FilmEkimi 2016 Seçkisi

Filmekimi 2016’da son yılların en iyi seçkilerinden biriyle karşımızda olacak. Dünya festivallerinde daha yeni Venedik ve Toronto’da gala yapmış önemli filmler İstanbul izleyicisiyle buluşacak. Bakınız yazarları olarak her filmi değerlendirmek yerine mutlaka gidip izleyeceğimiz belirli filmleri bir araya getirerek, sizlere de rehber olabilecek bir seçki hazırlamak istedik.

Haktan Kaan İçel

Elle (Paul Verhoeven)

Temel İçgüdü, Robocop gibi filmleriyle tanıdığımız yönetmen Paul Verhoeven zaman zaman çok eleştirildi. Hatta bazı sinema fanatikleri tarafından sinemayı bırakması dahi istendi. Ancak o yılmadı ve ilk gösterimi Cannes Film Festivali’nde yapılan “Elle” isimli filmini ortaya çıkardı. Isabelle Huppert gibi bir oyuncuyla çalışan yönetmen, söylenenler doğruysa kariyerinin en iyi işlerinden birine imza atmış görünüyor. Eleştirmenlerden en yüksek ikinci notu alan film, tecavüz sonrası depresyona giren mağdura bakış açısıyla yoğun tartışmalar yarattı. Son derece güçlü bir karakterin varlığı ve sinemada pek görmeye alışık olmasığımız klişe bozucu tavrıyla Elle tavsiye edilir.

Ah-Ga-Ssi (Chan Wook Park)

Güney Kore sinemasının yükselişinde en büyük paylardan birine sahip olan yönetmeni Chan Wook Park, Hollywood’da çektiği Stoker filminden sonra yeniden ülkesine geri dönüyor. İlk gösterimini yaptığı Cannes film festivali sonrasında bir kesimi mest eden Park, yeni filminde sapkın cinsel zevkler, entrika ve gerilimin iç içe olduğu bir filme imza atıyor. Sarah Waters’ın The Fingersmith romanından uyarlanan film, Japon işgali sırasındaki Kore’de bir adam ve hizmetçisi arasındaki ilşkiyi konu ediniyor. Film ülkesinde büyük bir coşkuyla karşılanırken, oldukça tatmin edici bir gişe başarısı da elde etti. Sanırım Filmekimi programında gözü kapalı seçilebilecek filmlerden biri diyebiliriz.

Under the Shadow (Babak Anvari)

Sundance’te ilk gösterimi yapıldığında 2016 yılının ilk muhteşem korku filmi ilan edilen yapım, İran’lı yönetmenden çıkan Farsça bir film olmasına rağmen yapımcılarının İngiltere, Ürdün ve Katar’dan olması sebebiyle İngiltere’nin bu seneki yabancı dilde Oscar aday adayı oldu. Savaş metaforuyla bir anne – kızın ilişkisine yoğunlaşan yapım, korku severlerin kaçırmaması gerekn bir yapım olarak programdaki yerini alıyor. Özellikle gerçek ve fanteziyi ustalıkla ayrıştırması filmin en büyük meziyeti olarak öne çıkıyor.

Müjdat Çetin

War on Everyone (John Michael McDonagh)

Kariyerinin ilk uzun metraj filmi The Guard (2011), In Bruges’un (2009) yönetmeni Martin McDonagh’ın kardeşi olması sebebiyle gözümüze çarpmıştı. The Guard ve üç yıl sonrasında gelen Calvary (2014); yönetmenin sinemasından, tıpkı ağabeyinin filmi In Bruges’da olduğu gibi, tadından yenmeyecek bir mizahi dil ve başarılı bir dramatik yapı beklentisi oluşturmamızı sağladı. War on Everyone (2016) ise, bu başarılı sinema dilinin Amerikan polislerine yansımış bir versiyonu olacağa benziyor. Filmekimi’nin “festival” havasından bir komedi filmiyle sıyrılmak ve yine de başarılı bir film izlemek isteyenler için ideal bir yapım olacaktır War on Everyone.

On The Milky Road (Emir Kusturica)

Time of the Gypsies (1988) ve birçok Balkan masalının anlatıcısı olan Emir Kusturica, uzun yıllardır eski filmlerini aratan yapımlara imza atmaktaydı. Bu film ise, yine o masalları anlatmaya başlayacağının bir sinyali gibi. Bosna Savaşı sırasında sütçülük yapan bir adamın hayatının anlatılacağı film; Venedik Film Festivali’nde gösterildi ve eleştirilerden anlaşılacağı üzere beklediğimiz dönüş gerçekleşecek gibi. Film; Emir Kusturica’nın, politik görüşleri yüzünden Türkiye seyircisinde kaybettiği sempatisini geri kazanacağı yapıt olabilir. On The Milky Road, Emir Kusturica’nın anlattığı hikâyeleri özleyen sinefiller için Filmekimi listelerinin ilk sırasına konması gereken bir yapıt.

Ozancan Demirışık

A Monster Calls (J.A. Bayona)

“Hikâyeler vahşi yaratıklardır. Onları serbest bıraktığında, ortalığı nasıl kasıp kavurabileceklerini kim bilebilir?”
Canavar, Conor’a böyle anlatıyor hikâyelerin ele avuca sığmaz kudretini. Karşısında kendisinden hiç korkmayan bir çocuk var; asıl canavarın başka olduğunu söylüyor. Canavar, Conor’a üç hikâye anlatacak; dördüncü hikâyeyi ise Conor bizzat anlatmalı. Hikâyelerin nelere kadir olduğu, yaşam ve ölümle barışmanın güzelliği ve çirkinliği, bazı adımların uçuruma düşmek pahasına nasıl atılması gerektiği üzerine bir roman, Sioabhan Dowd’un fikrinden esinlenerek Patrick Ness’in yazdığı Canavarın Çağrısı. J. A. Bayona’nın film uyarlamasında canavara Liam Neeson ses veriyor, hikâyenin kilit rollerinden olan Conor’ın annesini ise Felicity Jones canlandırıyor. Fragmanlara bakılırsa en az roman kadar olağanüstü, incelikli ve iç burkucu olduğu şüphe götürmeyen Canavarın Çağrısı, Filmekimi seçkisinin kesinlikle kaçırılmaması gereken parçalarından.

American Pastoral (Ewan McGregor)

Pastoral Amerika, bu yıl Amerikalı Yahudi romancı Philip Roth’un romanlarından uyarlanan iki filmden bir tanesi. Roth, eserlerinde genelde Yahudi başkarakterleri işliyor ve Anti-Semitizme eğiliyor; sıklıkla dönem romanları ve öyküleri yazıyor.”Varlıklı ve iyi bir aile babası olan Seymour’un talihi bir noktadan sonra yüzüne gülmekten vazgeçer ve Seymour sevdiği her şeyi yitirmeye başlar.” Türkçe baskısının arka kapağındaki bu kısa tanıtım o kadar sade ve yerli yerinde ki, lafı dolandırmak adına başka bir kısa özete gerek olduğunu zannetmiyorum. Pastoral Amerika’nın Filmekimi’nde izleyeceğimiz film uyarlamasının bir başka özelliği ise Ewan McGregor’un ilk yönetmenlik denemesi olması. Seymour’u canlandıran da McGregor’un ta kendisi tabii; filmde ona Jennifer Connelly ve Dakota Fanning gibi tanınmış oyuncular eşlik ediyor. Prömiyerini Toronto Film Festivali’nde bu ay (Eylül 2016’da) gerçekleştiren film, eleştirmenler nezdinde çok parlak bulunmasa da, McGregor’un bir Philip Roth uyarlamasını nasıl yönettiğini izlemek için bile izlenebilir. Tabii kendi adıma, Ang Lee filmlerinin kadrolu senaristi James Schamus’un yazıp çektiği 2016 yapımı diğer Philip Roth uyarlaması Indignation’ı (romanın Türkçe adıyla Öfke) daha büyük bir merakla beklediğimi söyleyebilirim.

Ebru Çavdarlı

Arrival (Denis Villeneuve)

Incendies filmi ile bir anda kalpleri kazanan Denis Villeneuve’ün çektiği ilk bilimkurgu filminin olması Film Ekimi programında yer almasına yetiyor. Her ne kadar son filmleri Incendies’in yerini dolduramasa da Blade Runner’dan önce çektiği Arrival’i görmek şart oldu.

It’s Only the End of the World (Xavier Dolan)

Xavier Dolan’a Cannes Film Festivali’nde Büyük Ödül ve Ekümenik Jüri Ödülü kazandırarak herkesi şaşırtan, Marion Cotillard, Gaspard Ulliel, Vincent Cassel, Léa Seydoux ve Nathalie Baye’den oluşan kadrosuyla “It’s Only the End of the World” de Film Ekimi programının kaçırılmaması gereken filmleri arasında.

https://www.youtube.com/watch?v=0FwNRxNtGgU

Fırat Türkoğlu

American Honey (Andrea Arnold)

Uzun süredir dört başı mamur bir yol filmi izlemiyoruz. ABD topraklarında ilk filmine imza atan Andrea Arnold, sıradan oyunculuktan sıkıldığı ve bir arayış içinde olduğu her halinden belli olan Shia LaBeouf, kendisinden biraz daha genç ve yetenekli bir kadroyla bir araya gelmiş. Gösterildiği festivallerde de beğenildi. Filmin müziklerinin en güçlü yönü olduğu

I, Daniel Blake (Ken Loach)

Ken Loach, sevilen, izlenen bir yönetmen değil, genel olarak fanatiği olunan bir yönetmen. İki-üç filmini izleyip beğenen bir sinemaseverin her filmini takibe alması, gösterime girmese bile bulup izlemesi, eski filmlerini tekrar tekrar seyretmesi olağan bir durum. Bir de Cannes’dan ödül alıp geldiyse, o filme gidilir.

Frantz (François Ozon)

Nerede François Ozon varsa, orada iyi oyuncu yönetmenliği, iyi sinematografi, iyi kurgu ve farklı senaryo vardır diye düşünenlerdenim. Frantz, ustanın yine ilgi çekici bir döneme, ilgi çekici bir senaryoya, hem de siyah beyaz eğildiği bir film.

https://www.youtube.com/watch?v=XO_z5BRsFnM

Yorumlar

Bir cevap yazın