“…Harry Potter tam bir fenomen. Harry Potter modern bir inanma biçimi. Harry Potter bütün peri masallarının başarılı bir şekilde tek bir kotada kotarılmasının muhteşem sonucu…”
Harry Potter serisini okumak isterseniz karşınıza çıkacak yorumlardan birkaçı bunlar sadece. Ne çok övgü ne çok olumlu tepkiye maruz kalmış bir kitap serisi. Yedi kitaptan oluşuyor ve seri ilerledikçe hayran kitlesi hızla artıyor derken sinema sektörünün elleri armut toplamıyor ve kitaplar sırayla filmlere uyarlanıyor. Beklenen oluyor ve edebiyat dünyasından fenomenleşen Harry sinema dünyasında da fenomenleşmekten geri kalmıyor ama sinema dünyasında çok daha hızlı tüketiliyor Harry Potter.
Buna birçok sebep bulmak mümkün: sinemanın daha geniş kitlelere hitap etmesi, görsel anlamda sindirilmesi daha kolay bir esere dönüştürülmesi vb. Sinema dünyasında en önemli ayrıntıysa Harry’nin sürekli el değiştirmesi ve yönetmen noktasında Yüzüklerin Efendisi gibi bir sürece maruz kalmaması yani sürekli farklı yönetmenler tarafından uyarlanması sinema ekranlarına. Bu çeşitlilik açısından olumlu bir durum olsa da serinin bütünlüğünü sekteye uğrattığı gibi bir eleştiri öne sürmek mümkün. Her yeni gelen yönetmenle yeni bir anlam kazanan Harry Potter serisi bir bütün olarak bakıldığında bir bütünün parçaları olmaktan daha çok parçaların bütünleştirilmesi gibi duruyor. Bu açıdan önce bir göz gezdirmenin faydalı olacağını düşünüyorum bütün seriye.
1-Felsefe Taşı:Bir çocuğun gözünden olağanüstünün tanımı
Columbus, Harry Potter için biçilmiş kaftan gibi duruyor çünkü yönetmenin önceki filmlerinden olan “Evde tek başına” serisi onun çocuk oyuncuları kullanma konusundaki yeteneğinin bariz bir göstergesi. Bu konudaki yeteneği dışında seyircisine akıcı bir sinema zevki yaşatabileceği bir gerçek(1) yine “Evde tek başına” serisi üzerinden giderek söylenebilecek bir detay olarak. Diğer taraftan büyük bir baskı da var ortada: Harry Potter çığ gibi büyüyen bir hayran kitlesine sahip olması ve bu hayranların her birinin ayrı bir Harry Potter filmi beklentisi içerisinde olması. Bu sorun ister istemez yönetmenin üzerinde belli bir baskı yaratıyor ama yine de Columbus ortalama bir film çıkarmayı başarıyor ilk filminde. Yer yer tutuklaşan film kitaba sağlamaya çalıştığı bağlılıktan sebep film olma duygusunun yaratması gereken atmosferden yoksunlaşsa da bu filmin genelinde çok da büyük bir soruna yol açmıyor. Nihayetinde Columbus ilk film için ortalama bir iş çıkarıyor ve çok iddialı bir büyülü dünya yaratmasa da karakterlerin tanınması ve kitaba sadakat açısından başarılı bir film çıkarıyor.
2-Sırlar Odası:Yılanlar, Sırlar ve İki-yüzlülükler
İkinci kitapta Rowling karakter tanıtma ya da oluşturma sürecini aşmış olduğundan hikayenin daha ağırlıklı olarak karanlıklaşan (tekinsiz) yönüne odaklanıyor ve karakterlerine derinlik katarak ilerliyor. Bu bölümde yönetmen koltuğuna tekrardan oturan Columbus da artık kendine biraz daha alan açıyor ve birincisine kıyasla çok daha başarılı bir film çıkarmayı başarıyor. Karanlık yön noktasına bu filmde daha fazla alan açan Columbus özellikle finaldeki Sırlar Odası kısmında oldukça başarılı bir sinema dili kullanıyor ve seyircisini daha başarılı bir biçimde sokuyor atmosferin içine. Yine de kitap noktasında önemsediği bağlılık öğesi arada filmin gereksiz yere uzamasına neden oluyor. Columbus’un diğer bir sorunuysa her şeye bir açıklama getirme konusundaki takıntısı(2) çünkü bütün filmde sahne sahne size her öğe hakkında bir bilgi vermeye çalışıyor. Evet bu kitabı okumayanlar için olumlu bir yer tutuyor olsa da kitabı okuyanlar için zeka seviye yetersiz bir insan muamelesi olmanın ötesine gidemiyor. Bu aynı zamanda filmleri “çocuk filmi” denilen saçma etiketle yaftalamaya da neden oluyor. Birinci filmde bunu daha çok yapan Columbus ikinci filmde bunun dozunu azaltıp filmin bilinmeyen ya da gizemli yanını öne çıkararak daha olumlu bir adım atmış oluyor. İkinci film hem eleştirmenleri hem de seyirci kitlesini birinci filme kıyasla daha çok memnun ediyor ama yine de karanlık dozu nedeniyle birkaç eleştiri okuna da maruz kalıyor(3).
3-Azkaban Tutsağı: İçerde-Dışarda olma kavramlarının sorgulanması
Alfonso Cuaron’la gelen yönetmen değişikliği serinin yaşamış olduğu ilk yönetmen değişikliği. Bu değişimle birlikte mutlu olan tarafı eleştirmenler oynuyor çünkü Columbus’un kitaba bağlılık adına film duygusunu geri plana atması eleştirmenleri oldukça olumsuz tepkilere itiyordu ve Cuaron bunu yıkan ilk yönetmen olarak oldukça önemli bir yerde duruyor serinin içerisinde. Cuaron, Columbus’a kıyasla daha özgün bir yönetmen çünkü seyirci odaklı bir sinema algısı yerine kendi sanatsal özgünlüğünün peşinden gidiyor yani Columbus’un aksine kitabın bütün detaylarını içine almak yerine kitabı bir bütün olarak alıyor ve kendi tarzıyla kombine ederek serinin üç filmi arasındaki en özgün filmi çıkarmayı başarıyor ve bu eleştirmenler tarafından oldukça tepkilerle karşılanıyor. Birçok açıdan daha karanlık olan film aynı zamanda her şeyi açıklayan bir film olan Harry Potter algısını da yıkmaya çalışıyor. Columbus’un bütün öğelere bir açıklık getirmeye çalışan tavrı yerine Cuaron ipuçları vermeyi tercih ediyor ve seyircisinin anlama gücüne bırakıyor kendini. Ayrıca bu açıklama öğelerini arkaya atan Cuaron onun yerini daha fazla aksiyon öğesiyle dolduruyor ve bu filmin dinamik bir şekilde akmasını da sağlıyor seyirci adına. Film birçok eleştirmenin en beğendiği Harry Potter filmi olurken Columbus’un filmlerdeki metne bağlılık öğesini çok fazla barındırmadığı için kimi seyirciler tarafından hayal kırıklığıyla karşılanıyor.
4-Ateş Kadehi: Dışardan gelenler ve Ergenliğin iktidar mücadelesi
Dördüncü filmde yönetmen koltuğuna oturan Mike Newell aslında çok da kolay bir taşın altına koymuyor elini. Bunun başlıca sebebiyse bu kitabın diğer kitaplara göre birçok açıdan farklı bir yerde duruyor olması. İlk ayrıntı bu kitabın diğerlerine kıyasla çok daha fazla ayrıntıyla dolu olması ve bu sebeple çok daha uzun olması. Ayrıca bu kitapta hikâyeye dâhil olan Hogwarts’tan başka okulların da olması önemli bir ayrıntı(4) çünkü bu öğelerin de eklenmesi onların da ayrıca kendine ait bir ruhla yansıtılması ihtiyacını da beraberinde getiriyor. En önemli ayrıntıysa bütün kitaplar boyunca “Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmeni figürü” üzerinden sağlanan korku-gerilim öğesinin burada ete kemiğe bürünmesi. Bu filmin final kısmında dirilen Voldemort figürü metnin protagonist-antagonist dengesini büyüme meselesiyle dengeleyen en önemli unsuru aynı zamanda. Bütün bu unsurları düşündüğümüzde Newell tehlikeli bir işe el atıyor ama mükemmel olmasa da iyi bir filmle işin altından başarıyla kalkıyor birçok açıdan. Öncelikle “büyülü dünya” kavramının altından başarıyla çıktığını hatta filmin en başarılı öğesinin bu olduğunu söyleyebilirim. Gelen bütün farklı okulları ve Ateş Kadehi yarışmasının bütün öğelerini özgün bir görsel içerisinde verdiğini söyleyebilirim Newell’in. Bütün karakterlerin görsel yönlerinin de önem taşıdığını ve kişilikleri hakkında bir fikir yarattığı için bu filmde Newell’in görselliği önemli bir araç olarak kullandığını söylemek de mümkün. Gelgelelim filmin zayıf yanlarına; görselliği araçsallaştıran ve bunu kullanarak karakterler hakkında fikir edinmemizi sağlayan Newell karakterlerin derinliklerine odaklanma noktasını ihmal ediyor ya da bunu görsellikle sağlayabildiğini düşünüyor ama bu yeterli olmuyor. Diğer taraftan filmin karakterlerin büyümesi duygusunu çok da başarıyla yansıttığını söylemek pek mümkün değil. Ergen bireyler olan karakterlerin aşk duygularını yüzeysel bir biçimde ele alan Newell bu konuda süslü aşk manzaraları oluşturmanın çok da ötesine gidemiyor. Bu noktada Newell’i suçlasak da hikayenin uzunluğunu da düşünecek olursak çok da derinlemesine bir şey yapmasını beklemek pek mümkün olmuyor. Genelden baktığımızda Newell’in filminin oldukça başarılı bir film olduğunu söylemek mümkün özellikle de atmosfer yaratma konusundaki başarısını es geçmemek gerektiğini düşünüyorum.
5-Zümrüdüanka Yoldaşlığı: Etten Kemikten Düşman
Seriyi ele alan son yönetmen olan David Yates çok da sinemanın içinde olan bir figür değil hatta televizyonla olan bağlantılarının çok daha güçlü olduğunu söylemek mümkün. Yates’in televizyon için çektiği iki mini seri var: Sex Traffic ve State of Play. Yönetmenin ciddi anlamda ilk sinema filminin Zümrüdüanka Yoldaşlığı olduğunu söylemek yanlış bir saptama olmayacaktır büyük ihtimalle. Yates’in seriyle alakalı yaptığı en büyük değişimin filmleri kitabın ruhundan oldukça yüksek düzeyde çıkarmak ve onların belli bir temasını öne çıkarmak olduğunu söyleyebiliriz aslında. Beşinci filmde tematik bağlamda daha evvel de bahsettiğimiz Protagonist-Antagonist dengesinin en önemli öğe olduğunu söyleyebiliriz. Yates’in özellikle odaklandığı bu temanın hem Harry’nin hem de Voldemort’un karakter olarak derinine inilmesi açısından oldukça doğru bir tercih. Bunun dışında filmin bütünlüğünü oluşturmak açısından da çok olumlu bir adım olduğunu söylemek mümkün çünkü bu sayede film Voldemort-Harry ikilisi üzerinden dramatik bir bütünlük oluşturuyor. Kitabın hızla karanlıklaşan atmosferini de vermek konusunda hiçbir sorunu olmayan bir film olduğunu söylemek mümkün. Bunun dışında Sihir Bakanlığının tasarımının çok başarılı olduğundan da bahsetmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Yates’in filminin olumlu yanlarının yanı sıra tercihlerinin bir kısmının çok olumsuz yanlarının da olduğundan bahsetmek mümkün. Harry Potter serisinde dördüncü kitapla birlikte her kitabın final bölümünde önemli bir karakterin ölümü gibi bir öğe kullanımını görüyoruz ve eserlerin dramatik yapılanmasında bu oldukça önemli bir yer tutuyor. Dördüncü filmde yer alan Cedric Diggory’nin ölümünün çok başarılı bir şekilde yansıtıldığını söylemek mümkün. Oysaki burada finalde daha önemli bir karakterin ölümüyle karşı karşıya kalıyoruz: Sirius Black. Harry’nin vaftiz babası olan Sirius kitabın hem duygusal bağlamında hem de Rowling’in ahlak meselelerini sorgulaması noktasında önemli bir rol oynuyordu. Kitap içerisinde çok önemli bir rol tutan bu sahne aynı zamanda metnin içerisinde derinleştirilen Sirius-Harry ilişkisiyle destekleniyordu. İşte tam da bu noktada Yates çok büyük bir hata yapıyor bana göre. Metinde önemsenen bu ilişki ve finalindeki ölüm sahnesi filmde nerdeyse tamamen önemsiz bir konuma oturtuluyor. Finalde odak noktasını Harry’nin bedeninde Voldemort sahnesine kuran Yates, Sirius Black’in ölümünü çok zayıf bir öğe olarak harcıyor ve bu filmin en önemli sorunsallarından birini oluşturuyor bana göre. Yine de metnin uzunluğuna kıyasla filmin süresine baktığımızda kendi içinde çok da başarısız bir uyarlama olmadığını söylemek mümkün.
6-Melez Prens: Baba(5)’nın ölümü ve aynanın kırılışı
Altıncı filmde de yönetmen koltuğuna oturuyor Yates ve bana göre Harry Potter serisinin en başarısız filmini sunuyor bizlere. Bunda birçok gerekçe olsa da en önemlilerinin üzerinde durmaktan yana kullanacağım tercihimi. Altıncı kitap final öncesi en önemli ayrıntıları içeren bir roman ve karanlık atmosferin artık ulaşabileceği en yüksek dereceye ulaştığı eser ve aynı zamanda serinin Hogwarts’ta geçen son kısmı. Ayrıca seri içerisinde “hortkuluk” kavramının çok önemli bir yer tuttuğu eser Melez Prens. Snape-Dumbledore ilişkisi açısından da çok önemli ipuçları sunan roman daha birçok ayrıntıyı içerisinde barındırdığından önemli bir uyarlama sorumluluğu altına giriyor Yates ve oldukça sorunlu bir “uyarlama”yla çıkıyor karşımıza. Daha evvel de bahsettiğim gibi Yates filmleri çekerken belli bir öğeye odaklıyor konuyu ve onun üzerinde yürütüyor filmi. İşte bu filmde seçmiş olduğu o öğe birçok noktadan feragat etmesine yol açıyor Yates’in. Bu öğenin kitapta da önemli bir yer tuttuğunu söylemek mümkün. Bu öğeyi açıklamak için kullanabileceğim kelimeler belli: Harry, Ron, Hermione, Ginny, aşk, cinsellik, gençlik ve hormonlar. Bir romantik gençlik filminin bütün öğelerini kullanan yönetmen bütün büyü dünyasını çalkalayan öğeleri tamamen arkaya atıp her şeyi bu dört karakterin aşk hayatları üzerine kuruyor. Film boyunca Ron-Hermione ilişkisindeki tartışma sahnelerine, Harry-Ginny ilişkisinde yaşanan duygusal sahnelere vb. maruz kalıyoruz ama sormadan edemiyor insan: Peki ya Voldemort ve onun Ölüm-Yiyenleri ne yapıyor bu arada. Bu noktaları sadece konuyu takip etme yetimizi yitirmemizi engelleyecek kadar ön planda tutan Yates’in bunları çok fazla önemsemediğini söyleyebiliriz rahatlıkla. Aşk ilişkilerine odaklanan filmin bu açıdan hem romantizm öğesi sebebiyle hem de aşırı renkli olması açısından çok dinamik olduğunu söylemek mümkün. Ama konu eserin “uyarlama” olduğu gerçeğine geldiğinde olay biraz boyut değiştiriyor bana göre. Yedinci kitapta zirveye ulaşan “Karanlığın Yükselişi” teması burada çok önemsiz bir yerde duruyor ve bu aslında serinin devamlılığı açısından çok dengesiz bir tutum olarak kalıyor seri içerisinde. Ayrıca hortkuluk meselesinin çok yüzeysel kaldığını da büyük bir eksiklik olarak görmek mümkün. Harry Potter’ın Voldemort’u öldürebilmesinin yegâne çözüm yolu olarak sunulan hortkuluklar kitap içerisinde yoğun bir gerilim öğesi olarak kullanılırken burada sadece basit bir öğe olarak kullanılıyor Yates tarafından. Bu da beşinci filmde derinleşen Harry-Voldemort ilişkisinin biraz zayıflamasına yol açıyor çünkü hortkuluklar sayesinde Harry-Voldemort ilişkisi daha güçlü ve farklı bir boyut kazanıyor. Tek bir bedenden oluşmayan Voldemort öğesi hem Voldemort’un gücünü arttırıyor hem de Harry’nin bir kahraman olarak içinde yer aldığı misyonun daha da genişlemesine neden oluyor(6). Bunu göz ardı etmenin yanı sıra diğer finalde de yapmış olduğu hatayı burada da yapıyor ve Dumbledore gibi bir figürün ölümünü oldukça önemsiz bir yere oturtuyor ya da daha doğru bir deyişle climax olarak kendine odak noktası almış olduğu aşk ilişkisinin çözümlenmesini önemserken Dumbledore’un ölümünü çok sönük bir öğe olarak bırakıyor film içerisinde. Olumlu bir diğer öğeden bahsetmek gerekirse filmi bir romantik gençlik filmi olarak alırsak çok başarılı bir görselliğe sahip olduğu olabilir. Yates filmin her sahnesinde bizi büyüleyebilecek görseller sunuyor bizlere. Ama söylediğim gibi filmin Dumbledore noktasının çok daha güçlendirilmesi gerektiğini hatta öykünün bu düzen içinde kurulmasına gereken biri olarak maalesef görselliğin muhteşem kullanımı benim için çok önemli bir kriter olmaktan çok uzakta. Serinin en zayıf filmi olan Melez Prens yine de kendi içinde bakıldığında vasat bir film olarak işaretlenebilir.
Final Zamanı İkiye Bölünen Bir Hikaye
Herkesin bildiği gibi son kitap ikiye bölünerek uyarlanıyor sinema ekranlarına ve bunun çok iyi tercih olduğu yadsınamaz bir gerçek (her ne kadar maddi odaklı bir durum olsa da). Sıkıştırılmış bir serüven izlememiş olacağımızı umut ediyorum ben kendi adıma. Ayrıca ilk parçayı izlemiş olduğum için oldukça iyi bir filmle karşılaştığımı söylemem mümkün ama onun üzerine başlı başına bir yazı hazırlamanın gerektiğini düşünüyorum hatta bu yazıyı da biraz bu yüzden yazdım çünkü bu süreci derli toplu bir biçimde bir yazı içerisine oturtmam gerektiğini düşündüm. Yeni filmi süreç içerisinde anlamlandırmak adına bu yazının faydalı olabileceğini düşündüm ben.
Söylemem gereken birkaç kelime daha var benim için. Bunların başında Harry Potter’ı seri olarak modern bir klasik şeklinde tanımladığım gerçeği geliyor. Ayrıca günümüzde bir kuşağı peşinden sürüklediği de bir gerçek. Popüler kültürün vazgeçilmez bir parçasına dönüştürülse de Harry Potter’ın basit bir biçimde “best-seller” yaftasıyla kenara atılamayacağına inanıyorum hatta bu yazıyı yazma nedenlerimden biri de bu belki de. Harry Potter, kitaplarıyla zaten oldukça önemli bir parçasına dönüşüyor popüler kültürün ama özellikle filmlerle ticari alanda da çok önemli bir rol edinmesi sebebiyle katlanıyor bu popüler kültüre eklentilenme hali. İşte bu yüzden bu yazıda Harry Potter serisini sinema serüveni içerisinde eleştirel bir yerden ele almak istedim çünkü filmler sadece karakterleri ikonlaştıran birer ticari döngü olarak görülüyor çoğu seferinde ve bunu bu kadar basit ele almamak gerektiğini düşündüm ben.
Quidditch Dünya Kupası sırasında Weasley’lerle kalacakları çadırın boyutunu gören Harry’nin içerisinin kocaman olduğunu fark etmesiyle ağzından çıkan kelimeler:
Sihire bayılıyorum.
Dipnotlar:
- “Akıcı” kelimesiyle kastettiğim şey izlerken daha hafif olarak tanımlayabileceğimiz bir seyirde giden “kolay izlenebilen” film türü.
- Bunu Columbus’un “çocuk sineması” dediğimiz bir kavrama eğilmiş olmasına atfen belirtiyorum.
- Beğenmeyen eleştirmenlerin tepkilerinin biraz da Columbus’dan beklemedikleri bir tavırla alakalı olduğunu düşünüyorum ben.
- Beauxbatons Akademisi ve Durmstrang Enstitüsünün dahil olması.
- Kastedilen baba figürü Albus Dumbledore.
- İngiliz Edebiyatında kahramanların yapmakla yükümlü oldukları görevlerin tam karşılığı “quest” kelimesi ve bizde tam karşılığını bulamadım bu kelimenin.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.