Tavuk mu yumurtadan çıkar yoksa yumurta mı tavuktan? Sinema ile ilgili bir yazının giriş cümlesi için oldukça alışılmadık olduğunun farkındayım. Yine de konumuzla çok ayrıksı değil. Örneğin aynı düzlemde sanatın kimin için yapıldığı saatlerce tartışılabilir. Ben sanatı bir kademe daha daraltıp sadece sinema kimin içindir, kimler anlamalıdır; birileri illâ anlamalı mıdır, bunu anlatmaya çalışacağım. Yetmezmiş gibi film izleme nedenleri ve sonuçlarına dair bir şeyler geveleyeceğim.
Yabancı film, dört kelime, birincisi!
Olayın sinema boyutundaki sorununu bilmekle işe başlayabiliriz. Saniyede akan kareler ve o karelerin içindeki imgeler, çoğu zaman sesle birleşerek bizlere bir şeyler gösterir. Bunları “şey” olarak nitelendirmek bir işimize yaramaz. İzlediğimiz ve duyduğumuz şeylerin bizlere anlam ifade etmesi için bir birikime ihtiyaç duyarız. Nasıl ki şu an Türkçe bildiğiniz ve okuyabildiğiniz için kullandığım çizgiler, harfler, kelimeler ve cümleler size bir anlam ifade ediyorsa; sinema filmleri de önbilgi ister. Kısasından, uzununa her filmde bu bir gereksinimdir fakat bazılarında, ortalama altı donanım bile yettiğinden bilinmesi gereken bir şey varmış gibi gelmez. Neden-sonuç ilişkisi için en uygun nokta burası olsa gerek. Herkesin sinemadan anladığı şey farklılık gösterebilir. Kimisi sadece eğlenmek için film izler, kimisi bir şeyler öğrenebilmek, kimisi de belirgin bir sebebi olmaksızın. Sebep ne olursa olsun filmi izlemeden önceki halimizle, sonraki halimiz arasında bir fark vardır (Parti reklamı almıyorum, rap şarkısından da bahsetmiyorum). Beğeniler değişebileceği gibi çıkarımlar da kişiden kişiye değişebilir. Bunu cepte tutarak devam edelim.
Telepati yapmak yasak!
İstesek bile her şeyi öğrene-bilmemizin bir mümkünatı yok. Hal böyleyken filmlerin ve dizilerin bizlerden bekleyebileceği bir bilgi eşik sınırı vardır. Ötesine geçildiğinde anlaşılmaz şeyler yumağını görme riskimiz artar. Yönetmenin sanat kimin ve/veya ne için yapılmalıdır sorusuna verdiği yanıta göre bu eşik sınırı değişebilir. Örneğin, karşımızda sanat sanat içindir diyen bir yönetmen varsa, anlattıklarına dair bir fikrimizin olup olmadığı onun için önemli değildir. Hayalgücüyle yoğurduğu metaforları önümüze serip bir kenara çekilebilir. Bunu iyi yapamadığı için mi o film bize kötü gelir, yoksa anlattıklarını anlamadığımız için mi? Bilgimiz yoksa ve üstüne deneyimlerle elde edilen çıkarım yeteneğimiz kâfi derecede gelişkin değilse o vakit belki anlamadığımız için kötü gelmiş olabilir. Ya da tam tersi durumda yönetmen yüksek irtifadan uçmuştur ve bu yüzden doğal olarak zamanının ötesine geçerek çuvallamıştır.
Ses çıkarmak yok!
Bu kadar afakî sözden sonra biraz birebir örneklemeyle gitmekte fayda var. Bilgi ve hayal gücü gereksinimine ihtiyaç duyan en güzel örneklerden birisi hiç şüphesiz Stanley Kubrick imzalı dört kelimeden mütevellit 2001: A Space Odyssey. Olabildiğince açık konuşacağım. Ben bu filmi ilk izlediğimde lisedeydim ve filmden hiçbir şey anlamamıştım! Çok seneler sonra bir kez daha izleme şansım oldu. Bilgilerim bu zaman zarfında pek tabii ki değişmiş ve gelişmişti. Entel takılan birisi olsam “işte o anda aydınlandım” diyebilirdim fakat benim açımdan sonuç yine tam mânâsıyla bir hüsrandı! Anladığım yerler vardı elbette, zekâ yönünden bir geriliğim yok ama genel çerçeveden bakıldığında izlediğim şeyden bir zevk almak bir yana, sıkıldığım bile söylenebilirdi. Sonuçta beş dakikalık bir sessizlikle filme başlıyorduk, iki buçuk saatlik filmde yalnızca kırk dakika konuşma vardı.
