80 darbesi üzerine birçok şey yazıldı, çizildi ve çekildi. Kimi ‘darbe gerekliydi fakat darbe sonrası yaşanılanları tasvip etmiyorum’ dedi. Kimisi ‘darbe ve sonrası yaşanılanlar olması gerekenlerdi’ dedi. Bazısı ise ne darbeyi savundu ne de darbe sonrası yaşanılan insanlık dışı durumu. 90’ların sonlarında doğmuş birisi olarak, bu konuda ahkam kesecek son kişilerden biri olduğumu düşünüyorum. Fakat okuduğum, izlediğim, tükettiğim içeriklerden sonra şunu söyleyebilirim; biz kaybettik…
80 darbesi sonrasında, kendinden ve ülkeden bihaber, apolitik bir neslin yetiştiği sanıldı. Ta ki Gezi direnişine kadar. Esasen apolitik olmayan, sadece zamanı kollayan, 80 darbesine göre daha akıllı bir neslin yetiştiğini, ancak o zaman anlayabildiler. Bu topraklarda apolitik olmak için gamsız olmak gerekir.
”Eksik parçaları olan yapboz, ortada başka parça yoksa dahi yine tamamlanmış sayılmaz mı? Sayılmaz”.
Film, darbenin ortasına doğmuş, 4 yaşındaki bir çocuğun hikayesini bizlere anlatıyor. Anne ve baba devrimci, dede ise emekli albay. İlk görüşte böyle bir çocuğun büyüdüğünde apolitik olmasının bir mucize olduğunu düşünüyorsunuz. Lakin Türker’i tanıdıkça aslında bencil biri olduğunu görebiliyorsunuz ve benciller fıtratları gereği apolitik olmaya daha uygundur.
Türker’in güvenli bir anlatıcı olmadığını, işten atılmasına rağmen arkadaşına, sanki kendisi istifa etmiş gibi göstermesinden anlayabiliyoruz. Bu yüzden Türker’in asker olamamasının nedeni; anne ve babasının politik görüşünden ziyade, kendi beceriksizliği olabileceğini düşünüyorum. Türker, kendi beceriksizliğini, neredeyse hiç tanımadığı anne ve babasına atarak, kendini kandırma yolunu seçiyor. Türker, film boyunca geçmiş ile yüzleşmekten daha çok, kendisinin payına düşen geçmişin izini, acısı ile beraber tadıyor. Artık eksikliğini hissettiği birçok şeyle birlikte değişme vakti.
Film, annesinden uzak ve babasız büyümüş bir çocuğun, hayata tutunma çabasını bizlere aktarırken, birçok politik filmin düştüğü; didaktik olma tuzağına düşmeden hikayesini anlatabiliyor.
İlk yönetmenlik deneyimi olmasına rağmen gayet güzel bir iş ortaya koyan Barış Atay, sade ve doğal performansı ile de göz dolduruyor. Özgür Emre Yıldırım ise filmin en iyi oyunculuğuna sahip aktörü olarak boy gösteriyor. Film oyunculuk olarak, dilek karakteri dışında vasat üstü bir performans ile karşımıza çıkıyor. Monolog sahnelerin çokluğu esasen seyirciyi yoran bir şey olmasına rağmen bu filmde iyi kotarıldığını düşünüyorum.
Son bir parantezi de filmin senaristleri Mehmet Kala ve Şeref Nokta’ya açmak istiyorum. Damat Koğuşunun da senaristliğini üstlenen bu iki ismin, diyalog yazma konusunda çok başarılı olduğunu ve filmlerin ana karakterlerini anlamlı bir dönüşümün içine soktuklarını tüm eserlerinde görebiliyoruz.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.