Ankara Sinema Derneği’nin T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlediği Gezici Festival, 3-7 Aralık tarihleri arasında Anadolu Üniversitesi Yunusemre Kampüsü içerisinde bulunan Sinema Anadolu’da film gösterimlerle tüm hızıyla devam ediyor.
Cuma gününü Murathan Mungan seçkileri kapsamında gösterilen The Conversation ve Blow up, akşam seanslarını da yerli filmler Annemin şarkısı ve Sivas ile geçen Gezici Festival’de Cumartesi günü ise The First Movie, 1001 Grams , Camera Buff ve Leviathan gösterildi.
Bu tür festivaller her ne kadar biz sinemaseverler için büyük şölen olsa da, hayatımızın bize yüklediği sorumluluklar sebebiyle ne yazık ki bütün gösterimlerden yararlanamıyoruz. Dolayısıyla bu enfes filmler içinden seçimler yapmak zorunda kalabiliyoruz.
The Conversation ve Blow up’ı büyük ekranda izleyebilmek gerçekten güzel bir tecrübeydi. Sinema sinemada izlenir sözünün ne kadar doğru olduğunu bir kez daha anladım. Ama şu an itibariyle söyleyebilirim ki festivalin ağır topu Rus yapımı Leviathan’dı.
Leviathan
Daha önce sinemaseverleri The Return ve Elena filmeriyle mest eden Rus sinemacı Andrey Zvyagintsev çektiği Leviathan, bir kitap uyarlaması; daha doğrusu çok eski bir kitabın modern uyarlaması da diyebiliriz. 1651 yılında Thomas Hobbes tarafından yazılan kitap, egemen devlet gücü üzerine bir hikaye anlatıyor bize. Zvyagintsev’in Rusya taşrasına uyarladığı hikayenin konusu ise şöyle; Rusya’nın küçük bir kasabasında yaşayan araba tamircisi Kolya evini ve arazisini acımasız belediye başkanına kaptırmak üzeredir. Mahkemeye taşınan olay için Moskova’da avukatlık yapan askerlik arkadaşı Kolya yardıma gelir. Bu zorlu mücadelede Kolya ve çevresindeki insanları çok acı dolu tecrübelere beklemektedir…
Film 141 dakikalık süresine rağmen gayet akıcı. Zvyagintsev önceki filmlerinde nazaran daha hızlı akan bir film yapmış. Bu durum bana Nuri Bilge Ceylan sinemasındaki değişim / gelişimi hatırlatmadı değil; filmin de bana Bir Zamanlar Anadolu’da’yı hatırlatması gibi. Bu hikaye de Rusya’nın Anadolu’sundan desek yeridir.
Kahverengi ve yeşilden oluşan bir fon, çorak araziler, dağlar ve tabi ki devlet. Kolya çok sıradan bir Rus vatandaşı. Kasabada kendi halinde geçimini sağlayan, her Rus gibi akşamları votka sarhoşu, sıradan bir hayat süren biraz aksi bir vatandaş. Sıradan hayatı, üzerinde oturduğu araziyi ele geçirip ortaklarıyla beraber yatırım yapmak isteyen belediye başkanının istimlak davasıyla tamamen değişir. Devleti ve devlet yetkisinin insanlar tarafından kötü kullanımını temsil eden belediye başkanı makam duvarında fotoğrafı bulunan Putin kadar acımasız bir adam. Gözünü para ve hırs bürümüş. En büyük motivasyonunu da tahmin edin bakalım, ama çok fazla düşünmeyin; din. Başkan bu süreçteki tavsiyelerini bir papazdan alıyor. Tüm acımasızlığı ve canavarlığına rağmen dua etmeyi ve papazdan dua almayı da unutmuyor başkan. Bize ne kadar tanıdık değil mi? Din ve devlet. İkisi de birbirini çıkarları için besliyor. Dev birer file dönüşüp biz çimenlerin üzerinde tepişiyorlar. Olan Rusya’da Kolya’ya, bizim ülkemizde sana, bana oluyor. Kimi zaman bir taşra kasabasınının belediye başkanının değerli arazi hırsı oluyor bunun sebebi, kimi zaman devlet başkanının dev enerji rezervleri.
Leviathan kitabı 360 yıl önce yazılmış bir roman. Romanın yazımının üzerinden o kadar uzun yıl geçmesine rağmen hala o kadar güncel ki. Ne zamanı ne de yurdu olmayan bir eser bu. Filmi birlikte izlediğimiz Orkun abimin dediği gibi; değişen yüzlerdir sadece, yalanlar aynı.
Hikayenin temelinde Kolya olsa da tek bir karakter filmi değil Leviathan. Kolya’nın karısı Lilya, oğlu ve Moskova’dan gelen avukat arkadaşı Dmitriy. Hepsi bu kasırganın içinde bir yerlere savruluyor; onlar da Kolya gibi fillerin altında eziliyorlar. Tüm ihtişamıyla Moskova’dan gelen büyük şehirli ve fiyakalı avukat Dmitriy bile kendi payına düşeni alıyor. Taşradaki bu düzenin kendi çarkını besleyen yöntemlerinden çok da farklı olmayan yöntemlerle bozmak isterken çarkın dişlilerinde eziliyor. Leviathan canavarı hepsini yiyor. Sovyet döneminin şimdi sadece portrelerde kalmış eski liderleri denizin kıyısında iskeleti kalmış dev bir balina gibi unutulmuş olsa da yerine yenileri geliyor, yenilerin ihtiyacı olan şey ise selefleri gibi tarihe malolmak.
Yönetenler kimi zaman mahkeme salonunda bir yargıç suretinde insanların hayatlarını etkileyen kararları makineli tüfek edasıyla yüzlerine okuyor, kimi zamansa bir kilisede papaz kılığında onları doğruya(!) yönlendirecek bir vaaz veriyor. Her zaman kazanan filler bu vaazlardan kendilerine göre kıssadan hisseleri alıp son model arabalarına binip gidiyorlar. Bizler ise öncekiler gibi şu anki Leviathan canavarının da her şeyi yedikten sonra kendi ağırlığından yokolmasını bekliyoruz; sanki onun yerini bir yenisinin alacağını bilmiyormuş gibi.
Zvyagintsev, hem Gezici Festival’in hem de yılın en kayda değer filmlerinden birine imza atmış. Şiddetle tavsiyedir.
Festivalin son gününde ise Dardenne kardeşlerin son filmi Two Days, One Night en dikkat çekici yapım. Uluslararası festivallerde övgülere boğulan yapımda Fransa’nın dünyaca ünlü yıldızı Marion Cotillard’ın performansı filme dair en çok bahsedilenlerden.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.