Bir grup genç dünyayı dolaşırken yolları Ukrayna’ya düşer. İçlerinde biri “extreme spor yapalım” der ve Çernobil’in yolunu tutarlar.
Daha açılış sahnesinde klişelik pelerinini giyen film, film bitene kadar üstünden çıkartmıyor. Bir örnek vermek gerekirse; reaktör bölgesinin yolunu tutan grup göl kenarına gelir ve aralarındaki şakacı oğlan elini radyasyonlu suya daldırır (tam bu sırada gerlilim müziği girer) ve elini aniden suyun içinden bağırarak çıkaran şakacı oğlan diğer grup arkadaşlarını korkutur. Dikkat ettiniz mi bilmiyorum fakat bu sahneyi daha önce birçok korku filminde görmüş olabilirsiniz. Chernobyl Diaries, daha birçok “kötü korku filmi” klişesini kullanarak seyirciyi sıkmayı iyi biliyor.
Genelde kötü korku filmlerinde ilk yirmi dakika aydınlık, sevecen bir atmosfer sonrada karanlık bir atmosfer olur. İşte bu filmde de aynen öyle. Fakat burada bir yanlışlık var. Yönetmen Bradley Parker, korkutayım diye ışığı iyice kısarak ani ışık patlamaları haricinde ortamı aydınlatmayı hiç akıl edememiş. Sadece karanlık ve oyuncuların çığlığı haricinde pek izleyeceğiniz bir şey yok. Işık kullanımı o kadar kötü ki ne olup bittiğini anlamanız pek mümkün değil.
Oyunculuklarda ise zorlayan bir sahne yok. Buna rağmen çığlık ve bağırmadan başka bir şey olmayan oyunculuğu nasıl kotaramadıkları tartışılır.
Kısacası korku olduğu sanan ama korkutmaktan ziyade sadece sıkan bir film.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.