!f 2019 Günlükleri – 2

CHAINED FOR LIFE: Kült film Freaks’in ardından yıllar geçmesine rağmen A. Schimberg kendi tarzında bir devam filmi çekmiş. Yer yer zekice diyaloglar ortaya çıksa da film içinde film diye nitelendirebileceğimiz Chained for Life her noktasında yapay ve amatör duran bir iş diyebiliriz. Oyunculuk performanslarının yer yer fazla abartılı olması ve yönetmenin kendi fantezilerini gerçekleştirmek isterken yaratıcılıktan yoksan mizansen çabaları filmi sekteye uğratmış.

BEANPOLE: Savaş sonrası yıkıma uğramış insanlar, ölümün sıradan kabul edildiği bir toplum ve bunca sefilliğin arasında buruk bir aşk hikayesi… Sabırlı anlatımıyla Beanpole olgun bir sinema örneği olarak dokunaklı sahneleriyle seyirciyi mest ediyor. Oyuncu performansları ve yönetmenin mizansen yaratmadaki becerisi Rus sinemasından alışkın olduğumuz etkileyici kadrajların ortaya çıkmasına neden olmuş. Kamera hakimiyetinin büyülü dokunuşları filmi fersah fersah festivalin en iyi filmi konumuna getiriyor. Bu yılın en sağlam filmlerinden olduğu kuşkusuz bir gerçek.

THE SOUVENIR: The Souvenir bir ilişkinin kırık parçalarını anlatıyor. Her adımda yerdeki parçalar ayaklarınızı acıtıyor. Ne ileri gidebiliyorsunuz, ne de geri… Yönetmen Hogg da buna göre oynuyor. Seyircisini sıkışmışlığın içerisinde bırakıp ayrışmasını ümit ediyor. İzlemesi seyirciler için son derece zor olan film, içeriğinde barındırdığı feminist altmetni ve sinir bozucu karakter performanslarıyla öne çıkıyor. Herkese hitap etmeyecek bir iş olan yapım, hastalık iliki filmlerini seven seyirci için tercih edilebilir.

JONATHAN AGASSI SAVED MY LIFE: Porno yıldızı J.Agassi’nin yaşantısından kesitler sunan belgesel duygusal yönleriyle bir ikonu insani seviyelere indiriyor. Bir anlamda porno yıldızlığının altındaki drama odaklanıyor. Lakin hikaye bakımından gereksiz kimi ayrıntıları fazla cömert bir şekilde karşımıza çıkarırken, odaklanılan karakterin her anını çekmek gerekli miydi diye izleyiciye bu konuyu sorgulattırıyor. Öte yandan bir porno yıldızı olmasaydı, Jonathan’ın bir belgeseli olur muydu? İşte bu noktada çıkış noktası çöküyor.

NOCTURNE: Nocturne, bir yönetmenin yaratım sancılarını film içinde film mantığında, kitsch bir estetikle film noirleştirerek seyircisine sunuyor. Yapıbozumcu kurgusunu yönetmenin beyninin yansımalarıyla süslüyor. Her seyirciye hitap etmeyen, izlemesi zor bir deneyime dönüşüyor. Filmin amatör bir şekilde kotarıldığı her planda karşınıza çıkan bir sorun ama bu kadar küçük bir bütçeyle iyi bir noktaya gelindiği de gözden kaçmamalıdır. Film herkese hitap etmiyor bunu da notlara ekleyelim.

TO LIVE TO SING: Bir kültürün yokoluşunun acısı, bir tiyatronun dağılışının hüznü ve her şeye rağmen gösteriyi devam ettiren emektarlar… Çin geleneksel operasına saygı duruşu niteliğindeki To Live to Sing buruk bir veda gibi. Görkemli koreografileri yerel sanatlara meraklı seyirci için tam bir hazine olacaktır.

SONG WITHOUT A NAME: Sıkı yönetim altındaki Peru’da çocukları doğumsa çalınan anneler ve bu olayı aydınlatmaya çalışan bir gazeteci… Dingin sabırlı anlatımı, gösterişten uzak yönetmenliği ile yerel öğeler başarıyla kullanılmış. Hikaye açıldıkça farklı yan hikayeler ortaya çıkıyor. Ancak bu yan hikayeler öyle dağılıyor ki, odak noktasından sapıyor. Bari ana hikaye zenginleşsin istiyorsun, o da oldu bittiye getirilmiş. Senaryo boşlukları dolduramıyor. Görsel açıdan yer yer Roma filmini hatırlatsa da, Spotlight kararlığında bir gazetecilik filmi göremiyoruz.

THE UNKNOWN SAINT: Kağıt üstünde harika duran proje, nüktedan ve politik okumalara açık içeriğiyle bulunmaz bir nimet görüntüsü veriyor. Lakin film yönetmenlik anlamında sınıfı geçemiyor. Kötü oyunculukları, çiğ anlatımı ve tahmin edilebilir akışıyla bir anlamda hayalkırıklığına dönüşüyor.

Yorumlar

Bir cevap yazın