Her halükarda bu film içinde gizli olduğu söylenegelen ulvi şeylerden ben niye nasiplenemiyorum diye çok hayıflandım. Biraz da onur meselesi yaparak hakkında onlarca makale okuyup, birkaç tane de sunu izledim. Bir tanesi kâfiydi aslında ama anladıkça daha fazlasını istemekten geri duramamıştım. Bu yaşananların arkasından bir kez daha filmi izlediğimde, izlediğim şey karşısında mest olmuştum. Gerçekten aydınlanmış hissetmiştim ama bunun sebebi güneşin tepeme vurması da olabilir, bu hâlâ çözülememiş büyük bir gizem.
2001: A Space Odyssey hakkında böyle güzel şeyler söyledikten hemen sonra Blade Runner’a ağız dolusu giydirmek istiyorum. Zira iki defa izlediğim halde hâlâ sıkıldığım bir filmdir kendileri. Belki bundan onlarca yıl sonra, yine güneş tepeme vurur ve bir aydınlanma sürecine girerim ama o zamana kadar benim için Blade Runner kötü bir filmdir. Tersiymiş gibi Dumb & Dumber benim için şaheserden de ötedir.
Okuduğumuzu anladık mı?
Peki, böyle söylememin tek bir mantıklı nedeni var mıdır? Pek tabii ki yoktur ve zaten başından beri bundan bahsediyorum.
Ufak bir ekleme ile sonuca bağlanmaya çalışayım. Piramit yapısı filmler için oldukça uygun bir yapıdır. Piramidin en tepesindeki ufak noktada bulunmak için biraz çaba sarf etmek gerekebilir. O, ufacık, yıldızlara yakın noktada yalnız hissetmek yerine en altta kalabalığın ortasında bulunmak ise içimizi ısıtabilir.
Oldukça şahsi bir şekilde örneklediğim filmlerden ve uydurmasyonlardan yola çıkarak diyebilirim ki; her şey kişisel bir tercihten ibarettir. Nasıl ki yönetmen bir tercih yaparak filmi buna göre şekillendiriyor, bizleri görmezden geliyor; benzer şekilde bizler de bu şekilde davranan filmleri/yönetmenleri görmezden gelebiliriz. Tam tersi olmayan bir şekilde ise yönetmen bizleri bebek yerine koyuyor, her şeyi gözümüze sokuyor ve hatta abartarak anlamamız için çırpınıyorsa; beş yaşına geldiğimizde kucağa alınmaktan hoşlanmadığımız için kucağa alındığımız anda tepinerek tepkimizi ortaya koyabiliriz. Görmezden gelmek, tepinmek ve göklere çıkartmak bu bakımdan birbirine oldukça benzer şeyler.
Termodinamik ve kuantum mekaniği bilmezken kalkıp da kütlecik çarpışması hakkında, bir kasap tarafından çekilmiş bir filmi izlerseniz suç fizikte veya kasapta olduğu kadar sizdedir de.
Bunun yanında bazıları bu görüşlerime katılmayabilir. Bir film iyiyse, örneğin “altın kurala” uygunsa, kim izlerse izlesin ona iyi bir film gibi gelir diyebilirler. Ben bu görüşe ve altın kural olayına katılmıyorum. İnsan bir şeyler öğrenebileceği gibi bir şeyleri öğrenebilmesi için önceden öğrenmesi gereken şeyler de vardır. Bunun yanında çok iyi filmlerin geneli o konuda bir fikrimiz olmadığı halde, bizleri bilgi yağmuruna tutmadan bilgilendirirken eğlendirebilir. Bunu yapmak şayet altın kurala uymak demekse diyecek bir şeyim yok.
Nihayetinde kazananın, kaybedenin veya nötrün tercihlere göre şekillendiği bir süreçtir bu. Sürecin neresinde olduğunuza göre durumu farklı görebilirsiniz. Siz piramidin neresinden bakmak istersiniz?”
4 responses to “Bir Filmi Okumak ve Anlamak”
“Termodinamik ve kuantum mekaniği bilmezken kalkıp da kütlecik çarpışması hakkında, bir kasap tarafından çekilmiş bir filmi izlerseniz suç fizikte veya kasapta olduğu kadar sizdedir de.”
Bu cümleye bayıldım :)
Ben daha marjinal düşünüyorum filmleri okuma ve anlama hususunda. Birkaç nokta var birbiriyle iç içe. Maddelemek gerekirse:
1. Sanat toplum için olmalıdır.
2. Sinema parası olanın yapacağı iştir.
3. Ben izleyici olarak yönetmenin dayattıklarını onun dayattığı şekilde anlamak zorunda değilim. Bir filmi anlamak için de, o film hakkıdna 10 tane makale okuyup 2 tane sunuya katılmam. Eğer bana anlatmayı beceremiyorsa, kötü filmdir.
4. “Sanat gülmek eğlenmek içindir” diyenler ile “Sanat sanat içindir” diyenler yüzünden bu sektör mahvolmuştur.
5. Bir filmi izledikten sonra bana hazdan başka bir şey vermiyorsa, vasatın üstüne geçemez. Ha, hoş vakit geçirtebilir mi? Geçirtebilir. Ama ben hoş vakit geçirmenin hayatın ‘anlamlı’ bir parçası olduğuna inanmıyorum.
Boş işler bunlar boş :))
“Termodinamik ve kuantum mekaniği bilmezken kalkıp da kütlecik çarpışması hakkında, bir kasap tarafından çekilmiş bir filmi izlerseniz suç fizikte veya kasapta olduğu kadar sizdedir de.”
Bu cümleye bayıldım :)
Ben daha marjinal düşünüyorum filmleri okuma ve anlama hususunda. Birkaç nokta var birbiriyle iç içe. Maddelemek gerekirse:
1. Sanat toplum için olmalıdır.
2. Sinema parası olanın yapacağı iştir.
3. Ben izleyici olarak yönetmenin dayattıklarını onun dayattığı şekilde anlamak zorunda değilim. Bir filmi anlamak için de, o film hakkıdna 10 tane makale okuyup 2 tane sunuya katılmam. Eğer bana anlatmayı beceremiyorsa, kötü filmdir.
4. “Sanat gülmek eğlenmek içindir” diyenler ile “Sanat sanat içindir” diyenler yüzünden bu sektör mahvolmuştur.
5. Bir filmi izledikten sonra bana hazdan başka bir şey vermiyorsa, vasatın üstüne geçemez. Ha, hoş vakit geçirtebilir mi? Geçirtebilir. Ama ben hoş vakit geçirmenin hayatın ‘anlamlı’ bir parçası olduğuna inanmıyorum.
Boş işler bunlar boş :))
Yonetmenin anlattiklarini elbette onun anlattigi bicimde anlamamiz gerekmemekte. Eger oyle olsaydi herkesin her izledigi karsisinda ayni hisleri yasamasi, ayni sonuca varmasi gerekirdi ki zaten boyle filmleri pek sevemiyorum.
Yalniz yine de belli bir esigi gecmek isteyen kisinin bir sekilde bazi temelleri ogrenmesi gerekiyor. Bu makaleler olmak zorunda degil ama makale veya sinema elestirisi dedigimiz seyler zaten bir ozut sunmak uzere oradalar. Yoksa elestiri yazilarinin ne manasi kalirdi? Birer masturbatif aractan oteye giderler miydi? Benimkilerin bir yere gittigi yok zaten ama…
Ornegin yonetmen/senarist hazretleri yuzlerce kitap okudu, bircok miti inceledi ve ortaya enteresan bir sey cikartti. Sonucunda ise butun bunlardan kendi fikirleriyle bir kolaj olusturdugunu varsayalim.
Bunu sunarken belli uc yolu tercih edebilir:
1) Her seyi anlatmak. Bir nevi her seye dipnot dusmek. Nasil ki bir kitapta dipnotlar varsa bunlar da oyle olabilir ama isin cilkini cikartacak sekildedir bu. Espirinin dayandigi seyi bile aciklar, ornegin bir sahneye gonderme yapmistir baslar o sahneyi tekrar gostermeye. Komedi filmlerinin cogunda gorulen bir seydir misal bu.
2) Hicbir seyi anlatmamak. Bu da bir diger uc nokta. Hicbir seyi aciklamaz, senden bunu anlaman icin sozluk karistirmani bekler, arastirma yapmani bekler. Bir nevi kendi cektigi cileleri cekmeni ve sonucunda onun ulastigi ulvi aydinlanmayi yasamani bekler. Burada yonetmen/senarist bir tabaka secmistir kendisine. Bunu da ben pek tasvip etmiyorum.
3) Anlatilmasi gerekenleri anlatmak. Olmasi gereken “iste budur” dediginizi duyar gibiyim. Lakin once biraz soluklanin. Zira bunu yapmak soylemek kadar kolay degil, maalesef.
