Greetings From Tim Buckley: Baba, Oğul ve Kutsal Müzik!

Tarih 26 Nisan 1991… St Ann’s Church’te Tim Buckley’i anma konseri… Müzik tarihinin en önemli olaylarından biri gerçekleşiyor. Hakkında hala efsaneler anlatılan, belgeseller çekilen o büyülü günde Jeff Buckley, hayatında ilk kez babasının şarkılarını sahnede söyledi. Daha önceleri Los Angeles’ta metal, reggae, punk gibi daldan dala atlayarak müzik yapan, arkadaşlarının “Şarkı söylediğini bile bilmiyorduk” diye anlattığı Jeff Buckley, olağanüstü vokal yeteneklerini ilk kez dünyayla paylaştı. Babasının mirasını sahiplendi ve bir gecede çok daha yükseğe taşıdı.
5
Jeff Buckley, sahnede 4 şarkı söyledi. İlk şarkı ailesini terk edip giden ve 28 yaşında aşırı dozdan ölen babası Tim Buckley’nin kendisi ve annesi için yazdığı “I Never Asked To Be Your Mountain”dı. Büyük bir bölümünü babasının yakın arkadaşlarının ve hayranlarının oluşturduğu seyirciler daha ilk şarkıdan büyülenmişlerdi.
I Never Asked To Be Your Mountain’ı, Sefronia – The King’s Chain, Phantasmagoria in Two ve Once I Was takip etti. Konserin sonunda izleyiciler arasındaki menajerler Jeff Buckley’e kartlarını vermek için yarışıyorlardı. Jeff Buckley’nin aynı babası gibi trajik bir şekilde ölümüyle sonuçlanan hikayesi eski bir kilisenin küçük sahnesinde böyle başladı. Efsaneye göre Jeff Buckley, ikinci şarkısını bitirmek üzereyken sahnedeki ışıklardan biri patladı ve gölgesi karşıdaki duvarlara yansıdı. Konserin organizatörlerinden Hal Willner bu olayı “Sanki İsa yeryüzüne inmişti” sözleriyle anlatır.
6
Baba, oğul ve kutsal müziklerinin bir araya geldiği bu tarihi gece, Dan Algrant tarafından “Greetings From Tim Buckley” ismiyle filme alındı. İstanbul Film Festivali’nde izleme şansı bulduğumuz filmin senaryosunda, Algrant’ın yanısıra David Brendel ve Emma Sheanshang’ın imzası var.

Algrant ve senarist arkadaşları hala efsaneleri dilden dile dolaşan bu tarihi geceyi, tüm efsaneleri bir kenara bırakarak bir insan hikayesi halinde anlatmayı seçmiş. Örneğin patlayan ışık öyküsü filmde yok, Jeff Buckley’nin gelecekteki ünüyle ilgili efsane yaratabilecek hiçbir ayrıntı filmde yer almamış. (Sadece Gary Lucas’la oturup, Grace’in ilk tınılarını oluşturmalarını izliyoruz) Tim Buckley’nin evi terk etme sürecini flashback’lerle anlatırken, Jeff Buckley’nin babasının dostlarıyla tanışmasını, onun hakkında yeni şeyler öğrenmesini, babasını tanımaya başlarken kendisini de yeniden keşfetmesini izliyoruz. Jeff Buckley’i müzik tarihinin en önemli olaylarından birinin baş kahramanı olarak değil, babasını keşfetmeye çalışan kafası karışık bir genç olarak görüyoruz.
4
Filmin iki başrolü, Jeff Buckley’i oynayan Penn Badgley ve Ben Rosenfield, sınırlı alanlarında iyi sayılabilecek performanslar sergilemişler. Tim Buckley’yi canlandıran Ben Rosenfield, baba Buckley’le ilgili daha az algıya sahip olduğumuz, günlük yaşamındaki hal ve hareketleriyle ilgili pek bilgi sahibi olmadığımız için daha rahat davranabilmiş. Penn Badgley’nin ise Jeff Buckley’nin günlük yaşamını canlandırırken biraz zorlandığını ama sahnede döktürdüğünü söyleyebiliriz. Filmin kadın başrolü Imogen Poots ise rolünün hakkını verse de pek yeterli olmuyor. Karakteri “Filme bir güzel kız da koyalım” mantığıyla yazıldığı çok belli olduğu için kendisini zorlasa da isteneni pek veremiyor.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın