Blade Runner 2049: Babalar, Evlatlar ve Androidler

Bu aralar babalar ve evlatları teması tekrar popülerleşmiş durumda. Son iki yılda pek çok filmde bu temanın işlendiğine tanık olduk. Biraz kolaya kaçıldığını söylemek mümkün. Yıllar sonra gelen devam filmlerinde hemen bu temaya odaklanılması işin kolay tarafı bence. Örnek vereyim: Matt Damon’ın dokuz yıl aradan sonra Bourne serisine döndüğü Jason Bourne‘da Jason’ın babası mühim bir noktadaydı. Guardians of the Galaxy Vol. 2 da babayla evladına odaklanmıştı. Bu yıl vizyona girecek Daddy’s Home 2 da merkeze babaları ve dedeleri koyuyor. Pek çok film sayılabilir. 35 yıl sonra çekilen devam filmi Blade Runner 2049 da akla gelebilecek bu ilk fikirden yola çıkıyor.

Yazının bundan sonrası Blade Runner ve Blade Runner 2049 üzerine spoiler içerir.

Sansürlenen sahnelerden…

Usta yazar Philip K. Dick’in eserinden uyarlanan Blade Runner köleliğe isyan eden replicantları avlayan, onları yok etmekle görevli Deckard’ı (Harrison Ford) merkeze koymuştu. Deckard bir süre sonra replicant Racheal’a (Sean Young) âşık olunca finalde onunla birlikte kayıplara karışmıştı. Denis Villeneuve’ün yönettiği, ilk filmin senaristlerinden Hampton Fancher’ın bu kez Michael Green’le birlikte kaleme aldığı Blade Runner 2049‘ın öyküsü de bu ilişki üzerine kurulmuş. Yani akla gelebilecek ilk fikirden yola çıkılmış: Kimliği ve yeri finale dek açıklanmayan Deckard’ın çocuğunun bulunması. Fancher-Green ikilisi ilk filmin izinden sıkça gidiyorlar. Merkeze gene bir replicantı koyuyorlar: Ryan Gosling’in oynadığı Memur K. Replicant olduğu baştan açıklanan K daha üst model, ama görevi Deckard’la aynı. K de Deckard gibi isyancıları avlıyor. Deckard gibi yalnız. Deckard yalnızlığını içkiyle giderirken K hologram Joi’yle (Ana de Armas) gideriyor. K ile Joi’nin ilişkisi, yani replicantla hologramın âşkının filmin en ilginç taraflarından olduğunu belirtmek gerek (ikilinin bir fahişe (Mackenzie Davis) yardımıyla seviştikleri -pek tabii bizde sansür nedeniyle gösterilmiyor- sahne hafızaları kuvvetli kişilere Spike Jonze’un Her‘ünü hatırlatacaktır). İlk filmdeki her şey ikincide de korunmuş: Kirli, puslu, devamlı yağmurlu atmosfer, Uzakdoğu’yu andıran mekânlar, Uzakdoğulular, insan-replicant mücadelesi, iyi-kötü replicantlar… Tabii aradan 35 yıl geçtiği ve bu sürede Terminator‘dan Prometheus‘a, Ghost in the Shell‘e dek pek çok filmde androidler ve onların insancıl özellikler kazanmaları onlarca kez işlendiği için Blade Runner 2049 da ilk filmin izinden giderken bazı klişeleri tekrarlıyor.

Mesela K’nin seçilmiş/özel kişi olması… K, Deckard’ın çocuğunu araştırdıkça o çocuğun kendisi olduğunu düşünmeye başlar. Bir süre sonra bundan iyice emin olur. Senaristler başlarda K üzerinden bu seçilmiş kişi klişesini tekrarlar. Lakin finale doğru K’nin değil, replicantlara anı üreten genç bir kadının (Carla Juri) Deckard’ın evladı olduğunu açıklayarak şaşırtırlar. Diğer klişelerse kötü karakterin -Wallace- (Jared Leto) dakikalarca konuşup (felsefe kasıp) iyiyi öldürmemesi, kötü replicantla -Luv- (Sylvia Hoeks) iyinin -K- mücadelesi (ki bu mücadele Terminator‘ı hatırlattı), iyinin son anda mücadeleyi kazanması, yeraltında saklanan isyancılar… Senaryoda türlü klişeler mevcut. Fakat seçilmiş kişi klişesinde olduğu gibi genelde iyi bir şekilde işleniyor bu klişeler. Klişelerin fazla da rahatsız etmediklerini belirtebilirim. Belki finalde Luv’la K’nin dövüşü daha fazla uzatılsa daha iyi olabilirdi. Zira sahne kısa sürüyor. Öte yandan filmin asıl eksiği insanlara ve döneme fazla değinilmemesi. Genelde olaylar replicantlar arasında geçiyor, insanlara (Wallace, Joshi (Robin Wright), Mariette (Davis)) fazla yer verilmiyor. Ayrıca film Marilyn Monroe, Elvis Presley, Frank Sinatra kullanılarak ilk filmden daha fazla Amerikanlılaştırılmış. Ki Sinatra’nın şarkılarını milyonunca kez Hollywood filminde duymak artık iyi bir etki oluşturmuyor. Öyküde klişeler mevcut, akla gelen ilk fikirden yola çıkılmış ama gene de film etkilemeyi başarıyor. Diyaloglarsa başarılı.

Senaryo için fena değil diyebilirim. Film 2 saat 43 dakika sürmesine rağmen öykü bu sürenin uzunluğu altında ezilmiyor, yönetmen yavaş tempoya rağmen ilgiyi ayakta tutmayı başarıyor. Villeneuve’ün yönetmenliği başarılı. Ama filmin esas yıldızı görüntü yönetmenliğinin efsanelerinden Roger Deakins’ten başkası değil. Deakins’in yarattığı görsellik öyle başarılı ki sahneleri göz kırpmadan izlemek mümkün, ayrıca ilginin ayakta kalmasının esas sebebi de Deakins’in bu görselliği. Mesela K’nin radyasyonlu bölgeye gittiği yerdeki turuncu/sarı tonları veya finaldeki kar yağışı, filmin yağmurlu sahneleri… Enfes efektlerle birleşince görsellik epey etkiliyor. Müziklerdeyse Hans Zimmer/Benjamin Wallfisch başarılılar; lakin iki isim de Vangelis’e ulaşamıyor. Vangelis’in ilk filmdeki müziklerini zaman zaman aramamak zor. Oyunculuklarda da sorun yok. Gosling pek konuşmayan replicant K rolünde iyi, Leto replicant üreticisi Wallace rolünde fena değil, Hoeks kötü replicant rolünde beklenenleri verebiliyor. Ford ise çekimlerden önce açıklandığı gibi filmin son bölümünde ortaya çıkıyor ve en fazla 10-15 dakika görünüyor. Aktörü Deckard rolünde daha fazla görmek isterdim.

Gelelim sansüre. Filmin önemli yerlerinde diyalogları/sahneyi bozacak raddede sansür mevcut. K’nin Luv’la birlikte çıplak replicantların arasında geçtiği sekansta zoom yapılarak sahne tahrip edilmiş. Daha sonra Wallace’ın yeni doğan replicantla konuştuğu sekansta da replicantın vücudu görünmesin diye sahne kesilmiş, sansürlenmiş. K’nin Joi’nin kocaman hologramına denk geldiği sekansta Joi çırılçıplaktı, ama filmde tabii ki bu sahne ile Joi’yle Mariette’in soyundukları sahne de kesilmiş. Beş dakikanın kesildiği söylenebilir. Sansür nedeni tabii ki yaş sınırı almamak. Film 15 yaş sınırıyla vizyona girdi, sahneler kesilmese muhtemelen 18 yaş sınırı alacaktı. Fakat tabii ki yaş sınırına rağmen sahneler sansürlenmemeliydi. Öte yandan sansürün Amerika’da Sony tarafından yapıldığını belirtmek gerek. Görünüşe göre Türkiye, Avrupa ülkeleri kategorisinden çıplaklığa yer vermeyen Ortadoğu ülkeleri kategorisine geçirilmiş. Dolayısıyla yakında çıplaklık içeren diğer filmlerin de sansürlü versiyonları bize gönderilebilir.

Blade Runner 2049, ABD’de çok iyi eleştiriler aldı. Pek çok eleştirmen filmin başyapıt olduğunu düşünüyor. Bana göre ortada başyapıtlık bir iş yok. Senaryosu fena değil, yönetmenlik, sanat yönetmenliği ve müzikler başarılı. Başyapıt kelimesini Deakins’in görselliği için kullanılabilir galiba. Zira Deakins’in bu filmdeki görüntü yönetmenliği çok çok başarılı. Gönül isterdi ki aynı şeyleri senaryo için de söyleyelim. Ama kötü bir film de, aksiyona boğulmuş bir film de olabilirdi. Başyapıt değil, ama ortalamanın üstünde, etkileyici bir film olmuş Blade Runner 2049.

Yorumlar

Bir cevap yazın