Her Şeyi Bitirmek İstiyorum!

“Filmi anlamlandırmaya çalışmanızı tavsiye etmem. En iyisi, Kaufman’ın ortaya attığı sahnelerdeki detayları keşfetmeye çalışmak ve bu tuhaf, gelirilimli filme sahip oldukları her şeyi veren dört muhteşem oyuncunun tadını çıkarmak olacaktır.”

*Film hakkında konuşmaya başlamadan yazı içeriğimin, filmin konusu olmasa da biçimini, bonkör bir şekilde açık edeceğini belirtmek isterim.

Bazı bebekler geç konuşur.
İşte bu film, sadece annesinin anladığı dilde konuşan bir bebek olarak doğmuş. İşin komik tarafı annesinin de ona tercüman olmak gibi bir tasası yok.

Filmin konusuna girmek istememekle birlikte (yönetmene saygı) spoilera temas etmeden pek çok açıdan anlatabilirim.
Hiç biri birbirine benzemez. Ve hepsi doğru olur.

“Bir babanın sevgisiz ve ilgisiz yetiştirdiği, içine kapanık, asosyal bir adamın hayatı.”

“Beraber olalı 6 hafta olan bir çiftin, anne baba ziyareti için karlı bir havada çıktıkları yolculuk”

“Birbirleriyle bir barda tanışan entelektüel olarak oldukça uyumlu olan çiftin aslında bir tanesinin diğerinden ayrılma isteği.”

İstediğinizi seçin alın.

Bu tip dağınık görünen filmler, David Lynch’den alışık olduğumuz kurgular. Lynch filmlerini ipucu vermeden, sürrealde bıraktığı hikayelerden oluştururken, Kaufman’ı anlaşılırlık açısından daha insaflı bulduğumu söyleyebilirim.
Belli bir zaman döngüsünde geçen, hayatı birebir yansıtan (mimesis dediğimiz akım) karakterlerinden biriyle özdeşleşebileceğimiz filmlere alışık izleyiciler için, bu yolculuğu ve dokunmak istenen detayları takip etmek oldukça zorlayıcı olabilir. Filmi oluşturan iç içe geçen türlerin; korku, gerilim, dram, animasyon ve müzikalin karşılarına yalnızlık, yaşlanma, cesaret, kabul görmemek, aile olgusu yazarsak kelimeler arasına çok net bağlantı çizgileri çekeriz gibi geliyor bana.

“Her şeyi bitirmek istiyorum” hayattan bir anekdot vadeden, normal akışta bir film değil. Postmodern* olarak tanımlayabileceğimiz, zaman zaman sürreal olan öykünün, mekanın, hatta oyuncuların bile değiştiği bir film.

Peki bu ne demek?

Hikayenin yazarı Lain Reid, yüzünü “olan bitenden” çok “biçime” döndürmüş durumda demek.
Doğrusal bir zaman akışı içinde olmayan, oyuncuların zaman zaman farklı yaşlarda ve farklı kılıklarda göründüğü filmin aslında dediği şey;
“Bizim izlediklerimiz aslında gerçekte olan bitenler değil, yani bizim izlediklerimiz aslında Jake’in zihninden gördüklerimiz”
Haliyle bu başı sonu belli bir hikaye değil, spesifik bir olay da değil.
Hatırladığımız gerçeklik “aslında” nasıl aklımızda kalanlarsa, biz de Jake’in aklında kalanlarla kurguladıklarının harmanını izliyoruz. Bu da hikayenin anlatıcısı Lucy dahil, herkesin hayal ürünü olduğunu açık eden bir detay.
E hikayenin anlatıcısı gerçek değilse otomatikman tüm film hayal mi?
Aynen öyle :)
İzleyici olarak neyin hayal neyin gerçek olduğunun filmin sonuna kadar (belki de sonrasında da) tahmin edilemez olması her izleyicinin şapka çıkaracağı bir konu değil.
Biz günün sonunda, 90 dakika boyunca, babası tarafından kabul görmemiş, dışlanmış, kendini kitaplara ve şiirlere adamış, eylemden çok düşünce insanına dönüşmüş okul müstahdemi Jake’in, gençlik yıllarında çok beğendiği kızla tanışmaya cesaret edebilmiş Jake’e olan yolculuğunu izliyoruz.

Jake’in hayallerindeki kurguda bile dönüp dolaşıp geldiği yer çalıştığı okul. Filmin gerçeklikle kaynaştığı yegane mekan.
Nihayetinde, film boyunca Lucy’nin kendine sorduğu soru cevabını arıyor.
“Ne bekliyorsun ki”?
Bu ayrılık isteği Jake’den ayrılmak, yani kendinden…
Yani intihar.
Felsefenin en önemli sorusu: “Hayat yaşamaya değer mi?” Belki de filmin sonu bunu araştırıyor.

Filmin Jake’in, yoğun karlı bir gecede arabasının içinde donacağını bilerek soyunmasıyla bitiyor.
Gündüz olduğunda Jake’in arabası tamamen karla kaplanmış.
Üzücü bir tablo gibi.
Babasının dediğinin aksine “Bir tablonun hüzünlü olabilmesi için tabloda asık suratlı birilerinin olması” gerekmiyor.

Bu sonla izleyici “Hayat yaşamaya değer mi?” sorusu cevabını buluyor. Jake mücadelesine devam etmiyor. Edemiyor.

“Var olmak umutsuzluk çekmekten başka bir şey değil.” Ben demiyorum.
Jake diyor.

Kaufman bizi filmin sonunda, gördüğümüz, duyduğumuz izlediğimiz, sona erdiğini düşündüğümüz hikayeye bile güvenemeyeceğimizi hatırlatmaktan geri kalmıyor.

Eğer *after credit’i izleyecek kadar sabırlıysanız bambaşka bir yorum sizi bekliyor!

* Postmodernizm diyerek ne kastettim?

(20yy. daki modernleşmenin ve kapitalizmin sanata olan etkisi, insan bedeninin metalaşması insanların topluma bütüncül bakamamasına sebep oldu ve gerçeklik parçalandı. Dönemi yaşayan sanatçılar, yazarları ve yönetmenler hayatı bir kenara bırakarak yabancılaşmış, toplum dışında kalmış kişileri merkeze alarak onlar üzerinden anlatım yapmaya başladılar. Konuya odaklanmak yerine kişiye – kişinin duygularına yöneldiler)

*after credits:

Filmlerde uzun ve genel olarak izlenmeyen jenerik kısmından sonra sürpriz olarak karşınıza çıkan sahnelerdir.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın