Elementary: Kadim İkilinin Dengeli Evreni

2012 yılında başlamış olan ve şu an 7. Sezona ulaşmış Elementary ile geç karşılaştım. Arthur Conan Doyle’un ilk defa 1892’de okuyucu ile buluşan Sherlock Holmes serisinin modern zamana uyarlaması. Açıkçası Sherlock Holmes, modern uyarlama ve Hollywood kelimelerini bir arada duyduğumda çok ümitli başlamadım izlemeye. Yavan bir polisiyeye dönüşmüş olması ve yaratıcılık tembelliği ile meşhur ismin üzerinden bir dizi çekilmiş olması endişesi ilk bölümde kayboldu.
Öncelikle aktör Jonny Lee Miller, Sherlock Holmes karakterine aksanı, vücut dili ve iyi yazılmış bir senaryo ile güzel bir şekilde bürünmüş durumda ama karşımızda sadece gözlem ve çıkarım yeteneği müthiş olan bir dedektif değil aynı zamanda epey sorunlu bir kişi var ve Holmes’un birçok hikayesinde hayranlık veren yeteneği kadar diziyi geçmişi ve ruhsal sorunları da sırtlıyor. Dedektifimiz dibe vurduğu ve vazgeçilmez rasyonel yaklaşımıyla nasıl o duruma düştüğünü kabullenmekte güçlük çektiği uyuşturucu bağımlılığından kurtulur ve New York’ta yeni bir başlangıç yapar. Tabi ki Sherlock Holmes’un yanında Joan Watson karakteri de bağımlılık sonrası bir gözetmen olarak hikayede yerini alır. Belki ilk etapta aklınıza gelmeyecek bir oyuncuya emanet: Lucy Liu. Kadın olması farklı bir yaklaşım; aralarında yarenlik mi, sevgililik mi olduğunu hiçbir zaman tam anlayamadığımız bir çekime dayalı bir ilişki var ki bu ilişkideki değişimler de sürükleyici bir unsur oluyor, kuralı bozmayalım diyerek bir romantizm zorlamasına da asla girmiyor. Kadim ikililer Don Kişot ve Sanço Panzo gibi zeki ama topluma göre deli sayılan bir ana karakter ve onun ayağının yere basmasını sağlayıp her ikisinin de “normal” şekilde hayatta kalmasını sağlamaya çalışan yardımcısı.

Bu ilişkinin dozu iyi ayarlanmış, kendinizi bir anda birkaç bölüm üst üste sadece bu ikilinin hikayesini izler halde bulmuyorsunuz. İniş çıkışları bu anlamda çok olan bir dizi. Aslen İngiliz olan baş karakterimizin New York’taki ilginç ev ortamı da başka bir farklılık. İşvereni olan Yüzbaşı Gregson (Aidan Quinn) Holmes’u cinayet davalarına danışman olarak davet ediyor ve aynı zamanda yasal sınırları umursamayıp her an çizgiyi geçebilen bu aykırı adamı sistemin içinde tutmaya çalışıyor. Gregson için özel hayatı dağılmanın eşiğinde ve buna sebep olan işine aşık babacan ve tecrübeli bir polis diyebiliriz. Diğer ana karakterimiz ise sıfırdan gelip çalışkanlık ve zekası ile ortalama bir dedektifin üzerinde kalan Dedektif Bell (Jon Michael Hill). Bell Holmes’un dünyasında hiç hazzetmediği sıradan dedektiflerden farklı bir yer buluyor, bir nevi kabul edebileceği ölçüde normal insanların dünyasına geçiş için köprü olarak düşünebiliriz. Bu hikaye bir bakıma kendini sıradanlar üstü gören ve yalnız kalan Holmes’un ilişkiler kurmaya geçiş sürecini anlatıyor.

Dizinin her bölümü ayrı bir cinayet hikayesi ve iyi düşünülmüş çözümlerle yürüyor, en beklenmeyen kişi katildir yaklaşımı her cinayette işlemiyor, “Buldum” diyemeden sonunu beklemeye devam ediyorsunuz. Cinayetler çoğunlukla akıllıca kurgulanmış. Yavaş yavaş ve beklenmeyen anlarda ortaya çıkan karakterlerin geçmiş hikayeleri bir devamlılık sağlıyor. Sherlock Holmes’un azılı rakibi Moriarty, İngiltere’deki kardeşi ve diğerleri her sezon aralıklarla hikayeye dahil oluyorlar. Dizinin 4 ana karakteri de temsil ettikleri değerlerle hikayeyi dengede tutuyorlar. Hepsinin aynı sonuca odaklanmış olmaları ve toleranslı işbirlikleri bunu sağlıyor.
Bu yazıyı 2. sezonun sonunda yazdım ve dizinin sıradanlık ve sığlık tuzağına düşmediğini söyleyebilirim. Tüm zamanlar ilk 10 listenize alacağınız bir dizi olamayabilir belki ama polisiye sevenler ve bulmacaları çözmekten keyif alanlar için iyi bir seçenek… Ticari kuralların dizilere acımadığı bir ortamda 7. sezonuna başlamış olması da ilerisi için iyi bir işaret. CSI’lardan ve türlü zeki aykırı analistlerden sıkılan ama türü sevenler için denemeye değer.

Yorum Gönderin