Geçtiğimiz haftalarda Norveç sinemasından çıkan “Den Brysomme Mannen” filmiyle ilgili bir yazı kaleme almıştım. Film Norveçlilerin rahatlıklarının ve konforlarının eleştirisini yapmaya soyunuyordu ve bunda epey başarılı oluyordu. Eşyalarının kölesi olmuş toplumu inceden inceye alaya alıyordu. Bu kez ki durağım olan “Hodejegerne” de kıyısından köşesinden bir modern toplum eleştirisi yapıyor.
Film, kariyerinde daha önce sadece iki adet film bulunan Norveçli yönetmen Morten Tyldum’un üçüncü filmi. Aslında epey yeni bir film. Geçtiğimiz senenin ağustos ayında vizyona girmiş ve epey beğenilmişti. Tyldum filmi Norveç’in en ünlü yazarları arasında yer alan (ve ilerleyen yıllarda Snowman adlı romanı Martin Scorsese tarafından sinemaya taşınacak olan) Jo Nesbo’nun aynı adlı romanından uyarladı. Filmin başrollerinde Aksel Hennie, Synnove Macody Lund ve Game of Thrones dizisiyle ünlenen Nicolas Coster-Waldau (dizide Jamie Lennister’ı canlandırıyor) bulunuyor.
Konusundan kısaca bahsedersek… Roger Brown 1.68 metre boyunda bir iş adamıdır. İlk bakışta her şeye sahiptir. Otuz milyon değerindeki evi, arabası, büyük bir şirketi (yöneticilere iş bulan bir şirket), müthiş bir eşi vardır. Hayatını fazlasıyla geniş yaşamaktadır. Eşine yetebilmek ve onun her istediğini alabilmek için bir yandan da sanat eserleri çalmaktadır. Bir gün baltayı taşa vurur. Eşinin galerisinde tanıştığı ve hem iş ayarlamak hem de sahip olduğu tabloyu çalmak için Clas’la yakınlaşır. Çok geçmeden tabloyu çalar ama Clas tarafından takip edildiğinin ve hayatının tehlikede olduğunun farkına da varır. Artık tek amacı vardır. O da bu adamdan kurtulmak ve hayatını kurtarmak…
Hodejegerne’nin bir aksiyon filmi olduğunu belirtelim. “Kedi-fare oyunu” diye nitelenen filmlerden bir tanesi… İçindeki modern hayat eleştirisiyle de etkisini arttırıyor. Roger ve eşi Diana görünüşte her şeye ama her şeye sahiptir. Diana’nın Roger’dan tek isteği vardır: Bir çocuk. Ama Roger çocuğu olursa Diana’nın kendisine artık ilgi göstermeyeceğini düşündüğünden yedi yıldır çocuk yapmayı erteler. Bunun sonucunda da Roger, işi batma noktasına gelmişse de karısına hediye üstüne hediye alıp onun bu çocuk(suzluk)tan doğan boşluğunu doldurmak adına onu konfora boğar. Tyldum filminde onca aksiyon arasına “zenginliğin önemli olmadığı, ne kadar zengin olunursa olunsun kişinin içinde boşluk varsa bu zenginliğin, konforun o boşluğu doldurmayacağı” mesajını sıkıştırmayı başarır ve Norveçlilerin modern ama sıkıcı yaşamlarına inceden değinir.
Filmin aksiyonu da gerilimi de epey doyurucu. Kahramanın (daha doğrusu anti-kahramanın) kurtuluş mücadelesi senaryoda ve dolayısıyla filmde zekice anlatılır. Finale doğru işler daha zekice bir hal alır. Bu açıdan epey kaliteli bir film. Lakin yönetmen ve senaristin klişelerden kurtulamadıkları da göze çarpıyor. Örneğin kahramanın onca şey atlatmasına rağmen bir türlü ölmemesi, sevgilinin ihanet etmesi, eşin ihanet ettiği şüphesi gibi bir kaç klişeye de yer veriliyor ama bu, filmin kalitesini düşürmüyor. Felsefik altyapısı da olan film zevkle izlenecek filmlerden ve geçtiğimiz senenin en iyilerinden bir tanesi.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.