Hunger: Avaz Avaz Sessizlik!

Bu hafta vizyona giren filmlerin arasında Hunger dikkatinizi çekecektir. Tanıtım yazılarında “açlık grevi, politik, IRA” gibi ifadeleri gördüğünüzde ise gözünüzde klasik bir “politik film” canlanacaktır. Bu önyargınızı hemen unutun! Steve McQueen ilk yönetmenlik denemesinde çok daha fazlasını başarmış.

Politik film yapmak zordur. İzlemek de…

Eğer hakkında film yapılan politik görüş veya olay, sizin görüşlerinize ters ise bu tip filmleri izlerken iyice zorlanırsınız. “Politik Sinema” ilk gününden beri ajitasyona, demagojiye, hamasete, gözyaşlarına, gaz vermeye açık bir türdür. Politik sinema gürültülüdür. Nutuklar, sloganlar, bağırışlar, silah sesleri birbirine karışır. Eğer film sizin görüşünüzü yansıtıyor ve bazen bizzat yaşadıklarınızla paralellik taşıyorsa, hayatınızın filmi olur çıkar. Ama “politik” olmanın doğası gereği, herkesi sizin kadar etkilemez, büyük ölçüde subjektif olarak kalır.

Steve McQueen daha ilk yönetmenlik denemesinde, Birleşik Krallık’ın hala en çok tartışılan politik konularından birine dair bir film yapmaya karar verirken tüm bunları biliyordu kuşkusuz. Ama filmi seyretmeye başladığımız ilk andan itibaren McQueen’in derdinin başka olduğunu anlıyoruz.

İrlanda Cumhuriyet Ordusu IRA’ya üye olmak, bir bombalama ve polisle çatışma suçlarından hapse atılan (bu suçlamaların hiçbirinin kanıtlamadığını parantez içinde hatırlatmak boynumuzun borcu) Bobby Sands ve arkadaşlarının tutulduğu Long Kesh’te yaşananları izliyoruz filmde.

Film büyük bir hapishane eylemi gürültüsüyle açılıyor. Her politik filmden beklediğiniz gibi sloganlar, diyaloglar, eylemcilerin ve hapishanedekilerin savundukları üzerine uzun konuşmalar bekliyorsunuz. Ama bu büyük gürültünün hemen ardından film susuyor…

Susuyor ve izlemeye başlıyor… Hapishanede yaşanan büyük işkenceyi, gardiyanlar ve eylemlerini büyük bir inançla sürdüren tutukluların arasındaki sessiz gerilimi izliyoruz kamerayla beraber…

2008_hunger_001.jpg

Filmden sonra Long Kesh’te ve oradaki olayların ekseninde yaşananları merak edip incelediğinizde, Bobby Sands ve arkadaşlarının eylemlerinin tüm dünyayı titrettiğini, Hindistan’dan, Kanada’ya kadar tüm insanlığın İngiltere Hükümeti’ne tepki gösterdiğini görüyorsunuz. İran’da İngiltere Büyükelçiliği’nin bulunduğu caddenin isminin hala Bobby Sands Caddesi olduğunu hatırlatalım… Ama bunların hiçbiri filmde yok…

Yaşanan olaylara içeriden, dünyanın en sert kurallarının uygulandığı hapishanelerden birinin soğuk duvarları arasından bakıyorsunuz. Dışarıda yaşananlarla ilgili tek sahne yine içeride yaşananlarla ilgili, yine sessiz ve katatonik…

Tüm bu yaşananları, sadece 17 dakikalık kesintisiz ve tek planda çekilmiş bir diyalog bozuyor. Bobby Sands’in gireceği açlık grevinden önce bir papazla yaptığı ve bizce tekrar tekrar izlenmesi gereken bir diyalog… Oyunculuğunu giderek daha çok beğendiğimiz Michael Fassbender ile Stuart Graham’ın sadece bu sahne için bile büyük bir tebriği hak ettiğini söylemeliyiz.

Ve bu diyalogun ardından yine sessizliğe geri dönüyoruz… Biraz empati kurmayı, biraz dinlemeyi bilen herkesin çığlıklar duyacağı derin bir sessizlik…

Film konusunda tüm bunlardan daha fazla şey yazmak zor… Bundan sonrası övgülerimizi sıralayacağımız bir laf kalabalığı ve gürültü olur. Derdini mükemmel bir sinema diliyle, sessiz bir şekilde anlatan bir filme de bu kuru gürültü yakışmaz.

2008_hunger_004.jpg

Yönetmen Steve McQueen hakkında dikkat çeken ilk şey doğal olarak efsanevi aktör ile olan isim benzerliği… Hunger’la başladığı mesleğine bu ustalıkla devam ederse gelecekte sadece bu isim benzerliği ile dikkat çekmeyeceğini söyleyebiliriz.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın