İki Film Birden: Side Effects’ten Oblivion’a

Geçtiğimiz cuma günü aklımda üç şey vardı. Ev, iş arasında mekik dokuyan beynimin çoğu zaman kendimden bile sakladığım o gri bölgede saklı üç arzu…

İlki Celine’in yeni çevrilen kitabı “Profesör Y ile Konuşmaları”nı almaktı. Diğeri her hafta Cuma günlerini sinemaya adayan sinefil arkadaşlarımla birlikte film izlemekti. Üçüncü şıksa uzun zamandır yapmadığım bir şeyi yapıp kendimi bir sinema salonuna kapatıp şahsıma özel “iki film birden” kuşağı yapmaktı.

Şu an bu yazıyı okuma sebebiniz bu şıklardan üçüncüsünü gerçekleştirmiş bulunmam elbette… Diğer iki şıkkı ise geleceğe bıraktım… Ne de olsa Side Effects’te sürekli tekrarlandığı gibi “Gelecek umudu kalmama durumuna depresyon” denir.

side-effects

Filmlerden ilki Soderbergh’in son filmi Side Effects (Acı Reçete) oldu. Soderbergh, yıllardır yenilikçi ve şaşırtıcı üslubuyla sinemaseverleri büyüleyen bir yönetmen. Artık eskisi kadar şaşırtmadığı gerçeğini kabul etmekle beraber iyi bir hikaye anlatıcısı olduğunu biliyoruz. Film ekonomik krizin sillesini yemiş bir ailenin dramı gibi başlayıp, ardından ilaç üreticilerinin hegemonyası üstüne bir şeyler geveleyerek birden kendini bir suç filmine dönüştürüyor. Bu nedenle izleyiciye hiçbir şey anlatmayan türkçe adı için bir kez daha dağıtım şirketini kutlamak gerek…

Soderbergh son yıllarda farklı konularla ama kentli yaşamın sorunları çerçevesi içinde dönmeye devam ediyor. Side Effects’in esas oğlanı Jude Law kendilerini çok beğenmesem de başarılı bir oyunculuk sergiliyor. Filmin en başarılı kişisi senaryonun süratle değişen serim noktalarını usta işi bir oyuculukla kotaran Rooney Mara oluyor… Catherine Zeta-Jones ise oynadığı rolün hakkını veriyor. Senaryo o kadar hızlı bir biçimde konum değiştiriyor ki sanki son yarım saat ışık hızıyla geçiyor…

Rooney Mara Side Effects film

Film boyunca kendinizi üç farklı boyutta buluyorsunuz ilk 1 saat ekonomik kriz, depresyon ve cinayet filmi, 10 dakika psikoloğun suçsuzluk mücadelesi ve mesleki düşüşü, sonraki 10 dakikası ilaç şirketlerine karşı bir toplumsal direniş harekatı, ve sonraki 10 dakikası dedektiflik filmi iken bir 10 dakika seks yalanlar vs. üstüne kurulu bir film oluyor.. Siz izleyici olarak yeterince bağlantı noktası verilmediği ve hazırlıksız geçişler nedeniyle klip izler gibi oluyorsunuz… Ne yazık ki bu yoğun değişimi anlatmaksa Rooney Mara’ya düşüyor. Allah’tan üstesinden gelmeyi başarıyor ve seyrettiğimiz filme inanmaya devam edebiliyoruz. Kadrajlarıyla müzik ve sesi kullanışıyla Soderbergh’in rejisi hiçbir yerde sırıtmıyor… Kötü bir senaryodan izlenilir bir film ortaya çıkarmayı başarıyorlar yönetmen ve oyuncuları…

Filmden aklımda Rooney Mara’nın oyunculuğu ile Thomas Newman’ın müziği; “The Forgotten People” kaldı demek yanlış olmayacaktır.

Gene de değindikleri ve değinmedikleriyle Side Effects oyuncuların ve yönetmenin hatırına izlenecek bir film… Bu ani geçişler bir yol filmi gibi başlayıp bir vampir filmine dönüşen Gün Batımından Şafağa adlı Rodriguez filmini çağrıştırdı orada bile bu kadar değişim söz konusu değildi… Bir senaryo yazarının arayışı diye bir isim de konabilirmiş filme saygıdeğer dağıtımcılarımız….oblivion-whysoblu-2

İki film birden gecemin ikinci filmiyse bir çizgi roman uyarlaması: Oblivion… Çizgi roman sever biri olarak bilim kurguya olan zaafım da düşünülürse Oblivion benim için biçilmez kaftan olarak gecemi tamamlayacak diye düşünerek salona girdim…

Daha ilk sahneden kendimi Ridley Scott’un Prometheus’una gelmiş gibi hissettim. Film boyunca da bu duygum değişmedi. Yapay zekalı makinelerden, kopyalanmış insanlara, şiddetten insanlığın sonuna dair hayallere dek her şey filmin içine boca edilmişti. Bir bilim kurgu sever ne ararsa filmin içinde vardı. Olağanüstü güzel kadrajlar, şaşırtıcı teknolojik aletler ve bunların içinde ilk Görevimiz Tehlike’den beri aynı adamı oynayan Tom Cruise… Hatta motorsikletiyle olan sahnede herkes “Gene mi Tom” diyecektir… Her filminde aynı adamı oynamak zorunda olması sıkıcı olmuyor mu diye düşündüm… İzleyici onu hep öyle görmek istiyor sanırım.. Filmin en önemli handikapı yazdıklarımdan anlaşılacağı üzere başrol oyuncusunun adı…

olga_kurylenko_37256

Filmin kurak bilimkurgu vahasında can suyu muamelesi göreceği aşikar… Çünkü Joseph Kosinski Tom Cruise seçimi dışında inanılmaz bir dünya yaratmayı başarmış… Andrea Riseborough rolünün hakkını verirken Olga Kurylenko bildiğiniz gibi… 2 saat boyunca bilimkurgu adına ne kadar klişe varsa yeni bir dünyada gerçekleşiyor. Gene de bundan sıkılmıyorsunuz garip olan o… Morgan Freeman’ın filmde “olayları açıklaması gereken zenci akil adam” kontenjanından birden ortaya çıkması klişelerin bir başka örneğiydi. İnsanların yer altındaki yaşamları bana Güzel ve Çirkin’in Vincent’ını ve dünyasını çağrıştırdı. Prometheus’u beğenmeyenlere, Scott’un bir Alien daha kotaramadığını düşünenlere, Oblivion’un ona öykünmesini göstererek “Scott bir biçimde bilimkurgu denen türe bir biçim kazandırmaya formüller üretmeye devam ediyor” demeyi de bir görev olarak addediyorum.

Türden hoşlananlara ve geceyi keyifli bitirmek isteyenlere tavsiye olunur Oblivion…

İki filmde ait oldukları türlerin bütün ihtimallerini filmin içine yedirerek size hiçbir düşünecek alan bırakmıyor. İki senaryoda bir tek olasılığın değil tüm olasılıkların peşinden gidiyor. Böyle bir senaryo yazımı, bana bir olasılıklar indeksi gibi geliyor. Tüm durumları içine boca et dışarıda kimseyi, olayı bırakma… Bu durumda ister istemez ne izlediğinizi anlamakta zorlanıyorsunuz.. Ortaya karışık senaryolar sizi ne kadar mutlu eder o size kalmış…

Siz yazıyı okurken ben Celine’in kitabını almış, okumaya başlamış olurum umudunu taşıyorum.


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Yorumlar

Bir cevap yazın