Being There (1979)

peter-sellers-being-there.jpg

Peter Sellers garip bir adam, garip bir aktör. Kendisinin oyunculuğuna şapka çıkarmayacak yoktur fakat karakteri için de bir o kadar kötü konuşulur. Dr. Strangelove ve Pembe Panter gibi filmlerle sinefillerin sevgilisi olan bu şahsı muhteremin 1979da, ölmeden hemen bir sene önce seyircilerle buluşan Being There filmi de genç dimağların seyretmesi gereken filmlerdendir.

Jerzy Kosiński’nin romanından uyarlanan filmin yönetmeni Hal Ashby; senaryosunu Robert C. Jones ile birlikte yazan kişi ise yine Jerzy Kosiński. Denilen odur ki Peter Sellers bu rolü o kadar istemiş ki Kosiński’ye adeta yalvarmış. Kosiński de bu kadar gerizekalı bir rolü ancak o kadar gerizekalı olan Peter Sellers oynayabilir diyerek kabul etmiş. Tabii bunlar merhumlarla ilgili geçmişte kalan dedikodular; bizi pek ilgilendirmiyor.

Filmde Peter Sellers’la birlikte Melvyn Douglas ve Shirley MacLaine de rol alıyor. Şimdiye kadar bahsi geçen isimlerden Shirley MacLaine hariç hiçkimse bugün hayatta değil. Fakat sinema tarihinin bu önemli isimlerini bir araya getiren film,  harika senaryosu ve çizgi üstü performansları ve Hal Ashby’nin kıvrak yönetmenliğiyle bir başyapıt olma mertebesine erişmiştir. Gösterime girdiği sene Cannes’da, Oscar’da, Altın Küre’de ve bilimum festival ve ödül töreninde ismini mıhlayan bu filmi kısaca tanıtalım istedik.

Peter Sellers’ın performansıyla seyrettiğimiz Chance the Gardener (yanlış anlaşıldığı haliyle Chauncey Gardiner) bir malikanede doğmuş ve büyümüş; hayatı boyunca dışarıya hiç çıkmamış gerizekalı bir adem evladı. Okuma-yazması olmayan Chance’in tüm meşgalesi malikane içindeki bahçenin bakımını yapmak. Malikanenin zengin sahibinin tavanarasındaki eski takım elbiselerini giymesine izin verilen Chance bahçenin bakımı haricindeki tüm zamanını televizyon başında geçirir. Film malikanenin zengin sahibinin ölümüyle başlar. Chance’in ruh halinde hiçbir etki bırakmayan bu ölüm hayatını baştan aşağı değiştirecektir. Ne nüfus cüzdanı ne herhangi bir doktor kaydı bulunan Chance, avukatlar tarafından kapıdışarı edilir. 50-55 yaşlarında görünen Chance, yanına eski fakat pahalı takım elbiselerini ve televizyon kumandasını alarak ilk kez dışarıya çıkar.

Dışarıda evsizlerle dolu sefil bir hayat süregitmektedir. Chance saf ve huzur dolu bakışlarıyla çevrede avare dolanmaya başlar. Kısa bir gezinti ve ufak tefek maceralar sonrasında, çok pahalı bir araba park ederken hafifçe kendisine çarpar. Kıyafetlerindeki ihtişamının da etkisiyle Chance arabaya bindirilir ve Amerika’nın en etkili para babalarından birinin malikanesine yerleşme süreci böylece başlar.

1979-being-there.jpg

Burada, bahçıvanlıktan başka hiçbir şeyden anlamayan Chance’in pahalı kıyafetleri yanlış çalışan bir dekoder görevi üstlenir ve o ne kadar anlamsız konuşursa konuşsun, konjüktür gereğince anlamlandırılır. Amerikan başkanıyla çok yakın ilişkisi olan fakat ilik kanserinin pençesindeki malikane sahibi Ben Rand’in gözünde Chauncey olarak iflas etmiş bir bilge konumuna yükselen Chance bir anda Ben Rand’in danışmanı olur. Amerikan başkanına bahçe ve bitkilerle ilgili anlattıkları da ekonomik bir açılımın habercisi olunca Chance bir anda Amerika çapında meşhur olur.

Chance’in bir geçmişi yoktur; bir planı yoktur; aklı yoktur; artniyeti yoktur. Chance şartları zorlamaz, sadece çevresindekileri olumlar ve kendisine soru sorulduğunda bahçelerden ve bitkilerden yanıtlar verir. Bir anda peydah olan bu mistik adam adeta ülkenin gurusu haline gelir. Televizyon şovları, başkanın adamları ve tüm Amerika halkı Chance’in peşindedir ve söylenenler üzerinden değil önyargıları üzerinden Chance’ten bir Chauncey Gardiner yaratmışlardır. Chance ise kayıtsızdır. Televizyon başında kendi katıldığı programı seyretmenin bile onun için bir anlamı yoktur; sıkılır ve kanal değiştirir.

Bazılarınca medya eleştirisi olarak anlamlandırılan yapıt böyle bir çerçevelemenin çok ötesinde. Zira Chance karakterinin televizyon yüzünden salak olmadığını, bilakis televizyon sayesinde hayatını ikame ettiğini dahi söylemek mümkün. Being There’de beni vuran nokta, her karakterin kendi algılarıyla Chance’i anlamlandırıyor ve onda görmek istediğini görüyor olması. Anlatılanın anlaşılandan fazlası (ya da azı) olmadığı bu dünya aslında çok da yabancısı olduğumuz bir dünya değil. Popüler kültürde, siyasette ve hatta gündelik ilişkilerimizde dahi biz de yarattığımız ikonları söyledikleriyle değil inandıklarımızla anlamlandırıyoruz.

Dedik ya, film boyunca her karakter Chance’le ilgili farklı bir realite kurguluyor ve ona göre kendi Chance’ini yaratıyor; biz de seyirci olarak bir Chance yaratıyoruz. Kendimizi diğer karakterlerden üstün bir mertebede konumlandırıyor ve Chance’in sadece bahçeden anlayan bir salak olduğunu bilerek yanlış anlaşılmalara gülerek eşlik ediyoruz. Fakat filmin final sahnesinde seyirci de yargılarının kurbanı oluyor. Filmin finaline kadar bir gerizekalıyı izlemiş seyirci, finaldeki gerçeklikten sonra kendisine şu soruyu sormak zorunda kalıyor: Chance hayatı ve ölümü benden daha iyi anlayan bir mesih de biz mi aptalız yoksa?Fizikte güzel bir önerme vardır: Gözlemci kendini duruyor zanneder. Gözlemcinin kendisi hareket etse bile, o gözlediğinin  tersi yönde hareket ettiğini sanır.

Aslında, Being There hakkında söylenebilecek her tümce ve yargı filmin çok katmanlı yapısını zedeliyecektir. Biz de bu noktada haddimizi bilerek, filmi her sinefile tavsiye etmenin ötesine geçmeyip iyi seyirler dilesek daha doğru olacak galiba.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın