Bakınız Kulis: The Revenant

leonardo dicaprio oscar bear

Bakınız yazarları olarak Alejandro Gonzales Inarritu’nun yeni filmi The Revenant’ı konuştuk. Ortaya farklı görüşlerden oluşan bir yelpaze çıktı…

Turgay Kaplan: Güçlü bir kalemi olmayan Inarritu-The Revenant’ta da açıkça görüldüğü üzere-bu eksikliğini giderebilmek için işin teknik kısmına daha çok efor sarf ediyor. Üç boyut etkisi uyandırmak için oyuncuların etrafında kamerasını dört döndürüyor ve de -senaryosunu amacından saptırması pahasına- hikayenin geçtiği vahşi ortamı gerek renk kullanımı gerekse çerçeve anlayışıyla seyirci için olabildiğince cazip kılıyor. Neticede hikaye ve görsellik farklı kulvarlarda ilerliyor. Bir yanda içinde bulunmayı pek arzu etmeyeceğiniz bir mücadele yaşanırken diğer yanda daha güçlü seyreden görsellik, tüm ilgiyi kendi üzerine çekerek, mücadelenin ruhuna hançeri saplamış oluyor. Filmin insan türünü ele alış bakımından gerçekçi bulduğum yaklaşımı da bundan zarar görüyor. Diyebilirim ki; insan türüne gerçekçi yaklaşımının zarar görmediği tek sahne, Di Caprio’nun boz ayının saldırısına uğradığı sahnedir.
Teknik yönden maharetli Inarritu, uzun süredir, senaryoları Guillerma Arriage’e ait ilk iki filmini taklit edip duruyor. Tabi ki orjinallerinin yanında her zaman gölgede kalmaya mahkum olan her iş gibi gölgede kalan filmleri, güçlü görselliklerinin altında ezilmeyecek güçlü kalemlere gereksinimleri olduğu izlenimlerini uyandırıyor.revenant 4

Sinan Doğrul: Hikayesi ayrıksı olmasa da sinemanın en temel dilinin görsellik olduğu düşünüldüğünde sırf görsel yetkinliğini deneyimlemek için bile seyredilebilir Revenant. Dahası bu görsel yetkinlik hikaye ilerledikçe dikkati kahramanların üzerinden doğanın kendisine yönelterek filmin oyuncu kadrosuna vahşi doğanın kendisini de katmış oluyor ki bu söz konusu intikam kovalamacasına başka bir boyut da katıyor diye düşünüyorum. Bu bakımdan ben Revenant’ta Turgay’ın film için yaptığı “gerçekçi” belirlemesinin bir adım daha daha öteye götürülüp filmin “natüralist” bir çizgide değerlendirileceği kanısındayım. Senaryoda anlatacağı hikaye konusunda elinde çok belirgin kayda değer bir senaryo bulunmayan Innaritu, meseleyi nasıl anlatacağı konusunda seyirciye hatırı sayılır bir cevap verebiliyor.

Turgay Kaplan: Sinan, eşin öldürülmüş ve sonra da çoçuğun öldürülüyor. İntikamla dolup taşarken bir yandan da zorlu doğa koşullarında hayatta kalmaya çalışıyorsun. Şimdi böylesi bir durumda filmdeki kahramanın gördüğü doğayla bize gösterilen doğa aynı mıdır sence? Ben Inarritu’nun yaptığının sinematik bir çaba olduğunu düşünüyorum. Seyirci desin ki “Bu film sinema da ne izlenir be” ve sinemaya koşsunlar. Kamerasını o kadar çok hissettiriyor ki senin dediğin gibi natüralist olsaydı ben o kamerayı hissetmez o kartpostal görüntülere içim gitmezdi. Sonuçta klasik anlatıyı tercih etmişsin değil mi? Sana katılıyorum; sırf görsel yetkinliği için bile izlenebilir elbette. Ancak sinemanın temel dilinin görsellik oması görselliğin anlatının aleyhine işleyebileceği sonucunu doğurmaz.

Sinan Doğrul: Mevzu bahis sadece bir intikam meselesi değildi filmde bence. Hatta söz konusu intikam sadece mevzu’nun görünen kısmıydı. Filmde ben hesaplaşmak için geri dönmeye çalışan adamdan çok üç kuruş kazanç için kendinden geçmiş ve her şeyi yapmaya hazır “beyaz” adamın ahlaksızlığın dibine doğru yaptığı yaptığı yolculuğu fark ettim. İşte kâr için doğayı yağmalamaya hazır uygarlığın yeni bir anakara keşfetmişken içine düştüğü acınılası hırsı ve en başta kendisi ve etrafındakiler olmak üzere her şeyi gözden çıkarışı çarptı beni. Filmin çarpıcılığının en belirgin nedeni ise hikayesindeki malzeme değil o malzeme için yarattığı sinema dili oldu. Natüral yanıyla kastettiğimse filmin klasik hikaye algısında en başta oluşturulan iyi-kötü kahraman arasındaki sınırı elinden geldiği kadar silikleştirmeye çalışmasıydı. Zira bence Di Caprio’nun oynadığı karakter de aslında öyle sütten çıkmış ak kaşık biri değildi. Bunun belirgin derecede hissettim filmde. Filmin sonlarına doğru gördüğümüz kavga sahnesindeki sakillik ve vahşet bunun en belirgin göstergesiydi. Eğer Di Caprio bir yerli olsaydı böyle konuşmazdım. Onu karakter olarak diğerlerinden ayıran en önemli farksa anakaraya yeni gelmiş biri olarak az önce bahsettiğim yağmacı anlayışla ama iyi ama kötü yüzleşmeye çalışması oldu. Ne ki bu yüzleşmede o, sözgelimi Avatardaki Jack Sullivan gibi rafine edilmiş ve direnişçiye dönüştürülmüş biri değildi. Tam tersi biz film boyunca kahramanın doğa içindeki sefaletini ve çaresizliğini gördük. Filmde ana karaktere acıdım ama doğa içinde kaybolduğu ve haksızlığa uğradığı için değil kendi hırsları ve hevesleri için içine düştüğü tanımsızlıktan ve çaresizlikten dolayı acıdım.revenant 5

Haktan Kaan İçel: Revenant tam anlamıyla bir ayindi bana kalırsa… Görüntü yönetmeni Lubezki görüntülediği her karesiyle görsel bir başyapıtın kapılarını sonuna kadar aralamış. Filmin içinde ayı sahnesi gibi unutulmaz anlar var. Leonardo DiCaprio fiziksel mücadelesiyle rolünün hakkını sonuna kadar veriyor. Bana kalırsa Leo’dan sonraki en beğendiğim oyuncu Domnhall Gleeson oldu. Bu oyuncu son dönem işleriyle yükselişini sürdürüyor. Ancak filmin en temel sorunu senaryonun zayıf kalmasında diyebiliriz. Hikaye ne kadar intikam hikayesi olarak sunulsa da, Amerika’nın Amerikan yerlileri katliamı ile yüzleşmesi olarak göndermeler içeriyor. Senaryodaki kimi nokta çok sağlam temeller üzerine oturtulmadığından havada kalıyor. Bir de film intikam hikayesinden çok, bir felaket filmi sonrasında survive filmlerine daha çok benziyor. Ancak film hipnoz edici yapısıyla bu yılın deneyimlenmesi gereken işlerinden biri olarak öne çıkıyor. Innaritu’nun en iyi filmi değil. Ama yine de herşeyin toplamını aldığımızda ne kadar beğensek de, eksik bir tarafımız kalıyor.

Turgay Kaplan: Sinan ve Haktan, ben film sadece bir intikam hikayesi demedim.Demek istediğim şu ki; Di Caprio’ya fokuslanan bir kamera ister istemez onu prizma gibi kullanacak ve bağımsızlığını yitirerek Di Caprio’yu şarj eden şeyler neler ise görüsü de o şeylerle sınırlandırılmış olacaktır ya da olmalıdır. Bir de şu var:Amerikan yerlilerinin katledilmesine ve kıtanın talanına dair ön bilgiye sahip olmasaydınız bunu filmden çıkartabilir miydiniz?

Sinan Doğrul: Di Caprio mevzusuna katılıyorum Turgay. Kızılderililere gelince evet, ortada dolaşan yanlış bir şeyler olduğunu sezerdim ama bunu sadece film bağlamında açıklamak zor olurdu sanırım.revenant 6

Edip Can Rende: Galiba herkes senaryonun sıkıntılı olduğu konusunda hemfikir. Aslında ilk bir buçuk saati senaryo açısından da sorunsuzdu. Zaten ekip (Inarritu, Lubezki, filmin üç müzisyeni, kostümleri tasarlayan vs) muazzam bir performansa imza attıklarını daha film başlar başlamaz kanıtlıyorlar. Senaryo da o ilk bir buçuk saat de iyiydi bence. Yerlilerle mücadele, ayının saldırısı, ekip arasındaki tartışmalar ve intikamı hazırlayan olaylar iyi yazılmış. Ama film devam ettikçe öykü gücünü kaybetti. Görsellik zaten başlangıçtan beri önplandaydı. Süre ilerledikçe görsellikte sıkıntı çıkmazken öykünün nefesi tıkanıyor, görselliğin gerisinde kalıyor. Öte yandan Turgay’a katılmadan edemiyorum. Amerika’nın kanlı geçmişine uzaktan bir bakış atılıyor. Glass’in yerli eşinin katledilmesi, evlerinin yakılmasına flashbackle saniyelik yer veriliyor. Sonra tabii ki izleyiciye yabancıların acımasızlığı ve vahşiliği çıtlatılıyor. Ama bunun üzerinde fazla durmuyor. Martin Scorsese, “Gangs of New York”ta ABD’nin gerçek yüzünü ifşa etmemiş olsaydı pek takılmazdım buna. Scorsese “Gangs”de lafı eğip bükmeden, dolandırmadan, iki saat boyunca ABD’nin kanlı yüzünü ortaya koymuştu. Inarritu’nun ise bu konuda cesur davranmadığını söyleyebilirim. Aslında yerli katliamı, Glass’ın bir yerliyle evli olması üzerinden öyküye iyi bağlanmış ama bunun üzerine gidilmiyor. Glass’in geçmişi, yani eşinin Glass gibi beyaz adamlarca katledilmesi, evinin yakılması geçmişte bırakılmış, pek kurcalanmak istememiş. Kurcalanmasını isterdim. Zaten bakıldığında karakterlerin tamamının geçmişi es geçilmiş. Fitzgerald’ın geçmişine de pek değinilmiyor, Yüzbaşı’nın geçmişine de. Bu durum Glass dışındaki karakterlere zarar veriyor. Zira saniyelik de olsa ara ara Glass’in geçmişine değiniliyor.
İntikam teması iyi işlenmiş. Aslında intikamdan çok bu vahşi doğada ve vahşi insanlar arasında hayatta kalma (survive) teması daha belirgin. Zira film başlangıcından son yirmi dakikasına kadar karakterlerin doğayla ve birbirleriyle mücadelelerine odaklanıyor.

Bu arada Sinan da güzel yazmış. Glass’la özdeşleşsek ve oğlunun intikamını Fitzgerald’tan almasını istesek bile Glass’ın da sütten çıkma ak kaşık olduğunu söyleyemeyiz. Zira o da doğayı kazancı için talan ediyor. Inarritu’nun kahramanını kahramanlaştırmaması da yerinde olmuş. Sinan’ın dediği gibi, Cameron “Avatar”da Jack’i bir süre sonra Navilerden birisi, hatta Navilerin önderi haline getiriyordu, ki açıkçası ben bundan hoşlanmamıştım. Burada ise öyle bir şey olmuyor neyse ki. O yüzden Glass, Jack’ten daha sağlam, daha gerçekçi bir karakter olmuş. Kalkıp yerlilere önderlik etmiyor, yerlilerin intikamını almaya çalışmıyor, sadece oğlunun intikamı için uğraşıyor.

Görsellik hakikaten şahaneydi. Lubezki gene döktürmüş. Filmin kanımca en büyük gücü. Soğuğu hissettirmeyi başarmış. “Everest”i örnek vereceğim. “Everest” bunu hissettirememişti mesela. Karakterlerini de umursatmamıştı zaten. Lubezki büyük bir sinemacı. Öte yandan kameranın 360 derece dönüp durması da hoşuma gitti. Turgay sevmemiş sanırım. Ben kameranın kendisini hissetirmesinden sıkıntı yaşamadım. Hatta mesela Glass’ın akıntıya kapıldığı sahnede daha da heyecanlandım. Öncesinde yerlilerden gizlenmeye çalışıyordu. Kamera da 360 derece dönüp gene Glass’ı gösteriyordu. O sahneyi sevdim. Aslında sahnelerin çoğunun çok iyi çekildiğini söyleyebilirim. Bence Inarritu yönetmenlik ödülünü en az George Miller kadar hak ediyor. O ayı sahnesi de enfesti. Tarihe girebilir bu sahne. Oyunculuklara gelirsek… Leonardo da ödülü sonuna dek hak etmiş. Rakibi Eddie Redmayne’i onun kadar başarılı bulmadığımı söyleyeyim. Tom Hardy ve hep loser karakterlerde gördüğümüz Domhnall Gleeson da iyi oynamışlar. Hardy zaten kendisini önceden kanıtlamıştı. Gleeson’ı diğer rollerinden daha farklı bir rolde izlemek güzel oldu. Özetle; senaryosu sorunlu, görselliği ve oyunculukları muazzam bir film.revenant 7

Ebru Çavdarlı: Öncelikle belirtmem gerekir ki Inarritu’nun en iyi filmi kesinlikle değil. Herkesin de belirttiği gibi senaryo oldukça sıkıntılı. Nereye odaklanacağına karar verememiş izlenimi yaratıyor. Bir yandan Amerika’nın Kızılderililer’le olan kanlı geçmişine yer yer değinirken, bir yandan bir intikam mücadelesinin hikayesini izliyor, bir yandan da sadece vahşi doğa koşullarında bir yaşam mücadelesine odaklanıyor. Oğlunun intikamını almak için hayata tutunma çabası ile başlayıp sadece doğa koşullarında hayatta kalma mücadelesine evriliyor film.

Görsellik konusuna gelecek olursak zaten film Lubezki ve DiCaprio’nun performansı ile dikkat çekiyor. Hatta öyle ki filmdeki ayı sahnesi hepsinin önüne bile geçiyor. Senaryo ne kadar sorunlu olsa da Haktan’ın da dediği gibi görsel bir başyapıt sunan filme hakettiği değeri vermek gerekir.

Leonardo DiCaprio da bu sene Oscar’ı sonuna kadar hakedecek bir performans sergilese de ben üzülerek rakibi Eddie Redmayne’nin performansını daha başarılı buldum. Olur da akademi bir sürpriz yapar da ödülü Eddie’ye verirse hiç şaşırmam.

Son olarak müziklerine değinecek olursam filmin görsel etkileyiciliğinin yanında biraz sönük kalıyor. Daha vurucu daha akılda kalıcı müzikler beklerdim. Ama filmin önüne geçmesi de istenmemiş olabilir tabi bilemiyorum.