Bakınız için yazan: Ayşe Alan
Usta yazar Jose Saramago’ya 1998 yılında Nobel ödülü kazandıran Körlük(Blindness) romanı beyazperdeye aktarıldı. Mayıs 2008 Cannes Film Festivali’nin açılış filmiydi. Türkiye’de FilmEkimi’nde seyirciyle buluştu. Kanada-Brezilya ortak yapımı olan film, yine bir ustanın, Fernando Meirelles’in elinden çıkmış. Tanrıkent filminden hatırladığımız yönetmen, bu filmle Oscar da kazanmıştı.
Yukarıdaki isimlere bir de güçlü oyuncu kadrosu eklenince (Julianna Moore, Mark Ruffalo, Danny Glover, Gael Garcia Bernal) haliyle filmden beklentimiz yüksek. Önce filmin konusuna kısaca değinelim: modern zamanda, herhangi bir şehirde, aniden orataya çıkan “beyaz körlük”, kısa sürede bir salgına dönüşür. Bu salgından sadece bir kişi etkilenmez: göz doktoru(Mark Ruffalo)nun karısı (Julianna Moore). Gün geçtikçe daha fazla insana bulaşan bu hastalığa yakalananlar, karantinaya alınır. Burada ağır yaşam koşullarıyla kaderleriyle başbaşa bırakılan insanlar, yaşam savaşı vermektedir. Düzenin, kanunun olmadığı; birilerinin kendi vahşi düzenini kurmaya çalıştığı bu yerde, tüm olan biteni gören doktorun karısı bu sorumlulukla insanları korumaya çalışmaktadır.
Filme uyarlanan kitaplar hakkında yapılan klişe yorumlara girmeye gerek yok. Elbette aynı etkiyi beklemedim filmden. İzlemeden önce şu soru vardı aklımda: film ne kadar rahatsız edici? Sonuçta sinemanın görsellik avantajı vardı. Filmi izleyince gördüm ki, bu avantaj çok iyi kullanılmış. Özellikle “beyaz körlük” çok ustaca görüntülerle yansıtılmış. Filmin bazı karelerinde, kendinizi o körlüğün içinde buluyorsunuz. Yalnız, sanki her şey çok çabuk olup bitiyormuş izlenimi veriyor film; bunun da senaryodan kaynaklandığını düşünüyorum. Doktor ve karısının ilişkisi çok derin yansıtılmamış. Ayrıca insanların ilk karantinaya alındıkları dönem ve alışma süreçleri de kısa bir giriş niteliğinde verilmiş. Hâl böyle olunca, sanki kitabın bütün hikayesi, yaratılan yeni düzen ve buna insanların karşı koyuşundan ibaretmiş gibi algılanabilir. Oysa insanın en vahşi yanlarının ortaya çıkışı, önyargıları, zor durumda kaldığında nelerden gerçekten vazgeçebileceği çok daha ince bir dille aktarılabilirdi. Tabi filmde bu tür anlatımlar hiç yoktu demek yanlış olur. Özellikle kadınların yemek için kendilerini fedâ etme sahnesi çok etkileyici. Bu noktada söylenebilecek şey, filmin görselllik açısından mükemmmel, senaryo açısından kitabın biraz uzağında olduğu. Yine de insan olmaya dair çok önemli soruları ortaya atabilmiş olması açısından önemli ve başarılı bir film.
Oyunculuklarsa muhteşem. Julianna Moore, Mark Ruffalo, Danny Glover ve Gael Garcia Bernal’in performansları göz dolduruyor. Julianna Moore’un “Saatler” filmini hatırlatan bir oyunculuğu var. “Görmenin” dayanılmaz ağırlığını abartmadan, seyircinin gözüne sokmadan aktarıyor. Danny Glover tam bir usta. Gael Garcia Bernal “kötü adam”ı da gayet iyi oynayabileceğini kanıtlıyor. Bunlar dışında tüm yanrollerde oynayan oyuncuların da hakkını vermek lazım. Özellikle de kadınların.
Umarım film Türkiye’de gösterime girdiğinde seyiriciden de büyük ilgi görür. Görmeye, gördüğünün sorumluluğunu almaya en çok ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde, kafalarımıza yeni soru işaretleri bırakır. Bu arada Jose Saramago’nun yeni kitabı “Görmek”in türkçesi ilkbaharda Can Yayınları’ndan çıkıyor. Meraklısına…
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.