Beyoğlu’nun Sinemaları Ölüyor! En Azından Son Görevinizi Yapın!

Bu yazı duygu sömürüsü yapmak için yazılmadı. Bir durum tespiti yapıp, gerçekleri hatırlatmak ve herkesi son görevini yapmaya çağırmak için kaleme alındı.

Lafı fazla dolandırmadan artık geri dönülmez bir gerçeği net bir şekilde belirtelim: Bildiğiniz, sevdiğiniz Beyoğlu ölüyor. Yavaş yavaş zehirlendi, hastalandı ve artık kaçınılmaz sona doğru yaklaşıyor.

Binlerce yıldır Suriçi’nin, imparatorların, padişahların, muktedirlerin, çoğunlukların karşısında, farklılıkların, azınlıkların, sanatın, müziğin, aşkın, özgürlüğün coğrafyası olarak dikildi Galata Kulesi çevresindeki mahallelerle… Gezginlere, denizcilere, şairlere, köle olarak yakalanıp Tophane’deki camilerin inşaatlarında taş taşıyan Cervantes’e koynunu açtı (1). Belki bu yüzden Don Kişot’un ruhunu taşıdı hep… Hayallerinin yıkılacağını bile bile, son ana kadar savaşmayı seçen roman kahramanları gibiydi… Dünyanın en eğlenceli yerlerinden biriydi belki ama hep bir melankoli dolaşırdı sokaklarında… Hep hüzünlü şarkılar söylediler, dans ederken bile hep hüzünlü baktılar Beyoğlu’nun kızları, oğlanları… Beyoğlu’nun aşkları hep bir yanında acıları, özlemleri taşıdı.

Herkesin hayalleri, hüzünleri farklı… Herkesin de Beyoğlu, Taksim’i ve İstiklal’i farklıydı. Bu satırların yazarı Film Festivali’nin en güzel yıllarına, Köprüaltı Kemancı’ya, Atlas’ın Atılgan’ı Metin Demirhan’a, Kasetçi Deniz’e, Emek Sineması’na, İnci’ye, Aznavur Pasajı’nın önünde keman çalan amcaya yetişebildi. Herkes yaşına, zevkine göre başka şeyler ekler bu listeye… Herkesin “Beyoğlu listesi” kendisini daha farklı, daha özgür görmesine, dogmalara, kurallara, iktidarlara karşı Don Kişot gibi hissetmesine neden olur.

Ama artık bitti…
Kanser her yana yayıldı. Artık en hayati organları sardı. Sinemalara sıçradı kötü huylu tümörler. Bu kez hastalıklar çok ciddi: Cahillik, tüketim kültürü, aptallık, bağnazlık… Ve onu koruması gerekenlerin tembelliği, bezginliği… Beyoğlu’nun akciğerleri iflas ediyor artık. Sinemaları olmadan nefes alamayacak bildiğimiz, sevdiğimiz sokaklar, binalar…

Sokakları, kafasını kaldırıp yukarı bakarak yürüse, mimarinin en güzel örneklerini görecekken, telefonlarına gömülüp, tek sıra yürümeye devam eden robotlarla doldu. İstiklal’e müzik dinlemek, aradığı kitabı bulmak, güzel bir film izlemek yerine AVM’lerde kazıklanmayı marifet sayan beyinsizler akıyor artık. Kerizliklerinden mutluluk duyan onbinlerle doluyor sokaklar. Can çekişen, son günlerini yaşayan sinemaya gelip “Ama insanın boynu ağrıyor altyazı okumaktan” diye yazı yazabilen çakma Marie Antoinette’lerin zamanı geldi maalesef.

Çok da sinirlenmeye gerek yok aslında… Kaçınılmaz sonu sinirlenmek, kızıp bağırmak ertelemeyecek.
Yazının amacı son bir çağrı yapmak sadece. Beyoğlu’nun sinemalarını ölmeden ziyaret edin. Bir elveda deyin. “Emek’e veda edemedim, Sinepop’ta, Alkazar’da son bir film izleyemedim” pişmanlığını geride kalan son sinemalardan, özellikle Beyoğlu Beyoğlu’ndan esirgemeyin. Onları unutmadığınızı, daima anılarınızda yaşatacağınızı, son nefeslerini verirken gösterin.

Cervantes’in La Gran Sultana’sında esir Madrigal’in İstanbul’a, Galata’ya, Pera’ya veda ederken, okuduğu şiiri fısıldayın giderayak Beyoğlu sinemalarında…

Elveda anlı şanlı İstanbul,
Elveda Pera ve Pelmas,
Elveda Chufiti merdiveni,
ve hatta Guedi Elveda,
Güzelim Visitax Bahçesi, Elveda,
Santa Zofia dediğiniz büyük tapınak
Şimdi artık büyük bir mescitsin
Elveda Taraçanas, şeytan görsün yüzünü (2)

(1) Bu konuda tarihçiler arasında çok tartışma var ama Cervantes’in bir dönem İstanbul’da yaşadığına inanmayı tercih ediyorum.
(2) Pelmas: Galatadan İstanbul’a yocu taşıyan kayıklar, Chufiti: Musevilere verilen lakap, Guedi: Yedikule, Visitax Bahçeleri: Has Bahçeler, Santa Zofia: Aya Sofya, Taraçanas: Kasımpaşa Tersaneleri- 700 yıl önceden Kasımpaşa’dan gelen felaketi hissetmiş Cervantes…

Yorum Gönderin