Yine değinip değinmemek konusunda muallakta kaldığımız bir film hakkında, Güneşi Gördüm için kalem oynatmak gerekti. Aslında filmi izlemeye gittiğimizde bu konuda henüz karar vermemiştik. Ancak filmi izlediğimizde defalarca ters köşeye yattığımız için söyleyecek sözümüzün olduğunu fark ettik. Gelin Güneşi Gördüm’ü izlerken bizim nasıl yollardan geçtiğimize de bir bakalım.Bir defa filmin fragmanıyla ilk karşılaştığımızda “film Mahsun’un ama… fena da olmayabilir” diye düşünmüştük. Fragmanın hemen sonunda Mahsun Kırmızıgül’ün elinde yeni doğmuş bir bebeği tam güneşin üzerine denk getirme sahnesini gördüğümüzde, zamanın Prestij ailesinden çıkmış yeni bir arabesk-fantezi şarkıcısının ‘pek sanatsal’ klibi havasından oldukça çekinmiştik ama sahnenin gerçeğini görünce gülmeden edemedik. Erkek çocuğu olduğu için tanrıya şiirsel bir şükür konuşması yapan Mahsun, konuşmasının tamamlayacısı olarak çocuğa vereceği ismi düşünüp kalınca, durumun Prestij ailesinin janti çocuklarından farklılaştığını görmek film için iyi bir başlangıç oldu.
Aslında Mahsun Kırmızıgül’ün Güneşi Gördüm’deki genel tavrı bizleri çok şaşırtan bir durumdu. Önce beğenerek şaşırdığımız, sonra da içimizi fena hâlde bayan kısımlara geçmek doğru olacak.
Bir defa Güneşi Gördüm, tabiri caizse mayın tarlasında dolaşan bir film. Sürekli operasyonların olduğu bir köyde yaşayan kalabalık bir ailenin hazin öyküsü. Altan Erkekli’nin canlandırdığı Davut’un iki oğlundan biri dağda gerilla, diğer oğluysa Türkiye ordusunda asker. Yönetmen olarak Mahsun Kırmızıgül’ün aldığı pozisyonsa ne dağdaki gerillanın ne ordudaki askerin yanında. Kırmızıgül tavrını bu iki gencin babasından yana koyuyor.
Ne orduya eyvallah diyor, ne gerillaya göz kırpıyor. Film konusu itibarıyla angajmana çok açık ve popüler bir film. Bu bağlamda Mahsun Kırmızıgül de popülist davranmaya yatkın bir isim olarak görünüyor aslında. Ama öyle değil. Mahsun insaniyetten, yoksullardan, mağdurlardan yana saf tutmuş. Bunu yaparken de şeffaf ve sade bir anlatım dili sağlamak için çaba sarf etmiş. Takdire şayan bir durum. Kırmızıgül hakkındaki önyargılarımıza rağmen bize böyle düşündürmek de ayrıca tebrik gerektiriyor.
Bizleri en çok şaşırtan ikinci konuysa, poz atmayı bu kadar seven Mahsun Kırmızıgül’ün kendini öne çıkarmak için filmin meselesini yerle yeksan etmemiş olması. Mahsun’un canlandırdığı Ramo, karısını ve çocuklarını seven, ailesini bir arada tutmak için büyük çaba sarf eden ancak bunu uzun ve ağdalı tiradlarla değil, sessizliğiyle gösteren bir karakter.
Tüm bunlar filmin düşünsel zemininin şaşırtıcı derecede sağlam bir zeminde olduğunu gösteriyor. Bunun dışında Mahsun Kırmızıgül, Güneşi Gördüm’de inanılmaz bir oyunculuk sergilemiş. Özellikle çocuğunu kaybettiği sahnede elindeki balık kasasını düşürerek sinir krizi geçiren Mahsun Kırmızıgül’le yerde balıkların çırpınışının aynı karede verilmesi son derece yaratıcı ve oyunculuk olarak üst düzey bir sahneydi. Altan Erkekli’nin zaman zaman tek kişilik gösteriye dönüşen oyunculuğunu da ne kadar övsek azdır. Şimdi yazının buraya kadarki kısmını okuyan okurlarımızın filmi izlemek için acele karar vermemesini rica ediyoruz. Nitekim filmin son 45 dakikasına girdiğimizde her an filmin bitmesi gerektiğini düşündük.
Tekrar sahneler, uzun tiradlar ve akıllara ziyan kavuşma sahneleri işte bu bölümde başladı. Mahsun Kırmızıgül’ün henüz bir sinemacı olmadığını gösteren kısımlardı bunlar.
Ağır bir keman sesi üzerinde ağır çekim ve çığlıklardan oluşan kavuşma sahneleri. Sonu gelmeyen bol akisli kavuşma sahneleri. “Serhaaaaaaaaat, Anaaaaaaaaa, Ramoooooooo, Kadriiiiiiii…”, bitmeyen bir kavuşma senfonisi… Bitmeyen uzun, didaktik konuşmalar. Üstelik bu konuşmaların hiçbiri, Mahsun’un canlandırdığı Ramo karakteri tarafından dillendirilmiyor. Son 20 dakikaya girildiğinde filmin her köşesinden bir filozof çıkıyor. Böyle kavuşma sahneleri, etkili konuşmalar bir film içinde olsa olsa bir tane olur. Hayır film derdini anlatamamış olsa da bunlar yapılsa tabii ki sesimiz çıkmaz. Ancak izliyoruz, anlıyoruz, bir bakıyoruz Norveç’teki akraba tüm anladıklarımızı tekrar anlatıyor. Onu anlıyoruz, yetmiyor, film “siz salaksınız biz bir daha anlatalım” diyor. O kadar da değildir diyoruz, film yine bitmiyor, yine bir sahne geliyor, onlarca dakikadır duyduğumuz-gördüğümüz şeyleri bir de diğer karakterin ağzından dinliyoruz.
Dememiz o ki; merak edene merak edilecek bir film ancak bir türlü de dilimiz varıp “gidin mutlaka izleyin” diyemiyoruz. Ha ama şunu da rahatlıkla söyleriz: Mahsun kendini de egosunu da şöhretini de aşalı çok olmuş. Dert sahibi bir insan olmuş. Asmalı Konak’ta pozdan poza giren, Babylon’da konsere çıkıp ‘sözde entelleşme’ sürecini tamamlamış imajını boynuna asan Özcan Deniz’in yanında, içinde samimiyet, dürüstlük ve cesaret bulundurduğunu gösteren Mahsun Kırmızıgül’e bir “eyvallah” demek de boynumuzun borcu olsun.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.