Gündem Turu köşemizde bir VAR sistemi isyanı, korsan gösterimlere karşı uygulanan tedbirler ve Interrail var.
Asif Kapadia’nın Video Yardımcı Hakem (VAR) ile İmtihanı
Yönetmen Kapadia, koyu bir Liverpool taraftarı ve bugünlerde VAR sistemiyle savaşta. Çünkü Kırmızılar, parmak ucu, omuz başı, kulak memesi farkıyla tespit edilen milimetrik ofsaytlarla (onun düşüncesine göre) “doğranıyor”.
Belgeselini de yaptığı dostu Diego Maradona’nın vefatının duygusallığı da eklenince Kapadia, yine bir Liverpool maçı esnasında şu soruyu sordu: “1986’da İngiltere maçında VAR, Maradona’nın iki golünü de iptal edecekti. Sizce futbol o zaman daha iyi mi olurdu?”
Video Yardımcı Hakem sistemi, son yıllarda futbolda yapılan en köklü değişiklik. Sancılı bir geçiş dönemi yaşanıyor. Güzellikleri ve dezavantajları var. Ben “kasıtlı olmadığı sürece, nasıl oyuncu hata yapıyorsa hakem de hata yapsın” tarafında olsam da, VAR’ın olumlu yönlerinin daha ağır bastığını gözlemliyorum. Örneğin Kapadia’nın savını ele alırsak, evet iki gol de VAR’dan dönecekti ama oraya gelene kadar, tekmelerinden dolayı birkaç İngiliz zaten oyundan atılacaktı.
Öte yandan, VAR’ın tartışılmaz şekilde kalıcı olması için hakemlerde yarattığı “tersine evrim”e bir an önce çözüm bulunması gerekiyor. Hakemler VAR’la tuhaf bir şekilde eli kolu bağlanmış, gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi davranmaya başladılar. “Güzel oyun”dan güzel bir sahne: 8 numara tarafından iki stoper arasına atılan bir uzun pas; ok gibi fırlayan santrfor; aynı anda kalesinden ok gibi fırlayan file bekçisi; yan çizgide sertçe çekilen ofsayt bayrağı… Özellikle tribündeyseniz, size neredeyse bir gol kadar keyif veren bir enstantane.
Ama artık yok. Günümüzdeki maçlarda 5 metrelik ofsayt herkes tarafından görülmüşken pozisyon tamamlansın diye bekliyoruz, bekliyoruz, bekliyoruz. Kafamızda şüphe kırıntıları belirmeye başlıyor, gereksiz yere tuhaf bir his yaşıyoruz. Bu tür “Schrödinger’in karşı karşıyası” pozisyonlarında ciddi sakatlıklar geçiren futbolcular bile oldu. Bence VAR yine pusuda beklesin ama hakemler, yardımcı hakemler gördüğünü cesurca çalsın.
Screener’lar Watermark’lı mı Olmalı?
The New York Times sinema yazarı Manohla Dargis’in şu tweet’i, izleme kopyalarındaki “watermark (Türkçesini ihmal etmeyelim: filigran)” konusunu eğlenceli bir üslupla Film Twitter gündemine getirdi. Dargis’in “Stüdyo neyse ki bu watermark’ı basmış. Yoksa kesinlikle korsana düşürüp kariyerimi bitirirdim” siteminde haklılık payı var.
“Screener linkleri” birkaç senedir sektörün vazgeçilmez bir unsuru. Önceleri, benim de son birkaç yılına yetiştiğim bir uygulamak olarak, screener’lar film fuarlarından DVD olarak getirilirdi. İzlenir, değerlendirilir, mümkün mertebe ofis dışına çıkarılmaz ve zamanı gelince imha edilirlerdi. Bazen de yapımcı ya da satıcı firmalar tarafından film ithalatçısı şirketlere, eleştirmenlere, bir ödül için oy kullanacak üyelere postayla gönderilirlerdi. Bugün düşününce şaşırtıcı gelebilir. Tıpkı 90’larda fuarlardan koli koli Betacam veya VHS kasetlerle dönüldüğü anlatıldığında bizim şaşırmamız gibi.
Bir geçiş sürecinin ardından, son 3-4 yılda tamamen “online link”e geçildi. En yaygını hâlâ şifreli Vimeo linki olmakla beraber Cinando, Festival Scope, Rights Trade, Privio, Indee, Eclair gibi bu hizmeti güvenle ve watermark’ı görüntünün uygun yerlerine koyarak sunan pek çok site mevcut. Dahası, gözle görülmeyen ama gerekli programla bakıldığında hangi kopya olduğunu tespit eden “invisible watermark” teknolojisi de gelişti.
Filmlerin yapımcılarının ve satıcı firmalarının kendilerini sağlama alma çabaları tabii ki gayet meşru bir şey. Çünkü bu konuda yaşanan talihsizlikler, özellikle DVD screener dönemlerinde çoğunlukla kasten değil ‘sehven’ gerçekleşiyordu. Ama mevcut durumda sinema sektörünün bir parçası olan herkes, şifreli olan veya adına açtırılmış bir linkin “kişiye özel” olduğunu biliyor olmalı. Dolayısıyla izleme deneyimini çok fazla bozmayan yöntemlerle yetinilebilir.
Yol Filmlerinin İlham Kaynağı Interrail Cebe Sığdı!
İspanyol Pansiyonu, Euro Trip, Before üçlemesi, Master of None ikinci sezonu, Vicky Cristina Barcelona, In Bruges, son dönemden Emily in Paris… Avrupa’yı gezmek, sinemanın ve dizilerin favori konuları arasında üst sıralarda yer alıyor.
Interrail denince aklımıza yıllardır elimize almadığımız bir kitap arasında saklanmış nostaljik ve tozlu tren biletleri geliyor. Ama bir tesadüf eseri öğrendim ki, Eurail ve Interrail tren biletlerinin firması “The Eurail Mobile Pass” adlı bir elektronik bilet uygulamasına geçmiş. Aslında Eurail/Interrail Rail Planner adlı bir app yıllardır mevcut ama belli ki bu yeni atılımla günümüze uygun hale getirilmiş.
Koronavirüs salgını bir gün elbet bitecek. İşte o zaman Avrupa vatandaşı olmayanlar Eurail Global Pass, Avrupalılar ise Interrail Pass ile garlarda telefonlarından biletlerini okutarak, kağıt bilet ve gişeden onaylatma gibi şeylerle uğraşmadan 33 ülkede 35 demiryolu şirketinin trenlerini entegre bir sistem kapsamında kullanabilecekmiş. Tek koşul: Yüzünüzü batıya dönüp sürekli batıya doğru ilerlemek! (Bu kısmı ben uydurdum ama iyi bir marketing stratejisi olabilir, ne dersiniz?)
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.