Dunyada 7 milyar insan var ve bunlarin zeka, kultur ve diger degiskenleri o kadar varyasyona dayaniyor ki… Filmlere ulasim eskisine nazaran daha kolay oldugundan yonetmenin sectigi tabakayi iyi belirlemesi gerekiyor. Ortalama izleyici olarak tabir edilen izleyiciye oynamayi tercih ettigini varsaysak bile bu ortalama izleyici ne kadar ortalamadir, ne kadar ortam malidir?
Aklima ister istemez Ilkokulda okudugum Turkce kitaplari geliyor. O “aptal” kitaplarin okuma parcalarinin sonlarinda muhakkak “Bilmediginiz yabanci kelimelerin manalarina sozlukten bakarak, bir cumle icinde kullaniniz” seklinde abuk bir odev yer alirdi.
Az biraz zekaya sahip olan biz haylazlarin geneli sozluk sahibi bile olmadigimizdan, parcadaki haliyle bu kelimeyi alir sacma sapan cumleler icinde kullanirdik.
Misal oryantasyonel rasyonelligin tanimini Ali cok guzel yapiyor derdik. Boylece ogretmen basimizi oksar, yanaklarimizi minciklardi. Allah askina burada kelimeyi anladigimizi belli eden ne var?
Ayni perspektiften bakacak olursak filmlerde de boyledir. Bir sahneyi goruruz, ifade ettigi bir mana varsa bile bunu gercekten bilmiyorsak (gondermeleri dusunebilirsiniz ornek olarak) bunu cumle icine koysak ne olur ki? Sahne kendi icinde guzeldir, beynimizde veya ruhumuzda bir yerlere ulasir lakin bir seyler eksik kalmaz mi? Yonetmenin o sahnede gordugu ve anlatmak istedigini de biliyor olsak fazladan, zarari mi dokunur bize?
Iste bir adam baska bir adamin kucaginda oturmaktadir ve o esnada yanlarindan gecen kadini da gozleriyle suzmektedirler. Super!
Lakin bu sahnenin ayni zamanda bir fotografin birebir reproduksuyonu oldugu ve gorundugunden daha guzel bir gonderme icerdigini fark etmedik bile. Sizce ayni tadi aldik mi?
Sadece eglenmek icin bile sinemaya gidiyor olsak filmden ciktiktan sonra veya gitmeden evvel; film hakkinda bir seyler okumak oldukca yararlidir. Illa eksikliginden/kotulugunden oturu olmak zorunda degildir bu okumalarin sebebi.
Misal Zizek’in oturup da bir film hakkinda kitap yazmasi bosuna degildir. Filmi anlamis olsak bile bu kitapta bize sunulan ekstralari alirsak filmden fazladan bir seyler saglamis olmaz miyiz? Film, okuma yapmadan once de guzeldi diyelim. Peki ya okuma yaptiktan sonra daha guzel olacaksa? Sonucta almak istedigimiz bir seyler varsa ve sinema denilen seyin gercekten bir “sey” olduguna inaniyorsak bu kacinilmaz sonlardan birisidir bana kalirsa.
Yine de bunlari yapmamak da elimizde. Oylece izleyip, yalnizca gordugumuz kadariyla da yetinebiliriz. Bu da bir tercihtir, tercih, tercih.
Hadi bunu bir cumle icinde kullanip bugun ogrendiklerimizi pekistirelim;
Suat tercihlerini hep uzun cumlelerden yana kullanir ki bu sayede mesnetsiz savlarinin, manasiz lafüguzahlariyla paragraflarinin arasinda fark edilmemesini saglamaya calisir.
Vay adi!
Yonetmenin anlattiklarini elbette onun anlattigi bicimde anlamamiz gerekmemekte. Eger oyle olsaydi herkesin her izledigi karsisinda ayni hisleri yasamasi, ayni sonuca varmasi gerekirdi ki zaten boyle filmleri pek sevemiyorum.
Yalniz yine de belli bir esigi gecmek isteyen kisinin bir sekilde bazi temelleri ogrenmesi gerekiyor. Bu makaleler olmak zorunda degil ama makale veya sinema elestirisi dedigimiz seyler zaten bir ozut sunmak uzere oradalar. Yoksa elestiri yazilarinin ne manasi kalirdi? Birer masturbatif aractan oteye giderler miydi? Benimkilerin bir yere gittigi yok zaten ama…
Ornegin yonetmen/senarist hazretleri yuzlerce kitap okudu, bircok miti inceledi ve ortaya enteresan bir sey cikartti. Sonucunda ise butun bunlardan kendi fikirleriyle bir kolaj olusturdugunu varsayalim.
Bunu sunarken belli uc yolu tercih edebilir:
1) Her seyi anlatmak. Bir nevi her seye dipnot dusmek. Nasil ki bir kitapta dipnotlar varsa bunlar da oyle olabilir ama isin cilkini cikartacak sekildedir bu. Espirinin dayandigi seyi bile aciklar, ornegin bir sahneye gonderme yapmistir baslar o sahneyi tekrar gostermeye. Komedi filmlerinin cogunda gorulen bir seydir misal bu.
2) Hicbir seyi anlatmamak. Bu da bir diger uc nokta. Hicbir seyi aciklamaz, senden bunu anlaman icin sozluk karistirmani bekler, arastirma yapmani bekler. Bir nevi kendi cektigi cileleri cekmeni ve sonucunda onun ulastigi ulvi aydinlanmayi yasamani bekler. Burada yonetmen/senarist bir tabaka secmistir kendisine. Bunu da ben pek tasvip etmiyorum.
3) Anlatilmasi gerekenleri anlatmak. Olmasi gereken “iste budur” dediginizi duyar gibiyim. Lakin once biraz soluklanin. Zira bunu yapmak soylemek kadar kolay degil, maalesef.
Dunyada 7 milyar insan var ve bunlarin zeka, kultur ve diger degiskenleri o kadar varyasyona dayaniyor ki… Filmlere ulasim eskisine nazaran daha kolay oldugundan yonetmenin sectigi tabakayi iyi belirlemesi gerekiyor. Ortalama izleyici olarak tabir edilen izleyiciye oynamayi tercih ettigini varsaysak bile bu ortalama izleyici ne kadar ortalamadir, ne kadar ortam malidir?
Aklima ister istemez Ilkokulda okudugum Turkce kitaplari geliyor. O “aptal” kitaplarin okuma parcalarinin sonlarinda muhakkak “Bilmediginiz yabanci kelimelerin manalarina sozlukten bakarak, bir cumle icinde kullaniniz” seklinde abuk bir odev yer alirdi.
Az biraz zekaya sahip olan biz haylazlarin geneli sozluk sahibi bile olmadigimizdan, parcadaki haliyle bu kelimeyi alir sacma sapan cumleler icinde kullanirdik.
Misal oryantasyonel rasyonelligin tanimini Ali cok guzel yapiyor derdik. Boylece ogretmen basimizi oksar, yanaklarimizi minciklardi. Allah askina burada kelimeyi anladigimizi belli eden ne var?
Ayni perspektiften bakacak olursak filmlerde de boyledir. Bir sahneyi goruruz, ifade ettigi bir mana varsa bile bunu gercekten bilmiyorsak (gondermeleri dusunebilirsiniz ornek olarak) bunu cumle icine koysak ne olur ki? Sahne kendi icinde guzeldir, beynimizde veya ruhumuzda bir yerlere ulasir lakin bir seyler eksik kalmaz mi? Yonetmenin o sahnede gordugu ve anlatmak istedigini de biliyor olsak fazladan, zarari mi dokunur bize?
Iste bir adam baska bir adamin kucaginda oturmaktadir ve o esnada yanlarindan gecen kadini da gozleriyle suzmektedirler. Super!
Lakin bu sahnenin ayni zamanda bir fotografin birebir reproduksuyonu oldugu ve gorundugunden daha guzel bir gonderme icerdigini fark etmedik bile. Sizce ayni tadi aldik mi?
Sadece eglenmek icin bile sinemaya gidiyor olsak filmden ciktiktan sonra veya gitmeden evvel; film hakkinda bir seyler okumak oldukca yararlidir. Illa eksikliginden/kotulugunden oturu olmak zorunda degildir bu okumalarin sebebi.
Misal Zizek’in oturup da bir film hakkinda kitap yazmasi bosuna degildir. Filmi anlamis olsak bile bu kitapta bize sunulan ekstralari alirsak filmden fazladan bir seyler saglamis olmaz miyiz? Film, okuma yapmadan once de guzeldi diyelim. Peki ya okuma yaptiktan sonra daha guzel olacaksa? Sonucta almak istedigimiz bir seyler varsa ve sinema denilen seyin gercekten bir “sey” olduguna inaniyorsak bu kacinilmaz sonlardan birisidir bana kalirsa.
Yine de bunlari yapmamak da elimizde. Oylece izleyip, yalnizca gordugumuz kadariyla da yetinebiliriz. Bu da bir tercihtir, tercih, tercih.
Hadi bunu bir cumle icinde kullanip bugun ogrendiklerimizi pekistirelim;
Suat tercihlerini hep uzun cumlelerden yana kullanir ki bu sayede mesnetsiz savlarinin, manasiz lafüguzahlariyla paragraflarinin arasinda fark edilmemesini saglamaya calisir.
Vay adi!