How Green Was My Valley: DirenMadenci!

Saat başı gündemi değişebilen bir ülkeyiz. Birkaç saat önce durmadan konuştuğumuz bir vaka, kısa bir süre sonra güncelliğini yitirip hafızamızın çöplüğünü boyluyor. Bir gün geçmeden de unutuluveriyor hakkında epey yazıp çizdiğimiz o vaka. Ne yazık ki Soma’ya da öyle olacak gibi görünüyor. İki hafta boyunca sürekli konuşulan Soma Katliamı güncelliğini yitirdiğinden, gündemimize başka meseleler dahil edildiğinden unutulacak. En azından artık hakkında bir şey yazılmayacak. Halbuki resmi rakamlara göre 302, iddialara göre 500’ün üzerinde kişinin vefat ettiği, kimsenin cezalandırılmadığı, önlemlerin alınmadığı, hatta önlemlerin alınmasını bırakın, bunların tartışılmadığı, suçluların arsızca ekranlara çıkabildiği büyük bir faciadır Soma. Ben de bu acı veren, kahreden, yürekleri dağlayan, iktidara dönük nefreti bileyleyen bu katliamın yaşandığı mekanla-madenlerle- ilgili harika bir filmi yazmak istedim.

Baştan belirteyim ki western türüyle tanınan John Ford’un kotardığı ve en önemli eserleri arasında gösterilen “How Green Was My Valley” madenlere değiniyor ama maden(ci)leri merkeze yerleştirmiyor. Western esintileri taşıyan ama western olmayan, hatta Amerikalılara pek değinmeyen, “Vahşi Batı”dan uzakta bir yerde-Galler’de- geçen, haliyle yönetmenin en farklı filmlerinden birisi olan bu film odağına büyük bir aileyi alır. Ailenin en küçük bireyinin gözünden vadinin, yani ailenin yaşadığı kasabanın betinin bereketinin nasıl kaçtığına, ailenin parçalanışına ve çekilen acılara odaklanılır.
HOW-GREEN-VALLEY
Hani başbakanımız bu facia yaşandığında “N’olmuş? 1800’lerde İngiltere’de de benzer şeyler yaşanmıştı,” şeklinde bir açıklama yaparak bizleri salak yerine koymaya çalışmıştı ya; işte bu film o dönemlerde yaşanan maden kazalarına da, ölümlere de değinir. O vadide yaşayan erkeklerin yapabildikleri, becerebildikleri, yapmak zorunda kaldıkları tek iş madenciliktir. Vadinin yukarısında olan maden ocağına sabahın köründe gidilir, madene girilir, akşama kadar kömür çıkarılır, sonra hak edilen ücretten daha azı alınır ve eve dönülür. Günler bu şekilde ilerlerken gün gelir, bir kaza yaşanır ve birkaç madenci bu kaza sonucunda ölüverir. Fakat sonraki gün maden önlem alınmadan tekrar açılır. Nitekim Azrail merkezdeki aileye de uğrayacaktır. how green was my valley 1

“How Green Was My Valley” filmini izleyince 2014’ün Türkiyesini hatırlamamak ve doğrusu 1800’leri anlatan bu filmle 2014’ün Türkiyesi’nin birebir benzeşmesinden utanmamak, bu benzerliğe kızmamak zordu. Film bizleri iki yüzyıl öncesine götürür ve madencilerin iki buçuk sentlik hayatlarına değinilir. Evet, aradan iki yüzyıl geçmiş; ama bu filmde anlatılanlar günümüzün Türkiyesi’nde hâlâ yaşanmaktadır. Soma Holding bir dairenin fiyatına tekabül eden kaçış odalarını açgözlülükten, onursuzluktan, vicdansızlıktan ötürü yaptırmamıştır. Çok az bir parayla alınabilecek gaz maskelerini satın almamıştır. Nitekim katliamın önünü açmıştır. Devlet de Soma Holding’i koruyarak, denetlemeyerek, cezalandırmayarak bir katliamın daha ortağı olmuştur. Dediğim gibi insan bu filmi izleyince ülkesinin 200 sene geriden gelmesinden utanmaktadır. Morgan’ların madenlerdeki çalışma şartları ve evlerindeki yaşam şartları ne ise ülkemizdeki işçinin de çalışma ve yaşam şartları öyledir ne yazık ki. Morganlar vadide yapılacak başka bir iş olmadığından, hayatlarını tehlikeye attıklarını bile bile maden ocağında çalışırlar. Çünkü hayatlarını idame ettirmek, eşlerine ve kardeşlerine bakmak zorundadırlar. Tıpkı 2014’ün madencisi gibi. Filmin merkezindeki çocuğun pek büyümeden maden ocağında çalışmaya başlaması da maden ocaklarında çalışan 15 yaşındaki çocuklarımızı hatırlatır.still-of-donald-crisp-and-patric-knowles-in-how-green-was-my-valley-(1941)

Filmin tek önemli tarafı madencilere, kapitalist/açgözlü/hırslı/aşağılık şirketlere ve patronlara değiniyor olması değil. Ford, kendisinden beklenmeyecek derecede sosyalist davranır; ateşli bir şekilde olmasa da ve biraz yüzeysel bir şekilde işlese de komünizmi savunur filminde. Şaşırtıcıdır; zira kapitalizmin ana vatanı olan ABD’de yaşayıp fazlasıyla muhafazakar ve milliyetçi olan, western filmlerinde beyaz adamı övüp Kızılderilileri vahşileştirip duran Ford’dan böyle bir tutum içerisine girmesini ben beklemiyordum açıkçası. Morgan ailesinin iki erkeğinin kapitalizmin vahşiliğini görünce sosyalizmi sorgulamaları üzerinden sosyalizme değinilir. Ama tabi söz konusu bir Hollywood filmi olduğundan “Komünizm şeytan icadıdır,” diyen bir peder de öyküye dahil edilir. Gene de Ford’un sosyalizmi yüzeysel de olsa işlemesi bakımından da önem taşır bu film. Belirtmeliyim ki peder üzerinden köktendinciliğe, çocuğun öğretmeni üzerinden eğitimde şiddete, dedikodunun tehlikelerine, insanoğlunun bir arada yaşamayı öğrenememesine ve sendikalaşmaya da değinilir film boyunca. Film bu temalarla daha da zenginleştirilir.

Fakat ne yazık ki bu temalara değinilse de çoğu tema/olay yarım bırakılır. Sendikalaşmaya değinilir ve bundan söz edilir; ama daha sonra buna dönülmez. Sendikalaşmanın adı anılmaz. Komünizme değinilir; ama komünist olan iki ağabeyin başlarına neler geldiği anlatılmaz. Çocuğun aşkı da, öyküde önemli bir noktada olan Rahip’in vaazdan sonra başına ne geldiği de anlatılmaz. Çoğu olay yarım kalmış, nihayete erdirilmemiştir. Bunun gibi eksikleri de var filmin; fakat her açıdan önemli ve etkileyici bir film olduğu yadsınamaz. Dolayısıyla hazır madencilerimizi unutmamışken bu filme dönüp bakmak iyi olabilir.

Yorum Gönderin