Martin McDonagh’ın Akademi Ödülleri’nde senaryo dalında hakkı yenen filmi In Bruges’ün bir sahnesinde Ralph Fiennes tarafından canlandırılan Harry Waters karakteri Bruges’deki adamından silah almaya çalışmaktadır. Esasen Eric Godon isimli bir belçikalı tarafından canlandırılan Yuri karakteri, rus kılıklı tedarikçi rolüne kendisini çokça kaptırmıştır. Yuri, Harry’nin önüne yarı otomatik, Uzi benzeri silahlar koymuştur ama silah çeşitliliği Harry’yi pek etkilemez. Yuri doğal bir şekilde Uzi marka bir silah isteyip istemediğini sorar. Harry’nin cevabı nettir.
“An Uzi? I’m not from South Central Los Angeles. I didn’t come here to shoot twenty black ten year olds in a drive-by. I want a normal gun for a normal person.”
Meali ise şudur:
Uzi mi? Ben Güney Los Angeles’dan değilim. Buraya arabayla dolaşırken yirmi tane 10 yaşında zenci vurmaya gelmedim. Normal bir insan için normal bir silah istiyorum.
İşte Crips and Bloods: Made in America, arabayla dolaşırken 10 yaşında 20 tane zenci kardeşimizin (Türkiye’de zenci kelimesinin ırkçı bir ifade olduğuna inanmıyorum) bir kısmını isteyerek bir kısmını da yanlışlıkla vuran Güney Los Angeles’ın çetelerini anlatan dört dörtlük bir belgesel film. Daha önce, Dogtown and Z-Boys isimli belgeseli ile kaykay’ı havalı bir şey haline getiren insanları tanıtan Stacy Peralta (Kendisi de bir z-boy’dur ve oldukça esaslı bir abimizdir), California’da yaşanan Amerikan rüyasının perde arkasını göstermek için en doğru insan. Beach Boys’tan çok daha California’lı olan soluk benizli Peralta, Birleşik Devletler’de siyahlara karşı yapılan ırkçılığın kökenlerini tüm çıplaklığı ile gösterdiği belgesel filmi, aslında zamanın ötesinde bir belgesel olarak tanımlanabilir.
Güney Los Angeles merkezli çeteler olan Crips’in ve Bloods’ın geçmişi 1980’li yıllara denk gelmesine rağmen Peralta, hikâyeyi öncesi ve sonrası ile anlatarak yaşananları sebep-sonuç ilişkisine bağlıyor.
Film, oldukça değerli arşiv görüntüleri de içeriyor. Özellikle 1965 yılında çıkan isyana ait fotoğraflar ve görüntüler altın değerinde. Ayrıca yönetmenin kişisel ilişkileri sayesinde bulduğunu tahmin ettiğim özel fotoğraflar, yaşananların duygusal boyutunu da ortaya kokuyor.
Crips and Bloods: Made in America’yı diğer belgesel filmlerden ayıran bir diğer unsur ise, filmde kullanılan ekran grafiklerinin ve art-work’ların muhteşemliği. Sanki elinizde, Google Earth’ün 25 yıl sonraki sürümü varmış gibi hissediyorsunuz filmi izlerlerken.
Geçtiğimiz günlerde DVD’si çıkan Gonzo: Life and Work of Hunter S. Thompson belgeselinde Johnny Depp’in anlatıcı olarak seçilmiş olması filme önemli bir artı değer katmıştı. Crips and Bloods’a anlatıcısı olarak yine çok doğru bir isim seçilmiş: Forest Whitaker. Kendisi filmin bir sahnesinde bile gözükmemesine rağmen, güçlü ve tok sesi filmi dolduruyor.
Soundtrack meselesi ise bu film için özel bir boyuta gelmiş. Bu 93 dakikalık belgesel boyunca müzik neredeyse hiç susmuyor. Gangsta Rap’in anavatanı olan South Central Los Angeles’ı anlatan filmde olaylar ve parçalar iç içe yer almış. Örnek olarak, sosyal reformlar ile mevcut şartları iyileştirmek yerine daha çok hapishane yapmayı tercih eden Vali Arnold Schwarzenegger’in (bu adamın adı imdb’ye bakmadan yazmak mümkün değil) görüntüleri akarken, fondaki müzik Arnold’a “fuckin’ terminator” diye başlayıp sövüp sayıyor. Ayrıca filmin bir soundtrack albümü yok. Bunun yerine filmin resmi sitesinden ücretsiz indirilebilecek bir mixtape var. Gangsta Rap severleri oldukça memnun edecek bir mixtape olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Eski ve yeni çete üyelerinin tanıklıkları ise filmin en eğlenceli kısımları. Güney Los Angeles’li zenci aksanı nasıl bir şeymiş öğrenmek isteyenler için bu belgesel, kaynak kitap niteliğinde. NWA (Niggers with Attitude yani meali Gider Yapan Zenci) meselesinin ne menem bir şey olduğu biz Asya, Avrupa ve Ortadoğu üçgeni arasında sıkışıp kalmış beyazlara gösteriyor.
Özel Not: Crips and Bloods, Türkiye’de gösterime girebilecek türden bir film değil ne yazık ki. Hem belgesel türde bir film olması hem de çok evrensel bir olgunun yerle bir versiyonun anlattığı için bu filmin ana akım sinema içerisinde yer almasını imkânsız kılıyor. Fakat gerçekleri bu derece doğru anlatan, yerelden evrensele depar atan filmlerin korsan yollardan paylaşılmasının doğru buluyorum. Sonuç olarak rapidshare ve torrent platformları özellikle bu tür filmler için var.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.