Ercan Kesal ile ‘Uzak’ filmindeki oyunculuğuyla başlayan sinema serüveni ve senaryosunu yazıp yönettiği son filmi ‘Nasipse Adayız’ hakkında kısa bir söyleşi yaptık, tabii ki kitaplardan bahsetmeden de geçmedik.
– İlk kamera karşısında deneyiminiz 48 yaşında Nuri Bilge Ceylan’ın “Uzak” filminde küçük bir rolle oldu ve bu konuda herhangi bir eğitiminiz yokken 53 yaşınızda ‘En iyi erkek oyuncu’ ödülünü aldınız. Alaylı olmak sinemacılığa bakışınızı nasıl etkiliyor sizce?
Öncelikle çekimlerde her oyuncuya musallat olan performans anksiyetesi bende yok. Alaylı olmak dezavantaj gibi gözükse de benim için avantaja dönüşen bir durum. Rol yapmayı bilmediğim için karakteri taklit etmek yerine ‘’o’’ olmayı tercih ediyorum.
– İlk yönetmenlik deneyiminiz olan son filminiz ‘Nasipse Adayız’dan bahsedelim… Film ilçenin belediye başkanlığı seçimlerinde aday adayı olmaya çalışan Doktor Kemal Güner’in trajikomik hikayesini ve aslında daha çok tüm o parti içi hiyerarşide içine düştüğü çaresizliğini anlatıyor. Siz de 2004’te CHP’den Beyoğlu belediye Başkan aday adayıydınız, senaryoyu yazarken bu süreçte kendi yaşadıklarınızdan ne kadar bahsettiniz?
Çok fazla…Yazarken ya da oynarken ilham alacağımız, dönüp bakacağımız ya da bir şeyler soracağımız insan kendimizden başkası değil.
– Peki senaryosunu yazarken kendinize otosansür uyguladınız mı ya da daha temkinli yaklaştığınız konular oldu mu?
Tam tersine. Ne kadar cesur ve açık olursam o kadar iyi bir iş çıkacağını biliyordum çünkü.
– Tüm dünyada devam eden pandemi sürecinde sinemanın durumu da her şey gibi konuşulur oldu. Vizyona girmesi beklenen filmlerin tarihleri ertelendi, ertelenmeyenler dijital platformlarda yayınlanır oldu, birçok proje iptal edildi, sektör büyük bir sekteye uğradı vs. Ancak özellikle Christopher Nolan’ın Tenet filmini ısrarla vizyona koymak istemesinin ardından sinemalar açık mı kalmalı, filmler vizyona girmeli mi tartışmaları yaşanmaya başladı. Nasipse Adayız da geçtiğimiz yılın Ekim ayında Başka Sinema’da vizyona girdi. Türkiye’de devam eden bu sürece rağmen filmi dijital bir platformda yayınlamak yerine vizyona koymak istemenizde özel bir sebep var mıydı? Ertelemeyi düşündünüz mü? O süreçte neler yaşadınız?
Filmin dünya prömiyeri 20 Ocak 2020 tarihinde Rotterdam Film Festivali’nde oldu. Arkasından 20 Şubat’ta Berlin’deydik. Türkiye’ye döndük pandemi kısıtlamaları başladı. Tüm festival yolculuklarımız ertelendi ya da online koşullarda gerçekleşti. Bütün bunlara rağmen yine de bol ödüllü bir film oldu. Ayrıca yakınlarda dijital bir platformda da yayınlanacak. Pandemiye rağmen kurallara uymak kaydıyla salon ısrarımızı sürdürme sebebimiz salonda film seyretmek duygusundan vazgeçmemekti.
– Bir Zamanlar Anadolu’da filmi de vizyonda kaldığı 31 haftada 161.181 kişi tarafından izlendi. Belki sizin de dikkatinizi çekmiştir, son dönemde özellikle sizi de muhtar rolüyle izlediğimiz o meşhur sahne, sosyal medyada viral olmuş durumda. Sahneyi görüp izleyenler açıp filmin tamamını izliyorlar ve sonrasında elbette filme yapılan övgüler de geliyor. Sinemanın sizin için bir tutku olduğunu ve bir para kazanma aracı olmadığını biliyoruz. Ancak yine de sinemada yeteri kadar ilgi görmeyip, büyük bir parçası olduğunuz bir işin 10 yıl sonra takdir görüyor olması size neler hissettiriyor?
Sağlam bir yerelliğin gerçek evrensellik olduğuna bir kez daha iman ettim.
– Bir zamanlar Anadolu’da filminde Doktor Cemal karakterinin direkt olarak sizin hayatınızdan esinlenilmediğini, onun daha çok Doktor Cemal’in kendi hikayesi olduğunu daha önceki bir röportajınızda söylemiştiniz. Aslında bütün karakterler Anadolu’da geçirdiğiniz hayatın ufak ufak esinlenmelerle karakterlere indirgenmiş ya da büründürülmüş halleri anladığımız kadarıyla. Ancak Savcı Nusret, Muhtar’ın kızı Cemile, Kenan… Bunların hepsi çok boyutlu karakterler ve hepsinin altında hâlâ çözümleyemediğimiz ayrı ayrı gizem dolu hikayeler yatıyor. Senaryolarınızda ya da kitaplarınızda bu gizemi korumayı, bir şeyleri direkt olarak vermeyerek seyirciyi belirsizlik içerisinde bırakmak özel bir tercihiniz midir? Eğer öyleyse bunu hem geçmişte hem de günümüzde başarıyla yapan başka yazarlar da var. Bu konuya özel olarak olarak size esin kaynağı olan yönetmen ya da yazarlar var mı?
Llosa roman yazmayı tersinden striptiz yapmaya benzetir. Yazdıklarınızı giderek daha derin, karanlık ve örtük bir anlatımın içine yerleştirirseniz, giydirirseniz yani, o zaman hikâyeyi soyup ortaya çıkartabiliyorsunuz. Sinemaya da teşmil edebiliriz bunu. Mevzuu ne kadar derinlerde bir yerde durursa ancak o zaman seyirci filme bağlanabiliyor.
– Dizi projelerine artık çok sıcak bakmadığınızı biliyoruz ancak son dönemlerde online platformlardaki dikkat çeken yerli işlerin de sayısı oldukça arttı, peki siz bu mecralar özelinde dizi/film projelerine sıcak bakar mısınız yoksa bu konuda muhafazakâr olan tarafta mısınız?
Oyunculuk genelde yapmak istemediğim bir iş artık. Sadece yönetmenlik yapacağım. Bu yüzden dijital platformlar dahil tüm alanlarda yönetmenlik yapmaya istekliyim.
– Senaryolarınızda ve kitaplarınızda bahsettiğiniz karakterler çok hayatın içinden, bazen çok yakından tanıdığımız biri bazen de markette, uzun bir otobüs yolculuğunda karşılaştığımız karakterler… Bunda taşrada büyümenizin ve uzun yıllar hekimlik yaptığınız dönemlerin de katkısı vardır?
Kuşkusuz. İnsan deneyimlerinden başka nedir ki zaten… Bu yüzden şanslı olduğumu düşünüyorum. Kasabalar insan ruhunun en iyi sınandığı, tanındığı yerlerdir. Hekimlik de zaten hastayı dinleme sanatı olduğu için ister istemez çok fazla hikâye biriktirirsiniz.
– Son kitabınız ‘Velhasıl’ daha önce yayınlanmış ve biriktirdiğiniz yazılardan oluşuyor ancak üslup olarak ‘Peri Gazozu’, ‘Cin Aynası’ ile benzer. Bu benzerliği sağlamak için eski yazılarınız üzerinde bir düzenlemeye gittiniz mi yoksa bu sizin üslup konusunda istikrarınızın bir örneği midir?
Benim tarzım bu. Sizin de fark ettiğiniz gibi birbiriyle akraba kitaplar. Velhasıl kitabı da bu üçlemenin son kitabı ve tüm yazın sürecimin özeti gibi aslında.
– Senaryolaştırmayı düşündüğünüz bekleyen başka hikayeleriniz var mı?
Sadece hikayelerim değil, bir gazete haberi, sohbet esnasında duyduğum bir hikaye, şahit olduğum bir mevzuu, başımdan geçen bir olay… Hepsi de sinema olabilir ya da kafamdaki bir senaryoya ilham verebilir.
– Sizin kuşağınızdan yani X kuşağından hem edebiyat hem de sinema alanında tarihe iz bırakan, kült eserler çıktı. Bunun nedeni o dönemki sosyopolitik buhran mıydı sizce? Bir de kuşağınız ‘kayıp kuşak’ olarak da adlandırılıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bizim kuşağın fay hattı 12 Eylül faşist askeri darbesidir. Birçok arkadaşımız öldü, hapislere düştü, sürgün edildi. Acılı bir kuşaktır. Öte yandan hayatiyetimizi sürdürebilmek için her şeye rağmen ayakta kalmak zorundaydık. Bu da bizi erken olgunlaştırdı ve savunma reflekslerimizi güçlendirdi. Fırının hararetli yerine düştük ama kavrulmadan çıktık. Olur olmaz şeylerden kolayca etkilenip yılmayız!
Kısa Sorular
Sinemaya ilk olarak nasıl merak saldınız?
Kasabamızda ilk filmimi seyrettiğimde! Muhtemelen 7 yaşındaydım ve siyah beyaz bir Türk filmiydi.
Sizi en çok etkileyen yönetmenler kimlerdi?
Bizden Metin Erksan, yabancılardan Kieslowski.
Hâlâ izlemekten en çok hoşlandığınız yönetmenler kimler?
Bergman, Kieslowski, Hitchcock.
En çok ilham aldığınız senaryo ya da roman yazarları kimler?
Dostoyevski, Çehov, Orhan Kemal, Sait Faik.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.