Çıtayı Düşüren Oyuncular: Kate Winslet

Oscar’ın kötü bir tarafı var. Neredeyse her oyuncu Oscar almak ister. Ödülü getirebilecek projeleri seçer, sonra rolü için sıkı çalışır, aylarca ödül için kampanya yapar. İşin kötü tarafı Oscar sonrası. Ödülü aldıktan sonra bazı oyunculara rehavet çöküyor, tek amaç Oscar olunca ve ödülü de alınca zorlu rolleri kovalamaya devam etmek yerine para kazandırabilecek, çok uğraştırmayacak projelere yöneliyorlar. Ta ki ikinci kez ödülü almak isteyene dek. İngiliz aktris Kate Winslet da böyle bir dönemden geçiyor. Yıllarca Oscar kovalayan, oynadığı her yapımda döktüren, en nihayetinde 2009’da The Reader‘la Oscar’ı kazanan aktris Oscar’ı aldıktan birkaç yıl sonra çıtayı düşürüp arka arkaya vasat filmlerde ortalama performanslarla yer aldı, Steve Jobs‘a dek.

2011’de aktrisin rol aldığı iki film vizyona girdi: Roman Polanski’nin yönettiği, tek mekânlı draması Carnage ve Steven Soderbergh’in hızlı unuttuğum salgın filmi Contagion. Winslet, Polanski’nin filminde her zamanki gibi iyi oynamış, rolünün hakkını son dakikaya dek vermişti. Contagion‘daysa fazla sahnesi yoktu. Salgın yüzünden kısa bir süre sonra ölüp filmden çıkıyordu. Vasat Contagion‘ı vasat yapımlar takip etti. Aktris arka arkaya kötü kararlar vermişti. Önce Movie 43 projesinde rol aldı. Sıkıcı, kötü ve zaman zaman mide bulandırıcıydı, ki aktrisin Hugh Jackman’la birlikte rol aldığı, tek mekânda geçen, zerre de güldüremeyen The Catch bölümü de o mide bulandırıcı bölümlerdendi. Para için bile yer almamalıydı bunda. Daha sonra bir süredir bir türlü iyi filme imzasını atamayan Jason Reitman’ın draması Labor Day‘de oynadı. Dışarı çıkamayan, evinde asosyal bir hayat yaşayan Adele’in hakkını verdi, iyi oynadı ama film vasatı aşamıyordu, yüzlerce kez izlediğimiz Stockholm Sendromu’nu olabilecek en klişe şekilde işliyordu, hızla da unutulmuştu. Aktrisin diğer kötü kararı distopik film Divergent ve Insurgent‘ta rol almak, ki iki film de fazlasıyla kötüydü. Aktrisin büyük bütçeli filmlere daha iyi bir projeyle dönmesini isterdim.

Triple 9

Aktris, Divergent‘la Insurgent arasına Alan Rickman’ın yönetip rol aldığı A Little Chaos‘ı sığdırdı. Kostümlü drama türündeki bu filmde bir mimarı oynadı Winslet. Fena değildi aktris, film de eğlenceliydi ama hatırdan hızla siliniyordu, zira formüllerin dışına çıkılmıyordu, her yıl karşımıza çıkan sıradan kostümlü dramalardan bir tanesiydi A Little Chaos. Aktris bu vasat gidişatı Steve Jobs‘la durdurmaya çalıştı. Film gişede çok kötü battı, karışık eleştiriler aldı, öte yandan robot gibi duygudan yoksun, iyi repliklerin arka arkaya sıralandığı, fazlasıyla yorucu bir biyografik filmdi. Winslet burada da iyi oynamıştı tabii ki, Altın Küre ödülünü kazanmış, yıllar sonra tekrar (yedinci kez) Oscar’a aday olmuştu. Sonra gündemde fazla kalamayan, ortalama The Dressmaker filminde karşımıza çıktı. Yıllar sonra doğduğu kasabaya dönen, diktiği kıyafetlerle kasabaya renk getiren Tilly rolünde fena değildi.

En kötü performansı ise kirli polisler/Rus mafyası temalı, yabancı düşmanı, Amerikan propagandası Triple 9‘daydı. Geçen yıl vizyona giren bu filmde İngiliz Winslet, Rus mafyasının lideri Irina Vlaslov’u oynamıştı. Kariyerinin en farklı rollerindendi aslında. İlk kez mafya liderini oynamıştı. Fazla gözükmüyordu, ama göründüğü sahnelerde dahi Rus olduğuna, hatta Putin’in dahi korktuğu mafya lideri olduğuna inanmak çok zordu. Film, Winslet’ın oynadığı en kötü filmlerden. Triple 9 ile kötü başlayan 2016’yı bu film kadar kötü, bu film kadar gereksiz ve inandırıcılıktan yoksun olan Collateral Beauty ile bitirdi Winslet. Kızını yitirdikten sonra içine kapanan arkadaşını depresyondan çıkarmaya çalışan, bunun için saçma sapan bir oyun tezgahlayan Claire’i oynamıştı. Neyse ki aktris bu son kötü filmleriyle Razzie’ye aday olmadı. Henüz Razzie’ye aday olmuş değil, umalım artık bu vasat gidişata nokta koyup daha iyi projeler seçer ve eskisi gibi sağlam performanslar ortaya koyar.

Wonder Wheel

Aktrisi bu yıl Woody Allen’ın filmi Wonder Wheel‘de izleyeceğiz. Son birkaç yıldır Allen’ın filmleri yazın gösterime giriyordu ama Blue Jasmine‘den yıllar sonra tekrar ödül sezonuna dönecek Allen. Kate Winslet’a Steve Jobs‘tan sonra gene adaylık gelir mi bilinmez, röportajlarda rolün epey zor olduğunu belirtmiş aktris. Bekleyelim görelim. Bu filmden önce roman uyarlaması The Mountain Between Us‘ta izleyeceğiz aktrisi. Buradaki karakteri fiziksel olarak zor ama romanda epey dandik yazılmıştı, zaten roman da epey kötüydü. Film aktrisin kötü filmlerinden olacak gibi görünüyor. Wonder Wheel 1950’lerde geçip evli bir çifte (Winslet’la Justin Timbarlake oynadı) odaklanırken The Mountain yeni tanıştığı bir adamla (Idris Elba) ortaklaşa kiraladığı uçağı dağda düştüğünde hayatta kalma savaşı veren bir gazeteciyi oynadı.

2011’den sonra filmlerinin kalitesi düştü ama öncesinde kaliteli projelerde ve zor rollerde karşımıza çıkmıştı Winslet. The Reader‘da çok iyiydi, ama aynı yıl vizyona giren Revolutionary Road‘ta daha iyiydi. HBO’nun mini dizisi Mildred Pierce‘de de, Little Children‘da da şahaneydi. Kendisine şöhreti getiren Titanic‘ten sonra iyi filmlerde çok iyi performanslar ortaya koydu. Ne yazık ki 2011’den sonra çıtayı çok düşürdü, kağıt üstünde bile çöp olan Triple 9‘da, Movie 43‘de, kağıt üstünde bile vasat olan pek çok filmde yer aldı. Dilerim bu yıl vizyona girecek en azından Wonder Wheel‘i kaliteli olsun, bu vasat gidişat kırılsın.

Yorumlar

Bir cevap yazın