Deux: Elâlem Ne Der?

İstanbul Film Festivali’nin Haziran seçkisinin beşinci gününde Fransa yapımı Deux adlı film gösterime girdi.

Hepimiz, hayatımızın bir noktasında toplumun bizlere dayattığı şekilde yaşamaya çalışmışızdır. Kimimiz inancını, kimimiz hayata bakışını, kimimiz de cinsel yönelimini toplumdan baskı görmemek adına gizlemeye çalışır. Toplulukların, bizlere fırsat verdiği ölçüde özgür yaşayabiliriz. Günümüz dünyasında, geçmişe oranla toplumsal baskı azalmış gibi gözükse de hâlâ tam anlamıyla kendimiz olamıyoruz. Gösterime giren Deux filmi de bizlere, kendisi olamayan bir lezbiyen çiftin toplumdan baskı görmeme adına, kendi kimliklerini saklamalarını anlatıyor.

Filmin en önemli noktası naif olması… Abartılı birtakım olaylar silsilesinden ziyade, gayet doğal ve sade anlatım diline sahip olan bu yapım, melankolik üslubuyla da seyirciyi içine çekiyor. Duygu sömürüsüne fazlasıyla açık olan bu hikayeyi, yönetmen Filippo Meneghetti herhangi bir didaktizme mahal vermeden, ustalıkla seyirciye sunuyor.

Madeleine ve Nina arasındaki aşk, biz seyircilere tam anlamıyla geçmesinin yanı sıra kendimizi, karakterlerin yerine koymamızı da sağlıyor. Barbara Sukowa (Nina) ve Martine Chevallier (Madeleine) arasındaki uyum ise tek kelimeyle şahane. Bu iki kadın oyuncu dışında farklı oyuncular olmuş olsaydı, film bu kadar etkileyici olmayabilirdi. Ki zaten İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın YouTube kanalında Barbara Sukowa ile yapılan söyleşi de Barbara, “Hem benim hem de Martine Chevallier’in başka işlerde yer almasına ve takvimimizin uymamasına rağmen yönetmen Filippo Meneghetti, bizi bekleyeceğini söyledi” demesinden yönetmenin de bu rollerin altından kalkacak daha iyi bir ikili bulamayacağını düşündüğünü anlıyoruz. Aralarındaki gerilim, sevgi ve güven duygusu bizlere çok iyi aktarılmış. İzlerken bir kurmaca film değil de iki kadının aşk hikayesine şahit oluyormuşum gibi hissettim. Oyunculuklar açısından film kusursuza yakın.

Aslında film, Madeleine karakterinin kalp krizi geçirmesi ve konuşma yetisini kaybetmesiyle başlıyor. İki kadının sessiz aşkına şahit olduğumuz o sahneler, çok iyi yazılmış ve aynı zaman da çok iyi çekilmiş.

Filmin beğenmediğim noktalarından biri Muriel karakterinin anlamsız derecede kötü olmasıydı. Madeleine ve Nina aşkına bir duvar gibi karşı çıkıyor. Onların bir araya gelmesini engelliyor, karakterleri yalnız başına bırakmıyor. Bunun gibi saçma sapan davranışlar sergiliyor. Hem de bir kazancı yokken. En başta Nina’yı tanımadığı için soğuk davranmasını anlıyorum, fakat ilerleyen sahnelerde bir yumuşama göremiyoruz. Hatta filmin sonuna doğru hakkı olmayan parayı almak adına Nina’nın evine girip, hırsızlık yapıyor. Muriel karakteri, sadece gerilim ve aksiyon sahnelerini arttırmak adına vardı. Böyle bir karaktere gerek var mıydı? Bence yoktu.

Filmin bir noktasında Madeleine, evden kimseye haber vermeden çıkıp gidiyor. Hasta bakıcısıyla, Nina’nın Madeleine’i aradığı sahneler bana fazlasıyla Asghar Farhadi’nin A Separation filmini anımsattı. Aralarındaki benzerlik azımsanmayacak derecede. Bana göre yönetmen Filippo Meneghetti, filmin o sahnesini A Separation filminden esinlenmiş. Yaşanılan olayın amacı farklı olsa da benzerlik fazlasıyla mevcut.

Yönetmen Filippo Meneghetti, ilk uzun metrajlı kurmaca filmiyle dikkatleri üzerine çekiyor. Filmin atmosferini, hissettirdiği duyguyu, oyunculukları ve hikayeyi çok beğendim. Benim filme puanım; 75/100


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın