Hostel Serisi Üzerine…

Hostel serisi denilince serinin yapımcısı Tarantino en başta zikrediliyor (yönetmenin o olduğunu sananlar bile var) ve bu da beni uyuz ediyor. Zira kendisi, nazarımda Kill Bill’den sonraki işlerinde samimiyetini hepten kaybedip antipati oluşturan bir şahsiyet. Neyse, onu boşverip ve 3. filmi de bir kenara ayırıp Hostel 1 ve 2’nin her şeyiyle, 2002’de Cabin Fever ile uzun süredir gönlümün boş kalan korku filmleri köşesinde en başa taht kurmuş Eli Roth’a ait olduğunun altını kalınca çizeyim.

Eli Roth, internette gördüğü bir haber üzerine filmi şekillendirir kafasında. Haber, Tayvan’daki “cinayet tatili”nden bahsetmektedir. Eli, projesini Tarantino’ya götürür; o da projeyi beğenir ve film yapılır. İnternetteki haberin içeriği nedir, nasıldır bilmiyorum. Gerçi hikayenin gerçek olaylardan esinlenildiğine dair bir söylenti var ama bunun sadece söylentiden ibaret olduğu kesin. Yoksa gerçek hayatta filmdeki gibi bir cinayet yapılanması olsa ve bunu da halihazırda teşhir eden bir filmle bu yapı ayyuka çıkardı.

Hostel: Avrupa’da öğrencilerin ucuza konaklayabilmesi için okul yurtlarına benzer bir sistemle çalışan pansiyonlara verilen isim. Fiyatlarının uygunluğu yüzünden Interrail gezginlerinin tercihidir. Odalar 10-15 kişilik olabilir. (Vikipedi)

1.Film

“Giallo” türü filmlerde hep Yeni Dünya Amerika’dan Eski Dünya Avrupa’ya bir sebepten ötürü giden bir kişi-genelde filmin başkişisi- olur. Eski Dünya’da Amerikalının başına türlü belalar gelir ve sonra Amerikalı ne yapar eder kendini girdiği cendereden kurtarır. Filmimizde de üç(sonunda sadece biri kurtuluyor) Amerikalı genci de ilkin, eğlencenin dibine vurmak için geldikleri Amsterdam’da görürüz. Fakat burada beklentilerinin yeterince karşılanmadığını düşündükleri bir anda rast geldikleri birinin tavsiyesiyle Slovakya’ya yönlendirilirler. Orada istedikleri en güzel kızları kolaylıkla tavlayabileceklerini salık vermiştir bu gizemli yabancı. Şimdi bir parantez açıp şunları söylemek istiyorum: Hostel, parçalanmış bir ülkeden türemiş ve komünist bir rejimden çıkmış eski doğu bloku ülkesi Slovakya’yı cehennemin yeryüzündeki hali gibi göstermekle ırkçılıkla, faşizanlıkla suçlanmıştı. Bakışımız böyle olursa o halde bütün giallo türü filmleri de suçlamamız gerekir. Oysaki eski kıta, mimarisiyle, köklü geçmişiyle ve kozmopolit yapısıyla gizem ve korku atmosferinin yaratılmasında doğal bir platform işlevi görmüştür çoğu kez.(Şöyle de diyebiliriz: Yeni Dünya modern bireyin bilinci ise Eski Dünya da bilinçaltıdır.) Kaldı ki ilk filmin geçtiği yer Bratislava’da eski kıtanın adeta bir prototipidir. Ayrıca bir bar sahnesinde gençlerimizden birinin telaffuz ettiği ‘’ben Amerikalıyım, beni buradan atamazsınız, benim haklarım var’’ cümleleri de seyircide bilindik Amerikan kibrine karşı da tepki oluşturmuyor değil.

Aynı zamanda, film suçlanacaksa bütün nitelikli istismar (nitelikli istismar olur mu demeyin, oluyor işte) filmleri de suçlanmalıdır; çünkü Hostel bence katıksız bir istismar filmidir: Eğlence ve seks düşkünlüğünün gençleri sürüklediği ölüm çıkmazını, muhafazakar bir uyarı levhası gibi göstermekten ziyade ‘’ötekiler’’in de yaşadığı bir dünyada sınırlar koymamızı, temkinli hareket etmemizi buyuran ebeveyn öğretisini yansıtan leitmotiv işlevinde kullanır.

Filmin sonunda sağ kalan tek Amerikalı, polisin de işin içinde olduğu topyekün tekinsiz bir ülkede olduğunun ayırtına varır. Zaten saf korku da bu değil midir? Her şeyin yabancı, güvenilmez olduğu bir dünyada alabildiğine yalnız hissetmek değil midir? Film bu duyguları aktarmada son derece başarılı olur.

İlk filmle ilgili son olarak bir şeye daha değinmeden geçemeyeceğim. Sağ kalan tek Amerikalı, mucizevi bir şekilde celladının elinden kurtulmayı başarır ve binadan çıkış yollarını arar. İşte bu sekans, bence sinema tarihinin en gerilimli kaçış sekanslarından biridir- belirtmekte fayda var.

2.Film

Her devam filmi bir istismar filmidir aynı zamanda. Sonuçta öncekilerde prim verdiklerimize yaslanırlar. İkinci film de hem devam filmi olması açısından hem de ilkinde olumladığım istismara devam etmesinden dolayı duble öyledir.

Bu kez üç Amerikalı genç kızı ilkin Prag’da görürüz. Onlarda tavsiye üzerine rotalarını Bratislava’ya döndürürler.

Her iki filmde de gençler, simgesel kullanımlarının ötesinde nesneler gibi ele alınırlar. Dünya düzeni, çarkını döndürebilmesi için sürekli isteyen ve arzulayan gençler yaratmış ve daha çok da sırtını gençlere dayamıştır. Filmdeki Elite Hunting adlı cinayet yapılanması ise arzulayan gençleri yaşlı sermayenin arzuladığı kanlı canlı nesnelere, ürünlere dönüştürmüş. Dikkat edilirse iki filmde de genç bir cellat yoktur; hepsi orta yaşın üstündedir.

İlk filmde cellatlar daha çok işlerini yaparken gösterilmişti. Bunda ise aile ve sosyal hayatlarından psikolojik altyapılarına kadar detaylandırılmışlar. İyi de olmuş; çünkü kurban, kurbandır ve düştüğü halin psikolojisini taşır: “Suçum neydi, neden bunlar başıma geldi? Benden ne istiyorsunuz?” diye söylenirken bir yandan da kaçmanın yollarını arar. Bu kadar! Oysa ki celladı o noktaya getiren etmenler daha derinliklidir, ilgi çekicidir vs. Sanırım Eli Roth da bunun farkında olacak ki ilk filmde karakterlerden çok atmosfere ve olayların yarattığı gerilime ağırlık vermiş.

3.Film

Hostel 3, vizyona girmedi; dvd olarak geçtiğimiz aralık ayında piyasaya sürüldü. Zaten sinemada izlemeyi gerektirecek bir esprisi yok filmin. Hazırdaki hayran kitlesi için çekilmiş besbelli.

Eli Roth’un kalktığı yönetmen koltuğuna oyunculukta yapan, Tarantino tayfasından Scott Spiegel oturmuş. Senaristi de değişen Hostel 3,seriye bir açılım kazandırmış ama o kadar! Ne yapmış? Öncelikle Elite Hunting Kulübü’nü Las Vegas’a taşımış. Las Vegas’ın ruhuna uygun şekilde cinayetleri kulüp üyelerinin üzerinde kumar oynayabildikleri gösteriye dönüştürmüş. Böylelikle de kulübün daha fazla kar edebildiği bir sistemi oturtmuş.

Başka da üzerinde söz etmeye değecek bir şey yok. Ne gerilim kalmış ne atmosfer ne de şu bu. Anlayacağınız son film Hollywoodzede olmuş.

Özetle: Serinin tümünde isterseniz bir dünya mantık hatası ve açık bulabilirsiniz ancak bunlar-ilk iki film için söylüyorum-filmlerin dokusunu zedeleyecek nitelikte değil. Çünkü
hedef doğrudan izleyicilerin kaba dürtüleri olduğundan mantık aramak da önemsizleşiyor.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın