Dream House: Nereye Böyle?

Dream House bir gerilim filmi. Yönetmeni de Jim Sheridan. Bu türden bir filmin koltuğunda oturan ismin Jim Sheridan olması ilk önce şaşırtıyor; sonra da meraklandırıyor.

Daha çok My Left Foot, In the Name of the Father, The Boxer, In America adlı politik-toplumsal karakterli filmleriyle isim yapmış ve bu çizgisinin dışına çıkmamış İrlandalı yönetmen, acaba bu filmiyle bize gerilim janrının içindeki ‘’İrlandalı’’yı mı göstermek niyetinde diye düşünerek filmi izlemeye koyuluyorum.

Film, nereye varacağı kestirilemeyen bir başlangıç yapıyor: Will Atenton (Daniel Craig) işini bırakmış; eşi ve iki kızıyla birlikte yeni bir eve taşınmıştır. Burada hem ailesine daha fazla zaman ayırabilecek hem de kafasında planladığı romanını yazabilecektir. Bu girişiyle film The Shining’i anımsatır-acaba yaratıcı olamayan yazar yok edici mi olacaktır? Kısa süre sonra aileyi huzursuz eden olaylar baş gösterince evin erkeği çevrede küçük bir araştırma yapar ve evlerinde geçmişte bir katliamın gerçekleştiğini öğrenir. Bir anne ve iki kızı öldürülmüştür. Katilin de akıl hastanesinden yeni salıverilen baba olduğu söylenir.

Artık izlediğimiz Japon sinemasından Ringu ile başlayan küçük zombi kızlar ve tipik “lanetli ev” öykülerinin karışımıdır ya da biz öyle sanalım. Evin gözetlenmesi ve üstüne araba sürülmesiyle Will, polise giderek ilgilenmelerini ister. Polis merkezinde kendisine izlettirilen videoyla katilin kendisi olduğu, eşi ve iki kızını öldürdüğünü öğrenir. Yani buraya kadar izlediklerimiz katilin travmasıyla baş etmek için yarattığı sahte dünyasıdır. Gerçekle yüzleşme sahnelerinin sona saklandığı son dönem filmlerinden (The Shutter Island, The Ward) farklı olarak burada yüzleşmenin filmin henüz ortalarında gerçekleşmesi ‘’acaba çevresel faktörleri de işin içine katarak travma sonrasına odaklanan bir hikaye mi izleyeceğiz?’’ sorusunu akla getiriyor ve tam “Eh, film artık açtığı bu yoldan devam eder” diyecekken yine olmuyor, rota yine sapıyor: Katil karşı komşunun kiraladığı birisidir. Komşu, katili eşini öldürmesi için kiralamış, katil ise yanlışlıkla o eve girmiştir. Finalde suçlular cezasını bulurken trajediye maruz kalan Will’i de filmle aynı adlı kitabını bitirmiş olarak görürüz. (Yoksa her şey yazarın kafasındaki kurgudan mı ibaretti?)

Finaldeki bu küçücük ima, yukarıda özetlenen dağınık yapıyı toparlamaya yetmemiş; ortaya  odak sorunu olan, izleyiciye numaralar çekmekten kendi başını yemiş bir film çıkmış. Belki de Jim Sheridan zaten yabancı olduğu türde bir de ele gelir bir başarısı olmayan David Loucka’nın senaryosunu kullanarak hatayı en başta yapmış.

Son olarak ta Daniel Craig’in, David Cronenberg filmi Spider’daki şizofren tiplemesiyle oldukça parıltılı bir oyunculuk sergileyen Ralph Fiennes’i bir nebzede olsa anımsatmayı başardığını eklemek gerek.

Yorum Gönderin