Stanley Kubrick’in son filmi Eyes Wide Shut, türkçesiyle Gözleri Tamamen Kapalı, ele alınması en zor, bir o kadar da en çekici olanı. Atmosfer yaratma ustası Kubrick her filminde olduğu gibi bunda da bizi bambaşka bir dünyaya sokar ve yine her filminde olduğu gibi bu filmde de kedinin fareyle oynadığı gibi oynar.
Ben zor film seçerim fakat seçtikten sonra da tamamen teslim olarak seyrederim. Yaratılan atmosferin içinde kaybolur ve filmden sonra da hayatımın akışı bir süre sekteye uğrar. Eyes Wide Shut’tan sonra ise bu süre biraz daha uzun olmuştu. Şimdi yeniden izlediğimde ise daha farklı bir film seyrettim diyebilirim. Yazacak olmanın getirdiği yabancılaşma filmle aranıza mesafe koyuyor. Kubrick’e dönelim.
Filmografisinde hemen her konuyla ilgilenmiş fakat kadını masaya yatırmaya bir türlü cesaret edememiş bir yönetmen Kubrick. Bu cepte. İster haddini biliyormuş diyelim, ister ilgi alanı değilmiş diyelim; Kubrick’in tüm filmlerinde erkek egemen bir dünya ve onun çevresinde evrilen problemlerle ilgilendiğini hatırlayalım. Kadın, bazı filmlerde gizli kahramandır, bazı filmlerde önemli bir figürdür fakat hep gizlidir; hep figürdür. Ancak son filminde, ‘kadınları tanıyorum ama çaktırmıyorum’ gözü kırpar büyük yönetmen. Yukarıdaki görselde, filmin afişinde ve hatta tüm filmde erkeğin gözü tamamen kapalıyken, kadının gözü huzursuz ve hep açıktır. Filmin baş kahramanı da gözü kapalı olan Dr. Harford’dur. Tom Cruise’un canlandırdığı karakter, hikayenin merkezinde olmasından mütevellit hakkında konuşulmayı hakediyor.
Bill Harford, Manhattan’da yaşayan mazbut bir doktordur. Yaklaşık on yıldır doktorluk mesleğini icra eden Harford, düzgün bir gelir tutturmuş; güzel eşiyle ve kızıyla yaşayıp gitmektedir. Bir üst sınıfla ilişki içinde olsa da toplumsal statü olarak onların çalışanı gibidir. Bir alt sınıfla olan imtihanında ise açıkça sınıfta kalır. Hayattan ne beklediğini ya da beklemesi gerektiğini bilmeyen biri olduğunu film sürecinde açıkça görüyoruz. Geç kalmış bir arayıştadır karakter. Filmin başrolü olmasına rağmen özne değildir. Enteresan. Hem erkek, hem başrol ama film boyunca nesne olarak sunulur bize. Filmde herkes onu arzular. Yanlış ya da eksik hatırlamıyorsam 7-8 kadın ve bir eşcinsel tarafından açıkça taciz edilir. Kendisinin harekete geçişlerinde ise eşi Alice’i kıskanması olmak başta olmak üzere, arzudan farklı motivasyonlar olduğunu görürüz.
Daha fazla dallandırmadan kısaca film boyunca Bill’in özne olma ya da daha açık bir ifadeyle, hayata müdahil olma çabasını seyrederiz. Fakat Kubrick’in hemen her kahramanı gibi Bill de her müdahalesinde kıçüstü oturur. Film boyunca duyduğumuz ve gördüğümüz “lucky to be alive / yaşadığın için şanslısın” cümlesi de karakterin şükür ve kabûllenme sürecinde yardımcı olur ve filmin sonunda pes eder. Buhranlı bir gerilimle sürüp giden filmin son sahnesinde bir umut, bir rahatlama vardır. Fakat bu sadece yenilginin Alice tarafından süslenmiş şeklidir. Her akıllı kadın gibi kocasının gururunu okşayarak ifade eder yenilgiyi. Film karakterin boyun eğmesiyle biter; kabullenmesiyle. Fakat süreçte çok şey öğrenmiştir. Özellikle de sınıfsal konumu ve kadınlar hakkında.
Hikayeye bir de Alice tarafından bakalım. Önceden bir sanat galerisi yürüten Alice, bir süredir işsizdir. Maddi bir sıkıntı yaşamasa da bu durum canını sıkmaktadır. Güzel olduğunun farkındadır fakat bununla öne çıkmaktan rahatsızlık duyduğunu birkaç kez görürüz. Gözlük kullanmasından ve evdeki kitaplardan da anladığımız kadarıyla entellektüel birikimi de olan fakat bunu değerlendiremeyen Alice bir süredir mutsuzdur. Başarılı bir doktor olan kocasıyla ciddi iletişim problemleri vardır. Kocası onu ne dinler, ne bakar. Egosal problemleri olan (belki de her erkek gibi) kocası da diğer erkekler gibi onu cinsel obje olarak görmektedir. Kocasının kadınlarla olan flörtözlüğüne karşın, kendisine duyduğı aşırı güveninden rahatsız olması ise sürpriz olmuyor. Başka bir erkeği arzuladığını anlatmaktaki amacı sadece kocasını kırmak değil, onu uykusundan uyandırmaktır. Kocasına attığı bu tokat sonrasında fazla açılmış olmanın verdiği huzursuzlukla kabuslar görür ve hafifçe kocasını kaybetme korkusu yaşar. Aslında kocasının uyanma süreci tamamlanana kadar da onu sevip sevmediğinden emin değildir. Harikalar diyarında olmadığının farkındadır ve ilişkisini en etkili biçimde yönetip, sonuç aldığında ancak aşk ve cinselliğin yolunu açar.
Filmin mümkün ve benim için en anlamlı okuması bu olmakla birlikte Eyes Wide Shut’ın daha pekçok farklı okumaya gebe olduğunu takdir edersiniz. Ben de yeniden seyrederken daha evvel dikkatimi çekmeyen çok şey farkettim… tablolar, heykeller, maskelerin çeşitliliği vs. Biraz araştırınca bu detaylar üzerine uzun uzun açıklamalar yapıldığını, tartışmalar döndüğünü gördüm. Açıklanmayı beklendiği varsayılan tüm bu detayların Kubrick tarafından titizlikle seçildiğinden hiçbir şüphem yok. Fakat ben bu anlamlar peşinden koşmaktansa bu detayları filmin atmosferine ya da bütününe hizmet eden parçalar olarak görmeyi tercih ediyorum.
Fakat bu detaylar arasında en önemli gibi görünen maske hakkında da fikrimi söylemeden yazımı bitiremiyeceğim. Özellikle yatağın üzerinde karşımıza çıkan maskenin şaibesi, gösterime girdiği zaman da tüm hikayenin önüne geçecek kadar ilgi görmüştü. Bazılarına göre Bill’in hasar görmüş psikolojisinin kendine oynadığı bir oyun olduğu iddia edilse de, maskeyi Bill’le birlikte değil, seyirci olarak Bill’den önce görmemiz bence bunu çürütüyor. Kendini ifşa eden Alice’in Bill’e karşı kozudur basitçe maske. “Sen anlatmasan da biliyorum” deyiş biçimidir Alice’in maskeyi yatağa koyuşu. Haricinde filmde kullanılan maskelerin özel anlamları falan da varmış, meraklısına.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.