalan türkü de bir Erzincan türküsüdür. Yöresini de geçtim de bir düğün için bile sıradışı. Belki benim anlamadığım bir amacı vardır. Bazı eleştirmenlerin filmden zorla metaforlar çıkarmasına ben dahil olamayacağım.
Cem Çelik: Film hakkındaki tüm olumsuzlukları Barış ve Ebru gayet güzel dile getirmiş. Bunları tekrarlamayacağım. Ek olarak şunları söyleyebilirim.Filmi ister türkiye’den, ister avrupadan okuyalım, bu topraklara uzak olmayan bir hikayeyi, sırf yine türkiye’yi çok yansıtmıyor ve abartılıyor diye taşlamak çok manasız.
Filmi izlemeden önce, bir kaç yorumu okuduktan sonra şunları söylemiştim. ‘’Yönetmen o topraklara ait bir hikayeyi anlatırken, illa o toprakları, kültürü, yaşantıları yansıtmak zorunda mıdır? Kendi içsel dünyasında yarattığı imgeleri, hiç varolmayan, hiçbir zamanda var olmayacak, alternatif bir türkiye’de sunamaz mı? ”
Filmi izledikten sonra da düşüncelerim değişmedi. Ortada bir hikaye var ve yönetmen kendi bakış açısıyla bunu yansıtmayı denemiş. Tabii sendelediği çok fazla yer var. Barış’ın ve Ebru’nun dile getirdiği eksikliklere ben de katılıyorum. Genç kızların üzerine ve diline yakışmayan dialoglar, abartı dinsel unsurlar ve hikayenin anlatımındaki eksiklikler.
Filmi beğendiğimi söyleyemem, kötü hiç diyemem fakat, bu kadar tartışma konusu olacak kadar eleşitriyi de haketmediğini düşünüyorum.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.